“Olmak ya da olmamak” diye başlıyor her şey. Kulağımıza çalınmıştır elbet bir şekilde William Shakespeare’in bu meşhur deyişi. Ölüm üzerine yazılmış en derinlikli eserlerden biri olan “Hamlet”in en meşhur dizelerinden. Hamlet’i yüzyıllardır ölümsüz kılan, bir başyapıt olmasının sebeplerinden biri de, bu kadar derin bir konuya bakış açısı; ölüm üzerine felsefi bir bakış açısı sunması belki de. Işıl Kasapoğlu da buradan yakalamış metni, hiç sapmadan devam etmiş ve gerisi çorap söküğü gibi gelmiş, sahnede parlayan Bülent Emin Yarar eşliğinde.
İçerisinde birçok tema barındırmasına rağmen, en baskın ve en temel olanı ‘ölüm’dür “Hamlet”te. Bir şekilde edebiyatla ilgilenen veya kıyısından, köşesinden geçen herkesin bir aşinalığı vardır oyunun konusuna. Kısaca, Hamlet babasının hayaleti tarafından ziyaret edilir ve asıl katilin annesiyle evlenmek üzere olan amcası olduğunu söyler. Adaleti sağlamak, gerçekleri ortaya çıkarmak ise Hamlet’e düşen görevdir. Kasapoğlu, bu çok karakterli, çok sayıda teması olan ve olay örgüsü oldukça hareketli ünlü eseri alıyor, kendisine tek bir aktör ve tek bir odak noktası seçiyor. Her şey son derece net ve temiz bu yüzden de. Sapmalar, kafa karışıklığı, fazlalıklar, belirsizlikler yok ortada. Klasik eserlerin klasik yorumları yıllardır çok yinelendiğinden, modern ve biçim açısından yenilikçi yorumlar görmeyi bekliyoruz izleyici olarak. Kasapoğlu bize tam da bu açıdan inanılmaz bir şölen sunuyor. Sahnenin ortasında kırmızı, kocaman, bombeli bir kutu. Kutu dediğime bakmayın kendisi aslında sahne. Oyunun başında bu kırmızı kutunun üst kısmı açılıyor ve yarı açık bir istiridyeyi andırıyor. İçi ise simsiyah. Ölümün rengi siyah, kanın rengi kırmızı gibi – en azından akla ilk gelen çağrışımlar bunlar. Bu görkemli dekor-sahne, tek başına o kutuya sığamayan tek bir oyuncuyla, Bülent Emin Yarar’la doluyor.
Teknik olarak sahneler arası geçişler canlı müzik (Yasemin Taş ve Cansın Bezirciloğlu) ve özellikle de çok iyi bir ışık tasarımıyla (Cem Yılmazer) destekleniyor. Tek bir aktörle bu kadar çok sayıda geçiş ve hareket çok güzel düzenlenmiş. Bülent Emin Yarar ise o kutuya sığamıyor. İç aksiyonu gerçekten de hangi sahneye koysanız taşacak cinsten. Oyundaki karakterlerden Hamlet, Claudius, Gertrude ve Ophelia’nın ruhsal derinlikleri, iç aksiyonları ve devinimleri çok yüksektir. Üstelik bu karakterlerin boyutları çok derin olduğundan ustalıkla resmedilmesi gerekir. Bu yüzden de sahneye taşımak oldukça zor. Hele ki Hamlet gibi çok fazla duyguyu, karmaşayı, iniş-çıkışı, duygu geçişini barındıran ve üstünden ölüm üzerine pek çok felsefi düşünceler aktarılan bir karakteri canlandırmak, oyunculuk tecrübesi kadar hayat tecrübesi de gerektirir. Bir aktörün bunları tek başına canlandırması, üstelik bunu yaparken seyircinin her karakter arasındaki geçişi net olarak yakalaması ise hayal etmesi zor bir şeydi. Yarar’ın içindeki devinimi, seyirci koltuğumdan ben bile içimde hissedecek kadar iyi gördüm.
Bu zorlukları üstlenmenin yanı sıra, biçim olarak yenilikçi bir üslup benimseyen Kasapoğlu renk ve aksesuarlarla çok güzel bir semiyotik anlatım yakalamış. Tek bir aktörün olması da bu açık biçimi destekliyor ve çok iyi bir yabancılaştırma etkisi yaratıyor. Ölümün odak noktası olarak alındığı rejide metnin de bu rejiye göre biçimlendirilmesi, masa başı çalışmasında da oldukça özenli davranıldığını gösteriyor (Dramaturg: Zeynep Avcı). Özellikle Hamlet’in monologlarında* yaşam ve ölüm temalı kısımları vurgulayarak, ve ölümle ilgili en can alıcı tiradı en başta kullanarak bu çizgi çok iyi belirlenmiş. Beni tek rahatsız eden nokta şu: Shakespeare tematik açıdan ziyade diliyle de kendine ayrı bir yer edinmiş bir yazardır. Ancak oyunda yer yer Shakespeare’in bu dilinden uzaklaşıldığı ve onun sesinin biraz yok olduğu hissine kapıldım. Bu tip eşsiz yönlerin -oyunlar her ne kadar modernleştirilse de, biçim açısından yenilikçi olsa da- törpülenmemesi ve izlerinin yok edilmemesi gerektiği görüşündeyim.
Oyundan çıkınca ölüm üzerine yazılmış en anlamlı eserlerden birini, en anlamlı düşünceler eşliğinde izlemiş olmanın garip hazzını hissediyorum. Bir de şunu anlıyorum bir kez daha: Özenli bir metin çalışması, teatral tecrübe, hayat tecrübesi, üslupta tutarlılık, eleştirel bir göz veya gözler, yaratıcı zihinler, yalınlık ve ne istediğini bilen bir ekip ile yapılamayacak şey yok aslında. Bu harmanın sonucu olarak da, yüzyıllardır sayısız şekilde sahnelenen bir klasiğin, seyirciye rahatlıkla ulaşan, tertemiz bir rejiyle ve teknik açıdan kusursuza yakın öğelerle sunulması sezonun en iyilerinden kılıyor “Hamlet”i.
* Sahnede kendi kendine yapılan konuşma
Anahtar Kelimeler: hamlet, istdt, istanbul devlet tiyatrosu
0 Yorum