Alevli Günler bir Irmak Bahçeci oyunu..
Uzun zamandır komedi türünde eser veren yazar yetiştiğini çok fazla göremiyoruz. Bu yüzden Bahçeci'nin oyunun ve oyunu icra eden ekibin, son dönemlerde pek bir moda olan "aletli jimnastikli, garip hareketli, doğaçlamalı, yarışmalı, yarıştırmalı" pek çok komedi yaptığını iddia eden tiyatrodan ayrıldığını söylemek mümkün . 1983 yılında doğan yazar, daha önce Mimar Sinan Üniversitesi Resim Bölümü'nde iki sene boyunca eğitim almış, ardından da Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü'ne Dramatik Yazarlık Ana Sanat Dalı'nda öğrenci olmuş ve bu eğitimi sırasında yönetmen yardımcılığı, maske atölyesi, dekor tasarımı, yaratıcı drama çalışmaları, ekiple metin yazımı, oyunculuk tecrübeleri de edinmiştir. Bu bölümden 2007 senesinde dereceyle mezun olup, Mitos-Boyut Oyun Yazma Yarışması'nda Michelangelo "Yalnızlığın Resmi" isimli oyunu ile ilk üç derecesini kazanmış ve oyunu yayınevi tarafından basılmıştır.
Alevli Günler seyirciyi de içine alan rejisi ile pek noktada interaktif olabilen bir oyun. Ancak bu oyun, kendisinin de oyunun bir parçası olduğunun farkında olan seyircinin, tiyatroda bulunduğunu tamamen unutturacak kadar egosuna oynanan ve "tribünlerden alkış b/eklemeli oyunlar"dan biri olma yolunun tercih edilmemesi ile benzerlerinden ayrılıyor. Onun yerine, zekice küçük buluşlarla izleyicinin keyfini arttırmak gibi bir yol benimsenmiş. Yazarın genç yaşına rağmen, dünyanın herhangi bir köşesinde cereyan etmesi mümkün olan dramatik bir çatışma üzerinden ustalıkla kurguladığı oyununda, günümüzde ülkemizde hakim olan komedyanın halini düşündüğümüzde, mizah denilince bize söyleyeceği çok şey olduğuna inandığım bir oyun Alevli Günler. Belki de bu yüzden oyun daha fazla anlam kazanıyor ve seyircisi ile kendi yaşamında bizzat tanıklık ettiği pek çok klişenin, insanlar arasında nasıl olup da bu kadar büyük bir bölene dönüşebildiğine işaret etmesi ile de onları pek çok noktadan kavrayabiliyor. İstanbul Halk Tiyatrosu'nun "oyunumuz hem eleştirel olsun hem de insanların gözüne sokmadan ve sakilleşmeden insanları güldürebilelim" düsturuna uygun olan bu oyunu bulduklarında sahneleme sürecine geçmeleri fazla zaman almamış. "Alevli Günler"in yönetmeni Yıldıray Şahinler oyunla ilgili olarak "Madem ki İstanbul Halk Tiyatrosu'yuz, istiyoruz ki bu oyunda halkın her kesiminden, inancı, tuttuğu takım, mesleği, mevkii ne olursa olsun herkes, bu olup bitene kahkahalarla gülsün. Bizimle ve birbirleriyle birlikte. Gülmekten gözlerimizden yaş gelinceye kadar gülelim. Ve bir yerinden bir şeye başlamış olmayı dileyelim," sözleri de bu görüşü destekler nitelikte.. Türkiye çapında turneye çıkan ve her yerde yoğun ilgi gören Alevli Günler'in kısa zaman önce 10. Lions Ödülleri'nde Komedi Toplu Canlandırma (Komedi Ansambl) türünde ödül alması da oyunun hedeflediği başarıyı yani seyircinin beğenisini kazandığını gösteriyor. Yoğun turne programına rağmen, "Türk Eğitim Derneği'nin iyi başarılı ancak maddi imkânları yetersiz öğrencilere üniversite eğitimlerinin sonuna kadar burs sağlamak amacıyla başlattığı '10.000 Genç Meşale Daha Aydınlık Türkiye' kampanyasına" bir destek de İstanbul Halk Tiyatrosu'ndan yine Alevli Günler oyunu yoluyla gitmiş.
Oyunun temel çatışma noktası, değişik kültürlerden ve inanç sistemlerinden gelen ancak çocukluktan itibaren samimi bir dostluğun tarafları olabilmiş üç kişinin hikayesinin içlerinden birinin öleceğini haber almasından sonra nüfus cüzdanındaki din hanesine "Şamanizm" yazdırtmak ve gömülmek yerine "yakılmak" istediği andan itibaren başlıyor ve oyun giderek başka bir minvalde ilerliyor.
"TARIK - Vasiyetimi söylüyorum: Ömrünün son aylarını yaşayan biri olarak, tek ve son dileğim şu; Beni yakacaksınız. Yani, ben ölünce cesedimi yakacaksınız!
MENSUR - Ne? Seni yakalım mı? Manyak mısın sen be?
TARIK - Ne diye manyak oluyor muşum? Gömülmek istemiyorum, o kadar...
HAYRİ - Neden ki?
TARIK - Şamanizm yasaklar gömülmeyi. Ateşten geldik, ateşe gideceğiz.
HAYRİ - Ben onu toprak diye biliyordum...
TARIK - Kandırmışlar seni.
MENSUR - Oğlum insan yakılır mı? Barbar mıyız biz? Yamyam mıyız?
HAYRİ - Ben yakamam abi. Kıyamam."
O saate kadar aralarında herhangi bir problem olmadan yaşayıp giden Muhasebeci Mensur (Levent Üzümcü), Bilim İnsanı Tarık Öztürk (Cem Davran) ve Kasap Hayri (Bahtiyar Engin) için giderek daralan ve sıkışan kısıtlı zamandan ötürü oyun, gerilimi hiç düşmeyen yüksek bir seviyede akmaya devam ediyor. Bu üç arkadaş rolündeki kişilerin özverili ve samimi oyunculuklarına ek olarak statükonun ve sistemin hem sesi hem de bizzat varlığı olarak komiser, diyanet işleri, nüfus idaresi memuru ya da adliyede avukat rollerinde karşımıza çıkan Erkan Can'ın seyircisi ile buluştuğu, çok yaratıcı ve keyifli, üstelik pek de umulmayan, sürprizli sahnelerle renklendirdiği tadına doyulmaz oyunculuğuna değinmek gerek. Tuğçe Kıltaç ise Tarık Öztürk'ün adli açıdan çatışmalarının sahneye taşınması noktasında ekibin geri kalan kısmı ile uyumlu bir oyunculuk sergiliyor.
Oyundaki (esas) olay/oyun yeri olarak Türk Dili ve Edebiyatı profesörü olan Tarık Öztürk'ün salonu olarak seçilmiş. Bu mekanda Tarık'ın bilim insanı olduğunu imleyen pek çok gösterge var. Kitaplarla dolu bir kütüphanenin yanı sıra, duvarlardaki Şamanizme özgü totemler ve maskeler, çalışma masası, ikonalar ve en ilginç olan da arkada sürekli hem de sonradan öğrendiğimize göre tam yirmi senedir, sönmemecesine yanan bir şömine! Sahnenin sonradan giderek genişleyen bir anlayışla dizayn edildiğini ve seyir yerini de içine alacak kadar esnediğini oyun devam ettikçe anlıyoruz. Sahnedeki dekora uygun olarak Şaman-Gök Tengri inancındaki ritüellerde söylenen birtakım şarkılar da zaman zaman oyunun müziği olarak karşımıza çıkıyor. Hatta, şaman törenlerinde kullanılan müzik aletlerinden biri olan "tüngürü" de sahne üzerinde kullanılılıyor. Zaten insanlık tarihine şöyle kestirme bir bakış atsak dahi, "hiçbir şeyin yok olmadan ama değişerek ya da başka kılıklara bürünerek" karşımıza çıktığını görüyoruz. Böyle düşününce , Türklerin ilk mensup oldukları inanç sistemlerinden biri olan Gök Tengrizm de elbette tam manasıyla yok olup gitmemiştir ve kendisini gündelik birtakım seremonilerimizde, alışkanlıklarımızda ve boşinanç/inançlarmızda sürdürüp gitmektedir. Bazıları ise bu arkaik inancı kendilerine din olarak benimsemişlerdir.
Oyundaki Tengrizm dinine mensup olan Tarık'ın arkadaşları Mensur ve Hayri, ondan çok daha farklı yaşantılara ve inanışlara sahip olan muhafazakar-milliyetçi kanadı temsil etmekteler ve aynı zamanda ülkenin çok büyük oranda mensup olduğu gibi İslam dinine mensup olan iki rol kişisi. Arkadaşlarının vasiyetleri kendileri için çok önemli olmasına rağmen, kişisel inançları bu isteğin şiddetle kabul edilemez olduğunu söylemektedir. Zaman içinde bu üçlünün, Tarık'ın isteği doğrultusunda devlet daireleri, adli kurumlar vs. arasında dönenip durduklarını ve bu çabalarının boşa çıktığını görüyoruz. Sahnede izlerken, Tarık Öztürk'ün sadece kendi kişisel inancı gereği, devletin tanımadığı ve tektanrılı bir din olmayan, paganik doğalı bir inanç sistemi olan "Şamanizm"i yazdırmak istemesi insan hakları açısından son derece normal bir arzu gibi görülmektedir. Buna karşın, işler ülke sathında ya da daha geniş tutup da dünyanın ahvalini düşününce, maalesef başka türlü bir gerçeğe tekabül etmektedir. Gazetelerin üçüncü sayfalarında okunması çok muhtemel bir haberden söz ediyoruz aslında bu noktada. Arada sırada kendi inançlarının devlet tarafından tasdik edilmesini isteyen ve bunun için resmi kurum ve kuruluşlara başvurma "cesaretini" gösteren birtakım insanların "trajikomik" hikayelerinin küçük bir bölümünü o sayfalarda okuyoruz işte. Alevli Günler sahnelenmeye başlandıktan sonra zuhur eden bir olayda, din hanesinde kendi inancını yazdırmak isteyen bir kişinin açtığı davada: "Din hanesine tek tanrılı üç semavi dinden (Müslüman, Hırıstiyan, Musevi) başka bir din yazılamaz" yanıtı verilerek, söz konusu kişi 'Hukuk Muhakemeleri Yasası'nda sayılan hallere uymadığı gerekçesiyle 172 lira idari para cezasına çarptırıldı. Bu haberi duyan profesör rolündeki Cem Davran ise "Rolümle ilgili araştırma yaparken Türkiye'de ciddi sayıda Şaman olduğunu öğrendim. Hatta benim oyunda canlandırdığım gibi lenf kanseri gerçek bir Şaman profesör tanıdım. İnançlara saygı duymak zorundayız. Farklı inançlarda da olsak kardeş gibi yaşayabiliriz. Oyunda da Şaman profesör diyanete gidiyor. Herkes, diyanetin bu isteğe tepki vereceğini düşünüyor ama öyle olmuyor. İnancına saygı gösteriliyor fakat mevzuatta onu çözecek bir madde yok" diye yanıt vermiştir.
Alevli Günler , işte böyle küçük, masum bir isteğin ne kadar dallanıp budaklanabileceği ve büyüyebileceğini komik bir dille anlatan, izlemesi keyifli bir seyirlik. Eninde sonunda kısa bir süre sonra öleceğini haber alan bir insanın, öldükten sonra bedeninin yakılıp kül edilmesi ve rüzgara savrulması isteği ise böyle bir ahval ve şerait içinde maalesef "yasal" yollardan gerçekleştirilmesi imkan dışı bir dilek olarak gözükmektedir. Yazılı olan ve olmayan kurallar, bedenin ölümden sonra hangi muamelelere maruz kalması gerektiğini dahi çok koyu bir ortodoksi ile belirlediğinden ötürü, insanın ölümden sonra bedenini nasıl kullanmak istediğine ilişkin arzusu ancak dilekçe bazında mahkemeye verilmiş olan ve gerçekleştirilmesi imkansız bir istek olarak kalmaktadır. Peki bu büyük oyunu bozmanın yolu yok mudur? Elbette vardır. Fakat bunu yapabilemek için geride kalanların kendi inançlarından, ön yargılarından ve iradelerinden arkadaşlarının vasiyetlerini yerine getirmek üzere vazgeçmeleri gerekliliğini zaruri kılmaktadır. O da gönül birlikteliği ve dostluk bağının gücü ile gerçekleştirilebilecek bir şeydir.
Seyircisini mutlaka kendi çelişkileri ile yüzleştirme yolunu seçerken, böyle bir durum karşısında takınacağı tutumu yeniden düşünmesini öneren bir yapım bu. Alevli Günler, içinde yaşadığımız ateşten gömlek gibi günleri eleştiren ama aynı zamanda güldürürken düşündürme işlevini de yerine getiren hoş bir oyun. Sezonun en çok ses getiren komedisinin bu sezon da devam ettiğini ekleyelim.
Anahtar Kelimeler: Alevli Günler, istanbul halk tiyatrosu
0 Yorum