“Vişne Bahçeniz borçlarınız nedeniyle satılacak. Vişne Bahçesi ve topraklarınız satılıyor.
“Vişne Bahçeniz borçlarınız nedeniyle satılacak. Vişne Bahçesi ve topraklarınız satılıyor.” Tüccar Yermolay Alekseyeviç Lopahin (Volkan Severcan) sesini duyuramadığını düşündüğü için avaz avaz bağırıyor. Karşısında gerçeklere tamamen sağırlaşmış, boş gözlerle bakan ve anlama güçlüğü çeken aristokratlara olacakları anlatmaya çalışıyor ama nafile. Gerçekleri bir türlü kabul edemeyen ve hayal dünyasında yaşamaya kararlı toprak sahibi soylular borç batağında yüzüyorlar ama olayın ciddiyetini anlamaktan çok uzaklar. Lopahin umutsuzca bağırıyor. “Arazileri satışa çıkarınca vişne ağaçlarını kesip ortadan kaldırmak gerekiyor. Açık arttırmaya çok az zaman kaldı. Bir karar vermek zorundasınız. Yoksa bu toprakları, evi, Vişne Bahçesini kaybedeceksiniz”.
Lyubov Andreyevna ’da (Gülen Karaman) tık yok. Boğazına kadar borç içinde olan o değilmiş gibi rahat ve umursamaz. Hanımefendi geçmişte yaşıyor. Aklı hep toprak sahibi kocasıyla birlikte yaşadıkları o güzel zamanlarda kalmış. Eşinin ve küçük oğlunun kaybını bir türlü kaldıramıyor. Gerçeklerle ilişkisini keserek sanki hiçbir şey olmamış gibi davranmayı tercih ediyor. Gülen Karaman çiftlik sahibesi Lyubov Andreyevna Ranevskaya rolünde sorumsuz toprak sahibi portresi çiziyor. Hayal dünyasında yaşama konusunda kararlı, sadece görmek istediğini gören, geçmişin acılarıyla beslenen, hüzünlü, sürekli kendine acıyan, ben merkezli bir kadın portesini başarıyla sahneye aktarıyor.
Hayatında tek gün bile çalışmamış olan, sürekli kardeşinin sırtından geçinen, sorumsuz Leonid Andreyeviç Gayev (Özdemir Çiftçioğlu) çiftliğin açık arttırmada satılacağı gerçeğini kulak ardı ediyor. Sanki olanlar onu hiç ilgilendirmiyor. “Ben Gayev 50 yaşlarında Rusya’da yaşayan sıkıntıları olan bir adamım. Pinpona ve antika eşyalara karşı bir ilgim var.” Boş ve kaygısız yaşam tarzını benimsemiş, borçlarını ödemek için Vişne Bahçesinin ve çiftliğin satılacağı düşüncesine bir türlü alışamayan ve hayatı boyunca sadık uşağı Firs tarafından şımartılan bir adam. Özdemir Çiftçioğlu boş ve kaygısız Rus aristokrasisinin temsilcisi olan karakteri sahnede başarıyla canlandırıyor.
İzmir Makine Mühendisleri Odası Tepekule Sahnesindeyiz. Tiyatro Sahnekarlar’ın sahneye koyduğu “Vişne Bahçesi” oyununu izliyoruz. Rus yazar Anton Çehov’un kaleme aldığı ve ilk kez 17 Ocak 1904’de Moskova Sanat Tiyatrosu’nda Konstantin Stanislavski tarafından sahnelenen oyun, dilimize Bilgi Paksoy tarafından kazandırılmış. Oyun 19. Yüzyılın sonlarında Rusya kırsalında geçer. Beş yıl boyunca Fransa’da aile servetini tüketen, borçları nedeniyle geri dönmek zorunda kalan bir ailenin gerçeklerle yüzleşmesini izliyoruz. Oyunun arka planında sorumsuz, bencil toprak sahiplerini ve koyu bir yoksulluk içinde debelenen Rus toplumunu görürüz.
Bora Severcan’ın yönettiği oyunda dekor tasarımı Meltem Severcan, dönem kostümlerini ise Melis Yavuz ile Levon Kordonciyan yapıyor. Oyunun ışık tasarımı Yüksel Aymaz, koreografisi Gilles Kanert ve müzikleri Murat Kodallı’ya ait. Oyunda başrolleri Erhan Yazıcıoğlu (Firs), Gülen Karaman (Lyubov Andreyevna Ranevskaya), Özdemir Çiftçioğlu (Leonid Andreyeviç Gayev), Volkan Severcan (Yermolay Alekseyeviç Lopahin), Güneş Emir (Varya), Bensu Begoviç (Anya), Sercan Gidişoğlu (Pyotr Sergeyeviç Trofimov), Sefa Zengin (Semyon Panteleyeviç Yepihodov), Emin And (Boris Borisoviç Simeonov Pisçik), Gülçin Gülrek (Dunyaşa), Yiğit Yapıcı (Yaşa), Deniz Bice (Şarlotta İvanovna), Murat Değirmenci (Yolcu) ve Yiğit Özer (Konuk) paylaşıyorlar.
Pyotr Sergiyeviç Trofimov (Sercan Gidişoğlu) bir türlü bitiremediği üniversiteden emekli olmaya kararlı görünen genç öğrenci. “Daha kaç üniversite okuyacaksınız?” diye sorulduğunda Pyotr kendini tutamaz ve alaylı tavırlarla kendi süzenlere şöyle yanıt verir. “Rusya’da çok az kişi çalışıyor. Ben bir sürü aydın biliyorum. Bunların büyük çoğunluğu hiçbir şey araştırmaz, hiçbir şey yapmaz, kıllarını bile kıpırdatmazlar. Kendilerini aydın diye adlandırırlar ama hizmetçi kadını “sen” diye çağırır, köylülere hayvan gibi davranırlar. Hepsi ciddidir. Yüzleri hiç gülmez. Ciddi görünüşlü bu aydınlar çok şey bilirmiş gibi görünürler ama aslında çok az okurlar. Sanattan bilimden anlamazlar. Araştırmazlar, okumazlar ve çalışmazlar. Durmaksızın felsefe yaparlar. Bütün bu aydınların gözleri önünde işçiler çok kötü beslenmekte, tahtakurularının cirit attığı, leş kokulu, rutubetli, ahlaksızlığın hüküm sürdüğü tek göz odalarda otuz kırk kişi tıkış tıkış yaşar. Nereye baksak karanlık, rutubet ve ahlaksızlık. Bütün bu iyi konuşmalar sadece ve sadece kendimizi kandırmak içindir. Gösterin bana, üzerine o kadar çok çene çaldığımız çocuk yuvalarımız nerede? Okuma salonlarımız nerede? Sadece romanlarda rastlıyoruz bunlara. Gerçek hayatta kırıntıları bile yok. Var olan sadece pislik, bayağılık. Köylüler aç ve yoksul ama sizler eğlencenizi bozmayın. Asık suratlardan korkarım ben. Sevmem onları. Ciddi konuşmalardan korkarım. En iyisi susalım!” O sırada büyük bir gürültü duyulur. Yakınlardaki madende bir vagonun teli kopmuştur. Pyotr devam eder. “Şimdi kim bilir kaç madenci ölmüştür? Ama nasılsa buradan uzakta. Siz sanki hiç olmamış gibi yapabilirsiniz.” Öğrenci Pyotr 19. Yüzyılın sonunda Rus toplumunun çürümüşlüğüne dem vurur. Bu çürümüşlük onları 17 Ekim Devrimine kadar götürecektir. Çehov sadece o dönemin toplumsal yapısını ele almaz aynı zamanda 17 Ekim Devriminin nedenlerini de göstererek, gelecekte yaşanacak olaylara zemin hazırlayan ortamın şartlarını da gözler önüne serer. Özellikle toplumdaki ahlaki çöküntü, para eksenli kurulan ilişkiler, yozlaşan değerler değişen dünyayı ve Rusya’nın neden dağıldığını da anlatır.
“İnsan kim olduğunu asla unutmamalı. Eskiden ne güzeldi. Efendi köylüsünü, köylü efendisini bilirdi”. Yaşlı uşak Firs (Erhan Yazıcıoğlu) kendi kendine söyleniyor. “Büyük felaket öncesinde de böyle olmuştu. Baykuş ötmüştü. Sonra semaver sesi gibi bir ses çıkmıştı. Büyük felaket, köleliğin kaldırılması, özgürlüğün ilan edilmesi.” Garip bir sessizlik olur. Bunu söyleyen soylu efendileri için kendi hayatından vazgeçmiş yaşlı uşaktır. Gönüllü bir köle. Kraldan çok kralcı zihniyetin somut hali. Öğretilmiş çaresizlik duygusu en çok, bu gönüllü köleler tarafından topluma enjekte edilir. Firs sanki çok marifetmiş gibi bütün hayatını hiçe sayarak kendisini sorumsuz, bencil ve kıymet bilmez efendisine adamıştır. Ayakta duracak hali yoktur ama inatla hizmet etmek için kendini paralar.
Boris Borisoviç Simeonov Pisçik (Emin And) sürekli borç para ister. Ortamın uygun olup olmaması onu hiç ilgilendirmez. Özellikle Lyubov Andreyevna Ranevskaya’yı her görüşünde dilenci gibi yalvarmaya başlar. “Bana 250 Ruble borç verebilir misiniz? Söz veriyorum yarın iade edeceğim”. Aldığı borçları iade ettiği hiç görülmemiştir ama “ne koparsam, kardır” zihniyetiyle her seferinde şansını denemeyi ihmal etmez.
Şarlotta İvanovna (Deniz Bice) dadı. Anya’nın dadısı olarak işe alınmıştır ve Anya büyüdüğüne göre artık ayrılma vaktinin geldiğini bilir. “Hakkımda hiçbir şey bilmiyorum. Annem ve babam öldükten sonra beni bir Alman kadın aldı. Beni okuttu ve büyüttü. Kimim, ne için varım bilmiyorum. Bu ülkede neden var olduğunu bilmeyen milyonlarca insan var.”
Semyon Panteleyeviç Yepihodov (Sefa Zengin) “Her gün başka bir talihsizlik geliyor başıma ama şikayet etmiyorum, alışkınım, gülümseyebiliyorum ve hatta kahkahalar atarak karşılıyorum kaderimi.” Çiftliğin katibi Yepihodov “Bahtsız Bedevi” olmayı peşinen kabullenmiş bir adamdır. Sarsak, sakar bir adamdır, her şeyi devirir, iki de bir düşer. O bile kendi haline güler. Hatta içten içe bu ezik halden zevk aldığı bile söylenebilir. Arada hiç beklenmedik sözler söyleyerek insanları şaşırtır. “ Dünya yuvarlaktır. İnsan nereye giderse gitsin sonunda kendi oluyor.”
Dunyaşa (Gülçin Gülrek) evin genç hizmetçisi “ İnsanların bu kadar acımazsız olduğu, iyilerden çok kötülerin sözünün geçtiği, gerçek ilişkilerin değil çıkar ilişkilerinin revaçta olduğu bir dünyada böyle hassas bir insan olmak. Hassas olmayan insanlar için yaşam daha kolay. Düz bir çizgi üzerinde yaşayıp gidiyorlar, daha az sorgulayarak ama hassas insanlar için her detay bir hüzün sebebi haline geliyor.” Genç uşak Yaşa (Yiğit Yapıcı) ile evlenmeyi düşler ama Yaşa’nın başka planları vardır, Paris’e gitmek orada yeni bir hayat kurmak ister.
Yermolay Alekseyeviç Lopahin (Volkan Severcan) “Borcun üzerine 90 bin Ruble verdim. Vişne Bahçesi artık benim. Dedemle babamın köle olduğu, mutfağına bile giremediği çiftliği satın aldım. Ah, şu kırık dökük mutsuz yaşantılarımız bir yoluna girseydi. Her şeyin karşılığını ödeyebilirim. Okuduğumu anlamıyorum ama kitap okuyorum. Babam beni okutmadı. İçip içip beni döverdi. Okuyorum ama yazarken doğru düzgün yazamıyorum.” Yermolayların aşağılandığı, dövüldüğü hatta çiftliğin kapısından içeri dahi alınmadığı dönemler geçmiş; şimdi çalışkan, zengin ama cahil torun çiftliği, evi ve Vişne Bahçesini açık arttırmada satın almıştır. Parası vardır ama çiftliği simgeleyen kültürü satın alamayacağını içten içe bilir. Vişne Bahçesindeki bütün ağaçları keserek ve bütün toprakları yazlıkçılara kiralayarak alacaktır intikamını. Volkan Severcan Lopahin rolünde çok başarılı. Çalışmaktan başka bir şey bilmeyen cahil ama tutkulu, zengin ama hırslı Lopahin’i gerçekçi bir dille sahneye taşıyor. Vişne Bahçesinin satışı konusundaki uyarısı, o anda gösterdiği samimiyet duygusu seyirci koltuklarında oturanlara geçiyor. 15 yaşında yeni bir yetmeyken dayak yiyen ve kendisini teselli eden Lyubov Andreyevna’ya duyduğu aşk, köle bir aileden geldiği gerçeğini zengin olarak örtmeye çalışması, bunun getirdiği aşağılık duygusu, ezikliğini sürekli çalışarak kapatma çabası, Lopahin karakterini oluşturan bu katmanların her biri sahnede özenle yerine oturuyor.
Tiyatro Sahnekar oyuncuları sahnede başarılı bir ekip çalışması sunuyorlar. İnanarak, asılarak oynuyorlar. Vişne Bahçesinde dağılan bir dünyayı gözlerimizin önüne seriyorlar. Oyunda bütün karakterlerin kendi açmazları vardır. Bildikleri dünya dağılmaktadır. Hayatlarındaki en büyük kırılma anı Vişne Bahçesinin satılmasıdır. Peki, ufukta görülen yeni dünyaya uyum sağlayabilecekler mi? Çehov’un da dediği gibi “bu ülkede neden var olduğunu bilmeyen milyonlarca insan var”. Hala öyle. Neden varız? Neden yaşıyoruz? Anton Çehov 1904’den beri aynı soruyu soruyor.
0 Yorum