"Çağrısız konuklara açık değil kapım..." (1)
Güngör Dilmen'in yazdığı " Kurban " ( Cem Yayınevi,1979) adlı piyesin kitap kapağında, Aziz Nesin'in bu eser için kaleme aldığı cümle ilgimi çekti :
" ...yeryüzünün hangi ülkesinde olursa olsun, oyunlar içinde birinci sırayı tutacak has Türk oyunudur."
Bir yanda Mirza'nın köylüleri vardı, bir yanda Karacaörenli yaşlı kadınlar.Mirza, Halime, Muhtar.
Bir yanda Zehra ve Mahmut vardı ve çocukları Zeynep ile Murat....bir yanda Gülsüm ve Mahmut.
Zehra ile Gülsüm.
Gülsüm ile Mahmut.
Zehra, Mahmut ve Gülsüm.
Ve geniş evi dar olan Zehra.Artık " Üzünç yaraşır sana " denilen Zehra.
" Eve yeni bir kadın getiren ilk erkek miyim köyde ? " diye sormuştu Mahmut.
Gururu kırılmış bir kadınının trajedisini yaşıyordu Zehra. Euripides'in " Medea "sı ile aynı kaderi yaşıyordu aslında.Törelere, eşini bir başkasıyla paylaşmaya isyan ediyordu Zehra." Bin, bin yıldır Anadolu kadınının sustuğu çığlık " la ürperdi bir an.
Zehra'nın keskin isyanı, o repliklere gizlenmişti :
" Nice çoğaltsanız örneği, boş.Bana aykırı.Binler bin, ben birim.Aşımı ocağımı paylaşırım herkesle, paylaşmam erkeğimi."(2)
Zehra kararlıydı, " Acılar acısına sal Mahmud'u " diyen kadınların sesine kulak verdi.
" Kapıdan taşan lanetle taş kesildi düğün alayı işte, katıldı gelin ve çevresindeki köylüler, esrik."(3)
Kitabın giriş bölümünde, bu piyesin ilk kez Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu tarafından,1967 yılında izleyiciyle buluştuğunda dair konulan belge başlı başına bir arşiv değerinde.
Evet, Tarık Günersel imzalı " Aşk ve Siyaset" (2023 ) in yoğun geçen provalarının ardından, dinlenmek için kitap okuyorum...Yaklaşık bir buçuk sene sonra tekrar sahneye dönmenin, üstelik böylesine önemli bir eserle izleyici karşısına çıkacak olmanın telaşı, kalp çarpıntısı, tedirginliği, korkusu bir başka.Tarık Hoca her duygu aktarımını, her sözcüğü oya gibi işlemeye imkan tanıyan bir tekst sunuyor oyuncusuna.Bir aktör olarak, sorumluluğumun farkındayım.Ve kendimle, zamanla yarışıyorum.
İşte, dün gece satır altlarını çizerek okuduğum, çok önemli bir yazı daha...
Vedat Günyol, 1978'de kaleme aldığı " Tiyatro Deyince " adlı makalesinde şöyle diyor :
" Nedir tiyatro ? Yunanca ' görülen şey ' anlamına gelen bir tören, bir gösteri.
Bir tören, bir gösteri en az iki kişinin varlığını gerektirir.Toplum, en az iki kişinin var olduğu yerde vardır.Tiyatro da öyle.
Robinson Crusoe, ıssız adasında Cuma'ya rastlamadan önce, geride bıraktığı, uygarlığın deneylerinden yararlanıp kulübe yaparken, kendi kendisiyle bir tiyatro oyununa girmemiş miydi dersiniz ? Ayna karşısında, kendine çeki düzen veren bir insanı düşünün.Kendisiyle, imgesi arasında, iki kişilik bir toplum düzeyinde saymaz mı kendini ? Bakışına, duruşuna, göz süzüşüne, dudak büküşüne, gerdan kırışına kadar bir ikinci 'ben'in karşısında, bir başka 'sen' saymıyor mu kendini ?
Demek istediğim şu : Oyunculuk, yani tiyatro, insanın kendinde, özünde, iliğinde kemiğinde, ciğerinde, ruhunda var, ister tek başına ıssız bir adada olsun, ister, tanıdık tanımadık sürü sürü insanlar arasında olsun.
' En küçük toplum birimi bir insan değil, iki insandır,' diyor Brecht.Bu demektir ki, tiyatro bir toplumsal yaratıdır, bir toplumsal olaydır."
Tiyatrosuz, sanatsız kalmayalım.
(1,2,3)Dilmen G.:"Kurban"Cem Yay.İst.,1979
Anahtar Kelimeler: kurban, güngör dilmen
0 Yorum