MAKALELER

Bir Delinin Hatıra Defteri - Ankara Devlet Tiyatrosu

2009.12.23 00:00
| | |
5748

Burası DT Üsküdar Tekel Stüdyo Sahnesi. Üsküdar’dan Kuzguncuk’a doğru gelirken bir otobüs durağı mesafede...



 


    OYUNCULUK TARİHİMİZDE BİR KİLOMETRE TAŞI : ERDAL BEŞİKÇİOĞLU VE "BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ"...


 
     ÜSKÜDAR TEKEL STÜDYO SAHNESİ’NDE BİR ANKARA TURNE OYUNU 
    Burası DT Üsküdar Tekel Stüdyo Sahnesi. Üsküdar’dan Kuzguncuk’a doğru gelirken bir otobüs durağı mesafede , Paşalimanı diye anılan bir yer. İki yüz elli yıllık taş bir binadayız. Taş duvarlar ortaçağ kaleleri gibi bir , bir buçuk metre kalınlığında. Son yüzyılda Şarap Fabrikası olarak kullanılmış bir çeşit şato burası. Geçtiğimiz sezon Kültür Bakanlığına verildi. Bakanlık da Devlet Tiyatrolarına devretti. DT ‘nin burada iki sahnesi , iki de prova salonu var. Ayrıca AKM tadilatı bitene kadar Opera Bale , Senfoni ve Türk Müziği Araştırmaları Müdürlükleri ve prova salonları da bu kompleksin içinde yer alıyor.


 
     DENEYSEL BİR ÇEVRE DÜZENİ : ÇEVRESEL OYUN DÜZENİ 
    Gelelim oyunumuza. Sahnenin tam ortasında duran bir vinç. Onun çevresinde dairesel olarak yerleştirilmiş seyirci sandalyeleri.(80-100 kadar) Sisler , ışıklar , ışık huzmeleri ile büyülü bir atmosfer…Birazdan bu deneysel oyunlar ve yorumlar için hazırlanan sahnede son yıllarda izlediğim en önemli oyunculuk performansı başlayacak…
 
    Oyunun adı : “Bir Delinin Hatıra Defteri”. Yazarı : Gogol. Yöneten : Cem Emüler. Oyuncu : Erdal Beşikçioğlu.

 


 
    VİNÇ YORUMU 
    Vinç ; tam olarak söylemek gerekirse ışık ayarı için kullanılan bir çeşit kreyn ; tahta bir mezura gibi açılıp kapanabiliyor , aşağı-yukarı-sağa sola hareket edebiliyor. Vincin ucunda çengel yerine içine bir ya da iki kişinin sığabileceği bir çeşit kafes asılı.
 
    Oyunun başında bu kafes yukarıda. Seyircinin tepesinde. Ayakkabı bağcıkları ile bağlı iki postal bu kafese bağlı olarak sarktığına göre oyun boyunca hareketli sahnemiz orası olacaktır ve oyuncumuz da oralarda bir yerde olmalıdır.


 
     KONSTRÜKTİF DEKOR VE NATURALİST OYUNCULUK 
    Derken efekt giriyor ve bir delinin kafasının içindeki anlaşılmaz , karmakarışık sözler bizi birazdan izleyeceğimiz drama hazırlıyor. Sisler arasında ve yarı karanlıkta oyuncuyu ilk gördüğümüzde Beyoğlu’nda yaşayan sokak adamlarından biri alınıp sahneye konmuş sanıyorsunuz.
 
    Eğer bir şehir, pardon , tiyatro efsanesi değil ise oyun başında geçenlerde bir seyirci salondan çıkmış ve “-Nereden buldunuz bu sokak serserisini ? Koskoca DT’nin bu rolü oynayacak hiç mi oyuncusu yok ?” demiş ve bilet parasının iadesini talep etmiş !...
 
    Yani oyuncumuz Beşikçioğlu o kerte rolüne girmiş ki görenler onu gerçekten deli sanıyormuş…Gerçekten de oyunun başında ağzından akan salyalardan oyun boyunca alnından,ensesinden şıp şıp diye bir kova dolusu terleyen birini siz görseniz farklı düşünmezdiniz.


 
     DELİLİK İLE AKILLILIK İLE ÖLÜM VE KALIM ARASINDA GİDİP GELMEK 
    Deliliği oynamaksa ; Sumru Yavrucuk da “Leane’nin Güzellik Kraliçesi”nde muhteşem bir performans sergiliyordu. Ama Beşikçioğlu’ndan başka kaç oyuncu acaba delilik ile canbazlığı birleştirmiştir ? Ondan başka yeryüzünde kaç oyuncu , hiçbir şekilde mecazi/sembolik değil ; gerçek anlamda ve sahnede hayatını tehlikeye atarak ; her an düşme tehlikesi ile dopdolu bir yorumla yorumlayabilir rolünü ?
 
     GERÇEKTEN DE “CANI İLE OYNAYAN , CANBAZ ” OYUNCU YORUMU 
    Deliliğin kıyılarında gezinmeleri , dolaşmaları , oyunun yönetmeni Cem Emüler gerçekten de güzel bir yorumla , oyuncuyu vincin üzerinde , her an yere düşebileceği tehlikelerle dolu cambazlıklar içinde ; yaşamla ölüm arasında gidip gidip gelen bir gerilim konsepti içine kondurmuş.
 
    Kaç oyuncu böyle bir risk alabilir ? Bu nasıl bir kontroldür ; nefese , sese , bedene , coşkulara,sinirlere,kaslara bu denli hakim olmak , hükmetmek…Seyirci olarak kıskanmamak , meslektaş olarak kıskanmamak ve imrenmemek elde değil !
 
     SEYİRCİ İLE AKTİF İLİŞKİYE “KAPALI BİÇEM” 
    Erdal Beşikçioğlu , deliyi “oynamıyor” ya da deliyi “göstermiyor” ; o bizzat ve tamamen “deli oluyor” …Sahnede müthiş bir illizyon ; olağanüstü bir büyü var. Ne ki oyunculukta ve yorumda tercih edilen bu biçem ; doğası gereği “dördüncü duvar” illizyonuna/yanılsamasına dayandığı için olsa gerek seyirciyi yoksayıyor-hiçliyor ; son kertede oyuncu-seyirci iletişimini (en azından İspanya Kralı olduğu sahneye kadar) asgaride tutuyor. Seyirci ancak bu sahneden itibaren oyuna gülme tepkisi verme cesaretini kendinde buluyor ki ; “oyunculuk kutsaması ayini” yerini yavaş yavaş bildik tiyatro gösterimine bırakmaya başlıyor.
 
    Bu anlamda oyun yorumunun çok da paylaşımcı olduğu söylenemez. Daha çok “kendine çok aşık ; narsist” ve içe dönük bir yaklaşım seziliyor. Bu da etkin seyirci yerine edilgin bir seyirci tercihi yapıldığını düşündürüyor.
 
     OYUNCULUK METNİN BİLE ÖNÜNE GEÇİYOR 
    Oyunculuk o kerte önde , vurgulu ve büyülü ki ; metin-oyuncu dengesi yazar aleyhine bozulmuş ; Gogol ve öyküsü arka planda kalmış oluyor…Önemli olan oyun değil de oyun üzerinden oyunculuk ve yorumdur denilebilir mi ?
 
     VİNCİN YÖNETİMİ 
    Vinç yorumu ; konsepti çok hoş da hoş olmasına ; her yeni sahnede bir hareket , yeni bir konum , düş gücümüzü çalıştırıyor çalıştırmasına ama acaba vincin bu hareketlerini sağlayan kontrol panelinin oyuncu tarafından kullanılmasını seyirci olarak nasıl yorumlamalıyız ? Sekizinci dereceden küçük bir devlet memurunu “delirten düzeneği”/sistemi aslında kendisinin kurguladığını mı ?
 
    "Deli”mizin bu çarkın , makinenin , sistemin (vincin) pilotu yerine ; kurbanı olması daha doğru olmaz mı idi acaba ? Bu ve benzeri sorular ise bizi doğudan doğruya oyunun dramaturjisine ve bu oyun(un yorumu ile) “seyirciye söylenen söz” ve “seyirciye iletilen mesaj/ileti/tema/anafikir” konusuna götürür…
 
     SÜREÇ VE SONUÇ AÇISINDAN DELİLİK 
    Sonra…Delilik bir sonuç. Tiyatro ise bir sürecin/hareketin/eylemin/öykünün taklidi/mimesis’i değil mi ? Niye oyuncumuz oyunun en başından itibaren dört dörtlük tam bir deli ? Oysa oyun metninde yavaş yavaş delirmiyor mu ? Tam olarak da köpekle konuşmaya başladığı sahnede halisinasyonların başladığını ve “aranan İspanya kralı bulundu : meğerse benmişim !” dediği sahnede iyice sıyırdığına tanık olmuyor muyuz ?
 
     BİR EFSANE DOĞUYOR 
    Tiyatro kulislerinde hemen her gece eski ustaların hikayeleri anlatılır ; hem eskiler anılır hem de kıssadan hisseler çıkarılır , gelenek gençlere aktarılmaya çalışılır. Bunların bazıları komik bazıları da hüzünlüdür. Bazı oyunlar ve oyuncular bir arada anılırlar. Efsane olurlar. Tıpkı Engin Cezzar’ın “Hamlet” i , Genco Erkal’ın “Bir Delinin Hatıra Defteri” gibi…
 
     İZLEYİN ÇOCUKLARINIZA ANLATACAK BİR ANINIZ OLSUN 
    Üsküdar Tekel Sahnesi’ne giderken alkımda ister istemez bu düşünceler vardı. Salondan çıkarken ise böyle bir oyuna , böyle bir yoruma , böyle bir oyunculuğa ve oyuncuya tanık olduğum için kendimi şanslı saydım. Çocuklarıma , öğrencilerime anlatabileceğim tarihi önemde bir tiyatro olayına tanık olmuştum çünkü. Böyle oyunlar on yılda , yirmi yılda , elli yılda bir ya gelir ya gelmez. Kaçırmayın ; oyunculuk tarihimizin geldiği noktayı kendi gözlerinizle görün…
 
Ankara Devlet Tiyatrosu

 

Anahtar Kelimeler: bir delinin hatıra defteri, ankaradt, ankara devlet tiyatrosu



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir