Fotoğraf: Seval Deniz Karahaliloğlu
Nazım “kalbimin kızıl saçlı bacısı” dediği Piraye’ye şöyle seslenir “..Kızım, annem, karım kardeşim/ sen / Başında güneşler esen/ Altın gözlü çocuk, / Altın gözlü çocuğum benim; / deli çığlıklar atıp avaz avaz / burnumun dibinden gelip geçti de yaz / ben, bir demet mor menekşe olsun / getiremedim / sana! / Ne haltedek, / dostların karnı açtı / kıydık menekşe parasına!” Nazım ve Piraye’nin 20 yıl süren birliktelikleri, şairin yattığı çeşitli cezaevlerinde, yaşadıkları zorunlu ayrılıklarla çok acı ve güç koşullarda geçiyor. Evlenip mutluluğu yakaladıklarını düşündükleri bir dönemde Nazım, “Gece Gelen Telgraf” isimli kitabı nedeniyle ceza evine giriyor. Bu dönemde yattığı Bursa Cezaevinden Piraye’ye yazdığı çok sayıda mektup ve şiir bulunuyor. Bu birbirinden güzel şiirler arasında en çok sevilen ve bilinen şiiri şöyledir. “ Bir tanem !/ Son mektubunda: / “Başım sızlıyor yüreğim sersem” diyorsun. / “Seni asarlarsa, seni kaybedersem; / diyorsun / “yaşayamam !” / Yaşarsın karıcığım, /kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda; / yaşarsın kalbimin / kızıl saçlı bacısı / en fazla bir yıl sürer / yirminci asırda / ölüm acısı..”
Cezaevinden Nazım’ın kalbinin kızıl saçlı bacısına yazdığı şiirler, bugünlerde tiyatro sahnesinde hayat buluyor. Tiyatro sahnesinde seyirciyle bululan “Piraye” oyunu Nazım Hikmet’in kaldığı Bursa Cezaevinden yazdığı mektuplardan oluşuyor. Tek perdelik oyunda, oyuncu Murat Çıdamlı sahnede bir destan yazıyor. Nazım’ın Piraye’ye duyduğu aşkı, cezaevi koşullarında şairin ayakta kalma mücadelesini anlatıldığı oyunda, mektupları sanki o anda yazılmışçasına içimizde hissediyoruz. Şiirlerinin sıcaklığı ve tazeliğinde Nazım ve Piraye’nin aşklarına tanıklık ediyoruz. “Bir tanem / elbette saçlarınız kırmızıdır / gözleriniz / bazen yeşil/ bazen bal rengi. / Ve bu dünyada / benden evvel söylenmemiş sözüm/ bundan ibarettir. Seni niçin bu kadar çok severim bilir misin karıcığım? Çünkü senden çok şey öğrendim, senin sayende gencim, genç kalacağım. İlk şiirimi yazdığım vakit sen yoktun, ama vardın”
Yaşadığı dönemde bütün şiirleri yasaklı olan şairin bütün şiirleri şimdi her zamankinden daha güçlü bir sesle söyleniyor. 15 Ocak 1902’de Selanik’te doğan Nazım Hikmet, 3 Haziran 1963’de Moskova’da hayata gözlerini yumar. Şiirleri, düz yazıları, yazdığı tiyatro oyunları, destanlarıyla ardında çok sayıda eser bırakmış bir yazarı bütün yönleriyle tek bir söyleşide anlatmak mümkün değil. Nazım Hikmet’in şiirleriyle tiyatro sahnesine uyarlanan Piraye oyununu tiyatro sanatçısı Murat Çıdamlı ile konuşuyoruz.
SDK -Nazım Hikmet’in adını ilk defa ne zaman, nerede ve nasıl duyduğunuzu anımsıyor musunuz? Ona ait ilk okuduğunuz şiir neydi ve sizi nasıl etkilemişti?
Murat Çıdamlı - Ben sanatçı bir aileden geliyorum. Annem ve babam opera sanatçısıydı. Dedem ve dayım şairdi. Kısaca yalnızca şiir okunan, resim takip edilen, müzik dinlenen değil, bu sanat eserlerinin üretildiği ve üzerine tartışmaların da yapıldığı bir çevrede yetiştim. 1970 ile 80 arası yıllar Türkiye’de sol toplumsal muhalefetin en güçlü olduğu yıllardı. Bu politik iklim bizim “kayıp kuşak” için bir kaynak işlevi gördü. 12 Eylül darbesiyle duraksayan, yön değiştiren muhalif çizgi, başka mecralara doğru aksa da, toplum normallerini sorgulayan pek çok sanatçı yarattı. Ben küçük bir çocukken, herhalde henüz okuma yazma bilmediğim dönemlerde, ilk önce Nazım’ın şiirlerini duydum. Nazım’ın şiirlerinden bestelenmiş şarkıları dinledim ve söyledim ama anımsayabildiğim kadarıyla “Kız Çocuğu” şiiri hassas çocuk kalbimde derin bir iz bırakmıştır. Çocukların da ölebileceği fikriyle ilk kez o zaman tanıştım. Okuma yazma öğrendikten sonra ise elime geçen ilk şiirler onun aşk şiirleri oldu. O dönem çok romantiktim ve aşk şiirleri yazmaya çalışıyordum. Garip akımı şairlerinin naif şiirleri, Can Yücel’in kavgacı-neşeli şiirleri, Jacques Prévert, bizim halk ozanları derken 11-12 yaşlarındayken “Memleketimden İnsan Manzaraları” kitabını okumaya başladım. Hala geri dönüşlerle okuyorum.
SDK - Nazım Hikmet’in ilk kitabını nasıl edindiğinizi anımsıyor musunuz?
Murat Çıdamlı - 12 Eylül sonrası bir dönem her kitap o kadar kolay bulunmuyordu. Kitaplar sobalarda, küvetlerde yakılmıştı ya da yasaklanmıştı. Zaten pek çok kitabın tam basımı bile yapılmamıştı. Kendi paramla aldığım ilk kitap Nazım üzerine Vala Nureddin tarafından yazılan “Bu Dünyadan Nazım Geçti” ve Zekeriya Sertel’in “Nazım Hikmet’in Son Yılları” olsa gerek. Şiirlerin çoğunu okumuştum zaten. 14-15 yaşlarında Ankara’da Sıhhiye’de Zafer Çarşısı’nın altındaki kitapçılardan almış olmalıyım. Hala kütüphanemde duruyorlar.
SDK - Nazım Hikmet’in en sevdiğiniz şiiri hangisidir? Neden sizin için bu kadar özel?
Murat Çıdamlı - Nazım çok büyük bir şair. En az 5-6 farklı dönemi var şair olarak. En sevdiğim şiiri diye ayırmak zor. “Makinalaşmak İstiyorum” şiiri şiir sanatına getirdiği yenilik açısından çok önemli benim için. “Kerem Gibi” yine hem bu açıdan hem de içeriğindeki cesur öz nedeniyle çok önemli. Destanlarının her biri ayrı değerde. Bana göre, “Benerci Kendini Niçin Öldürdü” nün girişi çok özeldir. “Şehir / uzakta. / Genç adam / ayakta. / Akıyor / şehirden geçen nehir / genç adamın ayakları dibinden. / Genç adam / piposunu çıkarıyor cebinden / aranıyor kibriti. / Bakıyor akar suya / düşünüyor Heraklit'i, / düşünüyor büyük hakîm Heraklit'i genç adam...” Bunun yanında, “Yaşamak Kasideleri” ise apayrı güzeldir. Aşık olduğu her kadın için birbirinden güzel şiirler yazmıştır. Aşık olduğu memleketi için yazdığı; “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim...” dizeleri muhteşemdir. Son dönem şiirleri içinde, “Vatan Haini” ölümsüz ve erişilmez bir üslup değeri taşıyor. Seçim yapmak imkansız benim için. Bana göre, “Memleketimden İnsan Manzaraları” Anadolu’nun destan geleneğine 20.yy da yapılmış en büyük katkıdır.
SDK - Okul yıllarınızda, hiç şiir okuma toplantılarına katıldınız mı?
Murat Çıdamlı - 1980 sonrası okullarda Nazım şiirleri okutulmuyordu. Oyunları da oynanmıyordu ama gençliğe dönük coşkulu şiir geceleri vardı. İnsanlar şiir aracılığı ile yaralarını sarmaya, umudunu korumaya çalışıyordu.
Fotoğraf: Seval Deniz Karahaliloğlu
SDK - Nazım Hikmet’i şiirine siyasi görüşünden bağımsız olarak edebi yanıyla baktığınızda, şiirindeki insanı etkileyen insan sevgisi ve şiirinin vurucu gücü için ne söyleyebilirsiniz?
Murat Çıdamlı - Nazım’ın siyasi görüşü ve edebi kişiliğinin pek de birbirinden ayrılamayacağı görüşündeyim. Yani yazdığı mısralarda insan sevgisinden dem vuran ama yolda yürürken aç çocukları görmezden gelen biri değildir o. Son kuruşuna kadar cebindekini paylaşan, kavgadan kaçmayan, insanlara zorda yaşama ustalığını öğreten biridir. Teori ve pratiğin birleşip ayağa kalkmış halidir. Sadece yazdıklarıyla değil, yaşamı ve kavgasıyla da beni ve arkadaşlarımı derinden etkilemiştir. Teknik anlamda Tevfik Fikret, Yahya Kemal ile birlikte modern Türk Dili’nin üç kurucu şairinden biridir. Bu gün konuştuğumuz dil onun şiirlerindeki buluşlarının bir neticesidir.
SDK - Piraye oyunu öncesinde hiç Nazım Hikmet ile ilgili bir oyunda rol aldınız mı?
Murat Çıdamlı - 1993 yılında, okuldan yeni mezun olduğum dönemde, Ankara Devlet Tiyatrosu’nda Ergin Orbey yönetiminde ve Binnaz Dorkip’in koreografisiyle sergilenen Nazım Hikmet’in yazdığı “Ferhad İle Şirin” oyunu ile ilk kez profesyonel sahneye adım attım. Koroda oynuyorduk ve küçük de olsa bir rolüm vardı. 1 yıl sonra Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’nu kazandım. Bu kez Coşkun Irmak yönetiminde “Ferhad ile Şirin” oyununda Ferhad rolünü oynadım. 1996’da, yönetmen olarak bir grup konservatuar öğrencisiyle Nazım Hikmet’in “Sevdalı Bulut” oyununu çalıştım. Şimdi hepsi çok değerli meslektaşlarım. Bu çalışma bana çok şey öğretti.
SDK - Piraye oyununu sahneleme fikri nasıl oluştu? Nazım Hikmet’i neden Piraye üzerinden anlatmak istediniz ?
Murat Çıdamlı - Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’ndan 30 yıllık çalışma arkadaşım ve daha sonra yapımcım Hasan Acar ile birlikte geliştirdik bu projeyi. Yola çıkarken, Nazım hakkında yapılan oyunlara yeni bir açıdan bakabilecek, yeni bir metinle katkıda bulunmayı hayal ettik. Nazım’ın aşk meselesine bakışı şu, “Mesele bir tek insana karşı duyulan aşkla, insanlığa, insanlığın hayrına duyduğu aşkın mücadelesi değildir, mesele bu aşkın bir bütünlük teşkil etmesidir.” Yani Piraye’ye duyduğu aşkla, şiirlerinin yaratım sürecinde nasıl beslendiğini, kavgasına ayırdığı kuvveti nereden bulduğu anlatmak istedik. Temel meselemiz buydu.
SDK - Piraye oyununu sahneye koyarken nasıl bir araştırma yaptınız?
Murat Çıdamlı - Bu konuda yazılı her şeyi tararken belgesel tadında bir yapımdan çok, yaratım sürecini aşkla zenginleştiren ve aşk duygusuyla yaşama tutunmaya çabalayan bir insanın portresine katkıda bulunabilecek yapboz parçalarını bir araya getirmeye çalıştık. Nazım’ın Piraye ile yaşadığı ilişkinin büyük bölümünde fiziksel bir yakınlığın olmaması ilginçtir. Bu ilişkinin bitimindeki yaşadığı fırtınalı dönem ve Nazım’ın gerek hapishanede geçirdiği dönem, gerek ilişkisindeki bunalımlar dolayısıyla az daha intihar eylemini başaracak olması çok önemlidir. Bu konular benim için üzerinde durulması gerek konulardır. Nazım’ın Piraye ile olan ilişkisi müddetince kaleme aldığı her şeyi kullansak ortaya 10 saatlik bir gösteri çıkabilirdi. Bu aşk sayesinde onda oluşan yaratıcı güç ve yaşama azmine ilişkin şiirlerden bir seçme yapmaya çalıştık. Ve açıkçası zor bir seçim süreci oldu. Nazım’ın şiir dilinde, duyguları anlatmada kullandığı sahicilik ve samimiyet çok değerli. Oyun sırasında, bu sözcükler aracılığıyla seyircinin kendi aşk hafızasını yoklaması ve yaşamda tuttuğu yola olan inancını sorgulaması açısından duygusal bir katılım sağlıyor.
SDK - Nazım Hikmetin şiirlerindeki anlatımla, insanın hayal gücünü harekete geçirmesi, anlatılan konunun insanın hafızasında bir film gibi canlanmasını neye bağlıyorsunuz?
Murat Çıdamlı - Nazım kelimelerle adeta resim çizer. Gerçekçi roman yazarlarından aldığı yöntemle anlattığı karakterlerin içsel yönlerini de adeta bir ruh bilimci gibi analiz eder. Ritmik yapısı sayesinde seyircide ya da dinleyicide sıkılma, konudan uzaklaşma hissi en aza indirgenmiştir. O dönemde olanakları yeni keşfedilen sinema sanatıyla yakından ilgilidir Nazım Hikmet. Sovyet Sineması ile yakından ilgilenmiş, Muhsin Ertuğrul’un kurduğu Türk Sineması’nda senarist olarak çalışmıştır. Sinematografik anlatım olanaklarını bilinçli olarak şiirinde kullanmıştır.
SDK - Piraye oyunu hakkında araştırma yaparken, oyunda kullandığınız kostümleri, daktilosunu, yaptığı resimleri ve diğer malzemeleri nasıl belirlediniz?
Murat Çıdamlı - Dönemi incelerken o dönemde çekilen fotoğraflardan, anlatılardaki tasvirlerden faydalandık. Temel aksesuar ise Mehmet Fuat’ın “Piraye’ye Mektuplar” derlemesinde aktardığı Nazım’ın elleriyle yaptığı ve Piraye’nin Nazım’ın mektuplarını sakladığı tahta bavuldur. Bu bavul pek çok objeye dönüşebiliyor. Öyküsü gerçek, kendisi ise soyuttur. Oyunda kullandığım tahta bavul ise köy enstitülü bir öğretmenin elleriyle yaptığı bir bavuldur. Memleketimiz için güzel düşler kurmuş birilerinin ortak emeğidir. Oyunda kullandığımız tablo Nazım’ın Bursa Cezaevinde yaptığı tablolardan birinin kopyasıdır. Piraye’ yi idealindeki aşka en yakın resmettiği tablo olduğunu düşünüyorum.
SDK - Nazım Hikmet sizin için ne ifade ediyor ?
Murat Çıdamlı - “Mavi Gözlü Dev”. 20. Yüzyılın fütürist-devrimci şairler kuşağının en parlak, en üretken ve ne mutlu ki Türk şairi. İnsan sevgisini koca yüreğinde taşımaktan hiç yorulmamış, “büyük insanlığa” olan umudunu hiç kaybetmemiş, aşk ve devrim tutkusundan asla vazgeçmemiş, kocaman ama içindeki çocuğu da hiç öldürmemiş biraz da insanüstü bir kahraman. Yaşanılan şartlar ne olursa olsun, içimde insan sevgisini korumayı, uğruna ölünebilecek idealleri savunmayı, zor karşısında cesareti kaybetmemeyi biz Nazımdan öğrendik. Güzel günlerin geleceğine dair umudu korumayı Nazım Hikmet’tin eserlerinden öğrenen bir sanatçı olarak, bu düşünceyi gelecek kuşaklara aktarabiliyorsam ne mutlu bana.
20 yıl süren birlikteliklerinde Piraye Nazım’ı yattığı bütün cezaevlerinde takip eder. Ona mektup yazar, çamaşır götürür, yaşadığı bütün acıya ve yoksulluğa karşın şikayet etmeden ona destek olmayı sürdürür. Nazım umutsuz cezaevi günlerinde Piraye’ye şöyle seslenir. “..İçimde ikinci bir insan gibidir / seni sevmek saadeti / kelimelerin insandılar / Yaşamak / seni sevmek gibi ciddi bir iştir / Ve senin alnın gibi hür, ferah ve ümitli bir alem / kuracağız Pirayem / ve asi bir su gibi teslim oluşun / Bütün dünyada tanınmış bir şair olmak isterdim. Piraye’m bütün dünyada tanınmış ve bütün dünyanın en büyük şairini yaratabilmiş olsun diye, sözde ben imkansızlığı seviyorum.” Bir diğer mektubunda ise Piraye’ye şöyle yazacaktır. “Seninle beraber daha çok yerlere bakacağız nişanlım, yıldızlara, dost yüzlerine, Memedimizin gözlerine, güzel günlere, beraber yan yana bakacağız. Önümüzde dinç, kuvvetli, dolgun ve manalı bir hayat var daha. Gönlün kocalmasın nişanlım. Bak ben topal bacaklı, ihtiyar bir çınar ağacına benzeyen gövdemin içinde, her dem taze, her dem kuvvetli ve her dem senin ateşinle dolu, aşınmamış, pırıl pırıl bir yürek taşıyorum. Seni düşünürken ben gençleşiyorum. Bacağımın sızısı duruyor. Sen de beni düşünürken genç ol, kuvvetli ol.” Hayatını Nazım’a adayan ve ölümüne kadar bu konuda hiç kimseyle konuşmayan Piraye, artık tiyatro sahnesinde, Nazım’ın yazdığı şiirlerde ve mektuplarda yaşıyor.
Seval Deniz Karahaliloğlu
Anahtar Kelimeler: Piraye, ast, ankara sanat tiyatrosu
0 Yorum