MAKALELER

Üçü Bir Arada - İstanbul Halk Tiyatrosu

2020.10.12 00:00
| | |
6713

Yer Karşıyaka Bostanlı Suat Taşer Sahnesi, İstanbul Halk Tiyatrosu, Yunus Emre Gümüş’ün kaleme aldığı “Üçü Bir Arada” oyununu sahneliyor. ..

Kaybedenler Kulübünden “Üçü Bir Arada” 


“Dert sik gibidir; herkes kendininkini en büyük sanır.” Salon kahkahadan kırılıyor ama adam burnundan soluyor. Hayatına son verme aşamasında, karşısındaki iki süzme salak, “Bak dünyada ne dertler var. Otur kalk haline şükret” kıvamında dertlerini yarıştırıyorlar. İş, “benim derdim seninkinden daha büyük” durumuna gelince, adamı sinirden patlatıyorlar. Adam intiharın eşiğine gelmiş, biz de deli gibi gülüyoruz. Yer Karşıyaka Bostanlı Suat Taşer Sahnesi, İstanbul Halk Tiyatrosu, Yunus Emre Gümüş’ün kaleme aldığı “Üçü Bir Arada” oyununu sahneliyor. Farklı yaşlardan üç tane kaybeden, birbirini yılbaşı gecesi buluyor. Yıllardır aynı apartmanda yaşayan ama bir kez bile karşılaşmamış, komşusunu merak etmeyen bu üç yaşama özürlüsü, elektrikler kesilince inlerinden çıkmak zorunda kalıyorlar.
  
Kova Kaleci (Cem Davran) en yaşlı olanları, intihar eğilimli, takıntılı, her anlamda hasta, bu hayattan kesinlikle sıkılmış ve yılbaşı gecesi “benim derdim, senin derdinden daha büyük” yarışına girecek halde değil. Durumuna bakılırsa adam haklı. Bornozlu (Celil Nalçakan) kendini Don Juan sanan, kadınlarla ilişki kurabilmeyi başarsa çok şey yapacak olan ama iletişim dahi kurmayı beceremeyen çakma Kazanova. Alt yazı (Onur Özaydın) bilgisayarın karşısındaki iskemleye götünden zamkla yapıştırılmış olan, ancak elektrikler kesilince yerinden kalmayı akıl edebilen, internet ve oyun bağımlısı genç çocuk. Bu tamamen aykırı üç karakterin iletişim kurabildiği tek bir dil var o da futbol. 

Ancak futbol üzerinden birbirilerini anlayabilen üç insan, kendi yaşam öykülerinden kesitler paylaşmaya başlayınca komedinin içinde var olan trajedileri görürüz. Diğer insanlar hayatlarına bir şekilde devam ederken, bu üç ağır hasarlı karakter hayatın belli bir noktasında takılıp kalır. Yaşadıkları çok ağır gelir, bir türlü üstesinden gelemezler. Sosyalleşmekten uzak, diğer insanlarla iletişim kuramayan, saklandıkları inlerinden çıkamayan üç adamın yaşadıkları travmalar insanın içini burkar. Sevgi hasarlı, hayattan korkan üç kocaman çocuk var karşımızda. Risk almayı sevmiyorlar ama intihar oyunu oynayabiliyorlar ve futbol üzerinden gayet güzel anlaşıyorlar.
 

“Keşke babam beni Beşiktaş’ı sevdiği kadar sevebilseydi”. Bornozlu acıklı ve ağlamaklı bir şekilde başını Kova Kalecinin omzuna koyar. Bir an için intihar etmeyi unutan adam bu sefer Bornozluyu teselli etmeye çalışır. “Olur mu öyle şey yaaa. Baban seni mutlaka sevmiştir. Söylemez ama mutlaka sever. Baba bu.” Aynı anda öteki omzunda Alt Yazı biter. O da ağlamaklı bir şekilde sevilmemekten yakınır. Adam intihar işine bir süreliğine ara verip bu sefer de Alt Yazıyı avutmaya başlar. İş trajediden çoktan komediye dönmüştür. Kendini öldürme konusunda kesin kararlı olan Kova Kaleciyi vazgeçirmek için ne acı travmalar yaşadıklarını anlatırlarken birden kendimizi Şirinler Köyünde buluyoruz. Biraz önce intihar mevzundaydık, hangi ara Şirin Babaya bağladık anlamakta zorlanırken aynı şaşkınlığı Kova Kaleci de yaşıyor. Zıpır “Alt Yazı” hikayesini anlatırken adamın ağzından girip burnundan çıkıyor. 

Kahkahanın hiç kesilmediği bir oyunda, hayat, aile, problemli ebeveynler, aşk acıları, üstesinden gelinemeyen ağır travmalar, büyük kayıplardan bahsedilir ama konunun merkezinde daima futbol ve Beşiktaş vardır. Arada Ajax da geçiyor fakat bütün oyunu da burada anlatmayalım. Ajax’ın neden olduğu travmayı anlamayı oyuna giden siz tiyatro severlere bırakalım. İşin büyüsü kaçmasın. 
 

 

Böylesine trajik bir durumu komedi üzerinden müthiş akıcı bir dille anlatabilmek büyük başarıdır. Sağlam bir tiyatro metni üzerinden, yalnızlığın dibini bulmuş insanların nasıl sosyapata dönüştükleri çok çarpıcı bir şekilde anlatılıyor. Sardalye kutuları misali tıkış tıkış yaşanan apartmanlardaki insanların birbirlerini yedi yıldır hiç göremedikleri düşünülürse, insanları bir araya getirdiği için elektrik kesintilerine şükretmek gerekiyor. Üç adam da kaybedenler kulübünün üyeleri gibi duruyor. Aslında Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar” romanındaki karakterleri anımsatıyorlar. Sürekli kaybeden bu anti kahramanlar bize çok tanıdık geliyor. Toplumun çok büyük bir kesimini temsil eden bu “kaybedenler” giderek popüler oluyor. 

İstanbul Halk Tiyatrosu’nun sahneye koyduğu “Üçü Bir Arada” Yunus Emre Gümüş’ün kaleme aldığı bir oyun. Genç kuşak, yetenekli oyun yazarlarından Yunus Emre Gümüş güçlü kalemi ve yazdığı başarılı oyunlarla tanınıyor. “Erkekler, Futbol ve Dahası” olarak sahnelenmeye başlayan oyun sadece futbol üzerineymiş gibi bir izlenim yaratmaması için “Üçü Bir Arada” olarak değiştirilmiş.  Engin Alkan’ın yönettiği oyunda başrolleri Cem Davran ( Kova Kaleci), Celil Nalçakan ( Bornozlu) ve Onur Özaydın ( Alt Yazı) paylaşıyorlar. Dekor ve ışık tasarımını Cem Yılmazer’in yaptığı oyunda oyunun dramaturjisi Sinem Özlek’e, fotoğraflar Mehmet Turgut’a ve afiş tasarımı Berkcan Okar’a ait. 
   
Her üçü de stadı evin ortasına taşımış. Evlerinde çok fazla eşyaları yok ama bir kale ağları var, dört sandalyeli plastik seyirci koltukları da var, hatta evde bir basın masası bile var. Bornozlunun serildiği yatağın altı içilmiş boş bira kutularıyla dolu. Böyle olunca, bunların ne kadarı o adamların hayal gücünde yaşanıyor, ne kadarı gerçekten evin salonunda yer alıyor diye düşünüyor insan. Gerçekten, bu kaybedenler kulübünün üyesi üç adamın hayal dünyası ile gerçeklik arasında nasıl bir çizgi var diye merak ediyoruz.

Sahnede gördüğümüz fantastik futbol evreni oyunun yönetmeni Engin Alkan’ın kendi yorumu. Metinde mekân orta halli bir evin salonudur. Engin Alkan oyundaki karakterlerin bilinçaltını sahneye taşıyınca hikâyenin diliyle uyumlu futbol anlamında görsel bir zenginlik yakalanıyor. Gerçekle hayal dünyası arasında gidip gelen karakterleri çok iyi yansıtan ve oyunun ruhunu yakalayan estetik bir sahne dili yaratılmış. Kritik anlarda duygu aktarımını güçlendiren ışık tasarımı ise Cem Yılmazer’e ait.

Oyun modern zamanlarda büyük şehirlerde kaybolan yalnız insanların ortak sorunlarını ele alıyor ama bunu gözümüze sokmadan son derece tatlı bir dille yapıyor. Sessiz ve sade bir şekilde attığı tokadın izinde aidiyet, ötekileşme, bağlılık, yalnızlaşma ve yabancılaşmanın sureti görünüyor. Olay örgüsü bu üç tuhaf kocaman çocuğun hayatlarındaki en karanlık noktada onları birleştirirken bizi de olayın tanığı yapıyor. Artık hayatta kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış, dibe vurmuş bu üç adamın gözünden sıradan hayatlarımıza bakıyoruz. “Gelinim sana söylüyorum, kızım sen anla” tadındaki bu yaklaşımla aynayı yüzümüze doğru tutuyor. Kredi kartlarımız ve elimizden bırakmadığımız son model telefonlarımızla sanki çok şeye sahipmiş gibi yapıyoruz ama işin aslı çok farklı. Bir türlü yüzleşemediğimiz bu gerçeğin kaç kişi farkında? Mesela oyundaki Kova Kaleci bunun bal gibi farkında ama diğer ikisi halen Şirinler Köyünde yaşıyor. Oyunun yazarına göre, “oyun aslında kimsenin hiçbir yere gitmediği bir yol hikayesini” anlatıyor. 

Oyunda Cem Davran Kova Kaleci rolünde olağanüstü bir performans sergiliyor. Yolun sonuna gelen sert adamdan, sevecen bir bilgeye yumuşak bir şekilde geçiyor. Kendi dertlerini unutup diğerlerini avuturken içimizi acıtan gerçekliğe göndermeler yapıyor. Doğal ve rahat oyunculuğuyla seyirciyi kolaylıkla yakalıyor ve oyunun içine çekiyor. Bizi oyundaki karakterin gerçekliğine inandırıyor. Diğer oyuncularla iletişimi çok iyi, oyunu dengede tutarken oyunun enerjisi hiç düşmüyor. Celil Nalçakan (Bornozlu) sözde karizmatik çapkın ama kadınlarla daha doğru dürüst konuşamıyor bile. Üzerindeki beyaz bornozuyla dünyaya geldiğinden şüphelendiğimiz Celil Nalçakan, oyun boyunca üzerine yapışan o bornozu hiç çıkarmıyor. Sorunlarını kabul etmeyen, sürekli gerçeklerden kaçan, sorumsuz, yalnız adam profilini başarıyla sahneye taşıyor. Çizdiği sevimli ama güvenilmez tavrıyla çok tanıdık geliyor. Sıcak, samimi oyunculuğuyla beğeni topluyor. Doğal oyunculuğuyla göz dolduran Onur Özaydın (Alt Yazı) bilgisayar bağımlısı sosyopat karakterinde çok başarılı. Her üç oyuncu da sahnede çok güzel paslaşıyorlar. Üstelik kendi aralarında çok eğleniyorlar. Hatta bazen sahnede gülme krizleri tuttuğunda bu gülme krizine seyirciyi de dahil ediyorlar. Yani anın duygusunu, o sıcaklığı seyirciye geçirmede çok başarılılar. 

Her üçü de bir türlü hayatlarına devam edemiyorlar. Herkes yakınlarını kaybediyor. Herkes ölüm acısı yaşıyor ama sonuçta hayat devam ediyor ama bizim üç kafadar için hayat bir noktada duruyor. Hayatın bir noktasında takılıp kalıyorlar. Onları sıra dışı yapan bu yaşadıkları trajedi. Bir süre önce, akşam haberlerinde siyanürler intihar eden ailelerin dramıyla sarsıldık. Hepimiz aynı soruları sorduk. Bu insanlar bu kadar mı umutsuz? Bu kadar mı kimsesiz?  Hiç akrabaları, arkadaşları, komşuları yok mu? Hiç kimse kapılarını çalmamış mı? Belki bizim oturduğumuz apartmanda, mahallemizde bu karakterlerden biri yaşıyor ve bizim onların varlığından bile haberimiz yok. Bu acı eşiğini defalarca geçmiş insanlar gündelik hayatta, adeta görünmez bir şekilde, yanımızdan geçip gidiyorlar ve biz bunun farkında değiliz. Başka insanlarla iletişim kuramadıkları için o insani sıcaklığı yaşayamıyorlar. Acılarını paylaşacakları hiç kimseleri yok. Kendi acılarında boğulan milyonlar var. Akşam olup, herkes kapısını kapadığında yalnızlığı, acısı ve umutsuzluğuyla baş başa kalıyor. Bunu kaldıramayanlar, yolun sonuna gelenler, erken havlu atıyorlar. 

Oyunun yazarı Yunus Emre Gümüş olağanüstü kıvrak kalemiyle bu “görünmez insanları” sahnede görünür hale getiriyor. Gönül gözümüz kapatan bağları çözüyor. Bunu yaparken öyküyü tatlı tatlı ısıran bir dille, yumuşak ama bıçak gibi keskin bir ifadeyle anlatıyor. Bize çok tanıdık gelen hikayeleri izlerken güldüren “Üçü Bir Arada” çok başarılı bir oyun. Verdiği mesajları, sağlam senaryosu, zengin alt metni bir yana, insan olduğumuzu hatırlatan sıcacık duygusuyla oyun izlenmeye değer. Gülerken içimiz kan ağlıyor ama gülmeye devam ediyoruz çünkü hayat akmaya devam ediyor.

Anahtar Kelimeler: üçü bir arada, istanbul halk tiyatrosu



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





TİYATRONLİNE

E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir