“Köpekler Bizatihi Bizleriz – Sadık Ama Kuduz, Avlanan Ama Avcı”
Dünyaca ünlü Yunan yönetmen Yorgos Lanthimos’ un Dogtooth (Köpek Dişi) filmi sinema tarihine altın harflerle kazınırken; şiddet, cinsellik ve savaş olgusuna sinema perdesinden muhteşem bir gönderme yapmıştı. Bu filmle mantıksal paralellik kuran The Dogs oyunu ise Yunanistan’ın tiyatro sahnesinden haykırdığı savaş karşıtı çarpıcı bir iş. Tiyatro sahnesi, her zaman insanlığın aynası olmuştur; ancak Yunan yönetmen Anestis Azas, The Dogs (Köpekler) adlı yapıtında bu aynayı kırıp yerine bir köpek kulübesinin paslı tellerini koyuyor. 2024 Atina Epidaurus Festivali’nde prömiyer yapan ve “En İyi Oyun” ödülünü kaparak kısa sürede uluslararası bir sansasyon haline gelen bu eser, Paribu Art’ın Kadıköy’deki açılış prodüksiyonu olarak Türkiye seyircisiyle buluştu. Michalis Pittidis, Gerasimos Bekas ve Azas’ın ortak kalemiyle yazılan metin, belgesel tiyatronun keskin realizmiyle kara mizahı harmanlayarak, savaşın, vahşetin ve insan (ya da köpek) doğasının grotesk bir alegorisine dönüşüyor. Cem Yiğit Üzümoğlu’nun da kadroda yer aldığı bu uluslararası topluluk, oyunu bir dedektif hikâyesinin ötesine, posthümanist bir sorgulamaya taşıyor. Ancak, Üzümoğlu’nun Yunanistan’daki katılımı siyasi engellerle kesintiye uğramış olsa da, İstanbul sahnelerindeki enerjisi, oyunun evrensel kuduzluğunu pekiştiriyor.
Anestis Azas’ın The Dogs (Köpekler), bir grup antropomorfik köpeğin, savaşın gölgesinde bir cinayeti çözmeye çalıştığı distopik bir dedektif hikâyesine odaklanıyor. Farklı ülkelerden gelen bu köpek dedektifler, gizemli bir suçun peşinde, insanlığın savaş suçları, göçmenlik ve ekolojik yıkım gibi karanlık gerçekleriyle yüzleşiyor. Oyun, belgesel tiyatro unsurlarıyla, köpeklerin soruşturmasını bir metafor haline getiriyor: İnsan doğasının vahşeti ve sadakati, köpeklerin gözünden sorgulanıyor. Spoiler vermeden, hikâye, her ipucunun daha büyük bir toplumsal yaranın izini sürdüğü, absürt ama derin bir anlatıya dönüşmüş.
Azas’ın imzası, her zamanki gibi disiplinler arası bir kaos: Sinemanın noir gölgeleriyle tiyatronun belgeselçi hamlığı iç içe geçiyor. Sahne, soğuk bir soruşturma odası gibi tasarlanmış; Vasileia Rozana’nın kostümleri, oyuncuları yarı-insan yarı-hayvan melezlerine dönüştürerek, bedeni bir metaforun aracı haline getiriyor. Giorgos Kassakos’un ışık oyunları, dedektif köpeklerin (evet, yanlış okumadınız: Farklı ülkelerden gelen bu antropomorfik figürler, gerçek bir cinayeti araştırıyor) yüzlerini karanlıkta eritiyor, izleyiciyi gerilimle kahkaha arasında bir salıncakta sallıyor. Metin, ağır temaları –savaş suçları, göç, ekolojik yıkım– ajitasyona düşmeden işliyor; köpeklerin “gizemli olay”ı çözme çabası, aslında insanlığın kendi vahşetine bir sosyal otopsi gibi. 90 dakikalık tempo, Azas’ın ustalığıyla hiç düşmüyor; hareket eğitimi (Konstantinos Moraitis imzalı), grotesk jestlerle bedeni bir suç mahalli sahnesine çeviriyor. Bu, bir tiyatro oyunu olmanın ötesinde, ekoeleştirel bir manifesto: Köpekler, bizatihi bizleriz – sadık ama kuduz, avlanan ama avcı.
Kadroya gelince, bu çok uluslu ensemble’ın gücü, oyunun en vurucu yanı. Giorgos Katsis, Xhulio rolünde ironik bir dedektif portresi çizerek metnin kara komedi damarını besliyor; Elena Mavridou ve Maria Petevi, kadın köpeklerin kırılgan ama keskin enerjisiyle cinsiyet alegorisini derinleştiriyor. Gary Salomon ve Panagiotis Manouilidis, fiziksel komediyle gerilimi dengeleyen unsurlar olarak parlıyor. Ancak, sahnenin yıldızı tartışmasız Cem Yiğit Üzümoğlu. Türk oyuncunun performansı, oyunun politik katmanlarını somutlaştırıyor: Üzümoğlu, karakterinin iç çatışmasını, Netflix’teki Rise of Empires dizisindeki Fatih Sultan Mehmet rolünden kalan o karizmatik yoğunlukla yoğuruyor. Onun bedensel ifadesi –hafifçe kamburlaşan omuzlar, havayı koklayan burun– hem komik hem ürkütücü; izleyiciyi, kendi göçmenlik korkularıyla yüzleştiriyor. Üzümoğlu’nun katılımı, oyuna bir köprü görevi görüyor: Yunan-Türk gerilimini, sahnede birleştirici bir kuduzluğa dönüştürüyor. Siyasi engeller (Üzümoğlu’nun yurt dışı yasağı) nedeniyle Yunanistan prömiyerini kaçırmış olması, ironik bir şekilde oyunun temasına cuk oturuyor – sansür, en iyi dedektif hikâyesi.
The Dogs, kusursuz değil elbette. Yer yer alegori o kadar katmanlı ki, seyirciyi soyut bir labirente hapsediyor; belgesel unsurlar (gerçek savaş görüntüleri ve haber kesitleri), kara mizahı ezercesine ağır basabiliyor. Yine de, Azas’ın vizyonu zafer kazanmış: Bu oyun, tiyatroyu bir eğlence olmaktan çıkarıp, bir vicdan sorgusuna dönüştürmüş. Paribu Art’taki sahnelenişi, İstanbul’un kozmopolit ruhuna ilaç gibi geldi – özellikle Üzümoğlu’nun “Ben gidemedim ama onlar geliyor” ironisiyle. Zaten yasak çözüm olsaydı, bugün dünyada sanat diye bir olgu olmazdı. Yorgos’un Dogtooth (Köpek Dişi) filminin mantıksal ve ruhsal kopyası olan The Dogs, 10 üzerinden 8 puanı sonuna dek hak etmiş.
Eğer tiyatro, köpeklerin havlamasıyla uyanırsa, The Dogs o ilk ulumadır. Seyirciye not: Biletinizi alın, ama köpeğinizi evde bırakın; bu sefer avlanan sizsiniz.
Anahtar Kelimeler: the dogs, Cem Yiğit Üzümoğlu, Yaşam Kaya, Anestis Azas, Paribu Art
0 Yorum