Bunlar Günü Geçiştiren Oyunlar, Yapmayın!
Geçtiğimiz hafta İzmir Devlet Tiyatrosu’ nun bu sezon repertuarına aldığı Güngör Dilmen’ in ‘Kurban’ adlı oyununu izlemeye, Devlet Tiyatroları Konak Sahnesi’nde idim. Yazarın 1967 yılında yazdığı eseri ilk kez Gülriz Sururi/Engin Cezzar Tiyatrosu sahneye aktarırken, kronolojik olarak sıralamaya kalksam yüzlerce defa eserin sahnelendiğini yazabilirim. Konusu itibariyle özellikle doğu coğrafyasının önemli bir problemi olan ‘kadın sorunsalı’ üzerine yazılan metin, güncelliğini koruyarak günümüze kadar gelmiş. Anadolu coğrafyasında kadını üçüncü sınıf insan olarak gören ‘töre’ geleneğine sistemli eleştiri getiren oyunlar, ‘Kurban’ sonrası birçok kez yazıldı, oynandı. Yönetmenlerin 1967 yılında yazılan bir metni neden bu kadar sahneleme ihtiyacı duyduğunu anlamakta güçlük çekiyorum. Artık iki binli yıllarda bizi daha net anlatan metinler varken, Temcit pilavı tadında ‘Kurban’ oyunu can sıkıcı bir reji ile karşımızda. Tayfun Erarslan’ ın yönettiği gösteriyi neresinden tutsam elimde kalıyor, ama sorunun yönetmende olmadığını Ankara’da Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’ nün amaçsız, nedensiz, günü kurtaran repertuar seçiminin sorunun asıl kaynağı olduğunu belirtmeliyim. Türkiye’ nin ‘en modern’ diye tabir edebileceğimiz şehrinde ‘kuma’ sorununu işlemek normal bir durum değil. Mustafa Kurt ve ekibinin İzmir DT’ de ‘Kurban’ adlı esere onay verirken neyi baz aldıklarını açıklamaları gerekir.
Oyunun konusuna kısaca değineyim; olay Türkiye’nin Karacaören köyünde, zengin toprak ağası Mahmut'un evinde geçer. Mahmut iki çocuk sahibi, karısı Zehra ile gençken evlenmiş, fakirlikten zenginliğe uzanan düzenlerini kurup, mutlu biçimde yaşamaktadır. Fakat bir gün Zehra hasta düşmüş, Mahmut da misafir gittiği başka bir köyden on beş yaşındaki güzel Çerkez kızı Gülsüm'e tutulmuştur. Tutulmadan ziyade kızı cinsel olarak elde etme arzusu Mahmut’ un gözünü kör etmiştir. Onu ikinci karısı olarak eve getirmek kararını alır. Gülsüm'ün ağabeyi Mirza, Mahmut'un yanıp tutuşan alevli duygusundan yararlanıp, Gülsüm için büyük bir başlık koparmaya çalışır. Tüm bunlar Mahmut’un evinde rakı masasında konuşulurken, olup biteni içerinden dinleyen Zehra, bir kadın olarak düştüğü çaresizliğe karşı içten içe isyan etmektedir. Kızı almak için varını yoğunu Mirza’ya veren Mahmut’u düğün günü evde öylesine kötü bir olay bekleyecektir ki, insanın kanını donduran olay oyunun sonu olur.
Konunun sonunda ne olduğunu yazarsam seyirci için ‘Kurban’ iyiden iyiye anlamsız hale gelecek. Tayfun Erarslan’ ın sahneyi hangi amaçla direklerle süslediğini sorarak kritiğe başlayayım. Dans düzeninin sorunlu yapısı, Nurdan Sinkil’ in ne yapmak istediğini bizlere sorgulatıyor. Koreografi iyiden iyiye sahnedeki bütünlüğe zarar verirken; koronun, kadınların anlamsız hareket bütünlüğü olaya mistik bir estetik katacağına, zaten sorunlu olan metni kötü bir kulvara doğru çekmiş. Oyunun metnine neden ‘kötü’ dediğim bana kalırsa Türkiye Tiyatrosu’ nun asıl büyük sorunu. Konu, Anadolu’ nun Kürt bölgesinde geçen bir öykü. Bunu kimse inkar edemez. Güngör Dilmen, Çerkez köyünde yaşayan adama ‘Mirza’ adını vererek Fars kökenli bu ismin, Kürt coğrafyasında –ki en çok Bitlis bölgesinde- kullanıldığını her halde biliyordu. Sırf ‘Kürt’ adı geçmesin diye Mirza’yı ‘Çerkez’ yapmak ülkedeki asimile kültür politikasının bir uzantısı. Tayfun Erarslan’ nın sahneye yerleştirdiği, hiçbir simetriği olmayan direkler görsel algıyı yıkarken, ortalama bir buçuk saat süren oyun boyunca dekorun anlamsız görüntüsü içinde savrulduk durduk. Murat Gülmez, yönetmenin işini kolaylaştırmak bir yana, oyunu uçuruma doğru yuvarlamış. Yönetmen karakterlerin duygu sistematiğini net biçimde çözemediği için ortaya karışık olay bütünlüğü çıkmış. Mesela oyunu bilmeyen birisi Zehra’ nın hasta olduğunu mümkün değil anlamaz. Sonra bir rüya sahnesi var ki, baştan sona travmatik yanlışlarla dolu. Asıl gürültünün koptuğu son sahnedeki karmaşaya ise değinmeyeceğim.
Zehra rolünde –ki bana kalırsa rolünün hakkını veren tek isim- Güldeniz Türküstün, karakter psikolojisini fevkalade iyi analiz ediyor. Zehra’ nın çaresizliği oyuncunun sadece dilinde değil; bedenine, ruhuna yansımış. Tüm eseri tek başına sırtlayan Türküstün, Mahmut’ta Fatih Özyiğit ile girdiği çatışma dolu anlarda ‘ağlama’ olayını zorlamaması gerekir. Fatih Özyiğit’ in Mahmut’a katkısı durağan seyrinde. Aslında çocuklarına deli gibi aşık bir adamın daha fazla ikilem ve duygusal bunalım içinde kalması gerekir. Ümit Dikmen’ in ‘Mirza’daki ‘üç kağıtçı’ rol sunumu, son sahnede izleyene derin bir ‘of’ çektirirken, Tomris Çetinel’ in dış sesi nedense pek anlaşılmıyor.
İzmir Devlet Tiyatrosu’nda geçtiğimiz sene izlediğim ‘Arap Abdo’ oyunundan sonra ‘Kurban’ bu sezon benim için tam anlamıyla hayal kırıklığı oldu. Rejisinden sahne tasarımına hatta ışıklarına varana dek gösteriye neresinden baksanız kusurlu! Oyuncuların bu basit oyunu biraz daha ciddiye alıp, rollerine asılmaları gerekir. İnsan inanmadığı bir projeye zorla aşık olamaz, ama en azından bunu seyirci hissetmezse her şey daha güzel olacak.
Yaşam Kaya / [email protected]
Anahtar Kelimeler: kurban, izmirdt, izmir devlet tiyatrosu
0 Yorum