MAKALELER

Bir Baba Hamlet Yahut Gelincik Direnci

2018.03.28 00:00
| | |
6215

Kontrol altındayız. Kaybolamıyoruz. Silinemiyoruz, unutulamıyoruz. Çünkü devam etmiyoruz. “Her” ile “hiç” e saplandık kaldık.

Kontrol altındayız. Kaybolamıyoruz. Silinemiyoruz, unutulamıyoruz. Çünkü devam etmiyoruz. “Her” ile “hiç” e saplandık kaldık. Sanki gizlice biri yürütmeyi durdurma kararı almış… Oysa doğaya uysak… Nasıl da doğal bahar geldi mi akışına uyarak kendilerinin, gövdelerinden bile iç yeşilleri ile çıkıyorlar yaprak dal filiz, saçak ağaçlar… İç yeşil, acar yeşil… Bizim de böyle aslında içimize yabancılaşmadan önce kendi özümüzün doğasında sakince yürürken iç ırmaklarımızla… Yaşantımız bu kadar karmaşaya maruz kalmamışken… İşte tiyatro yeniden insana bu arılığı sağlar. Yeniden unuttuğu düşleri ile buluşmasını sağlar. Bize bir sahne kurulur ve sorulur. “Bu mu?” “Ya bu?” “Bu da mı değil?” Sanki çocukken kaybettiğimiz bir oyuncağımızı arıyormuşuz gibi bize yardım etmek için içtenlikle sorar: “Peki ya bu!” Gülümseyerek “evet” dediğimizde ya da “ona benziyor” dediğimizde, tiyatro da kendi varoluşunun işlevini yerine getirmiş olur ve etkileşim sanatı başlar. Baba Sahne, Bir Baba Hamlet oyunu ile bunu başardı. Bize bir oyun oynattı ve hepimizin içindeki çocuk, “evet bu” ya da “ona benziyor” dedi. 


Bir oyun oynadığımızı her an kendimize de hatırlatmak zorundayız. Ustaca bir metin ustaca bir oyunculuk, dekor kostüm ışık müzik etkisiyle tiyatronun büyüsüne kapılıp gideceğimiz an bir seyirci olduğumuzu da her an kendimize hatırlatmak zorundayız. Bir Baba Hamlet izlerken seyirci ve de oyuncu olarak sahne ile seyir alanı arasındaki düzlem yok olarak birlikte her an harmanlanıyoruz. Temelde sanatın, özelde şiir ve tiyatronun kökeninde olan “eylemden gelme gücü” eşlik ediyor sahnedeki üretime, üretim bizimle devam ediyor. Hepimiz sanki bir fabrikanın işçileriymişiz de çay saatine, mola saatine çıkmış gibiyiz… Tatlı tatlı söyleşiyoruz… Tam tiyatronun büyüsüne kapılıp oyunu hayatın geniş dokusuna bırakacakken, yeniden hep birlikte oyuna girişiyoruz… Oyuncular bir oyun oynarken aynı zamanda tiyatronun doğasını da gösteriyorlar: “Herkes katilin kim olduğunu biliyor ama…”,  “Olsun sen yine de -mış gibi yapacaksın.” Bildiğimiz halde değiştirmediğimiz, boyun eğdiğimiz gerçekler karşısındaki halimizi çok güzel özetleyen bu replikler de olduğu gibi.


Metni sahnede durmadan alt üst ederken, karıştırıp bozup tekrar yaparken, seyirciyi de alt üst edip bozup yeniden başlatıyorlar… Dalga etkisi… Deyim yerindeyse fırtınalı bir gecede dalgalı bir vapur seferine çıkarıyorlar bizi… Seyirci ile eş zamanlı etkileşimin oldukça önemsenmiş olduğu belli… Hamlet adında bir vapur yanaştı sahneye, vapuru İskele babasına bağladı Baba Sahne ve vapur kımıl kımıl… Oyuna başladık… Uzun süredir görmediğimiz bir içtenlik seferden dönmüş gibi… Uzaktaki yakınlarımız bir anda kırk yıllık dostlarımız…


Genelde Shakespeare metinlerinde kullanılan birçok argümana (örneğin kılık değiştirme gibi) yer verilerek, tragedyanın böylesine güçlü bir şekilde komediye dönüştürülmüş olması büyük başarı. Hamlet orijinal metinde kullanılan ‘gerçeğin tiyatro seyri sırasında ortaya çıkarılması” burada işin içine seyirciler de katılarak ve doğrudan şimdiki zaman tırnak içinde bir tarihselleştirme sağlanarak kullanılıyor. Elbette ki yöntem olarak çok eğlenceli. Ancak sanki burada bir kanalize etme, öfke yönetimi ve direktif söz konusu… Elbette ki eşlik etmek istemeyen eşlik etmez. Ancak yöntemin etkisini merak ederek eşlik eden işlevselliği konusunda düşünebilir. Gerçekten mesele bu mu? Bağıramamak mı? Söyleyememek mi? Daha kompleks Bir şeyin içinde olmayalım? Yaşamın daha yalın olduğu bir dönemlerde bu yöntem etkiliydi ve eğlenceli idi evet ama şimdi? Bir yöntemin bizi sarsması ve etkileyici olması için öncelikle ne halde olduğumuzu etkileyici bir şekilde göstermesi lazım. O zaman güven duyabiliriz. Tanıdık çıkar. İçimizi okumuştur. Günümüzün tiyatrosunun temel sorunu bu bence. Bu anlamda obje tiyatrosuna ve sözsüz oyunların gücüne daha çok inanıyorum. Çünkü gittikçe nesneleştik ve bizi en iyi nesneler ve suskunlar inandırabilir halimize… “Öfkeni kontrol et, öfkeni sistemleştir ve öfkeni edilginleştir… Öfkeni boşalt, bana bırak, korkma güvenli bir şekilde akıt… Öfkenden kurtul… Yeterince normalleştin, şimdi gidip kaldığın yerden hayatına devam edebilirsin…” Bu değilse yapmak istediğimiz. 


Her an her yerde ileti kabloları gibi teknolojik bir hayatın kullarıyız. Mesajlar taşınıyor, mesajlar geliyor, siliyoruz kutumuzu gene doluyoruz… Bitmek bilmez bir var olma isteği ve varoluşumuzun durmadan altını çizme, onu parlatma isteği… Yoksa sessizliğimiz elimizden alındığı için mi böyleyiz? Günümüzde sözümüz elimizden alınmış gibi hissediyoruz, hep de çıkış noktamız bu oldu ama tam tersi olmasın? Ya sessizliğimizse, sükûnetimizse elimizden alınan... Bence böyle. Bu yüzden sükûnetle söyleyebiliriz birbirimize ne söyleyeceksek… Konuşmanın, olur olmaz her yerde yazmanın bunca arttığı ancak hayatı yansıtan, gücü eylemden gelen gerçek sözcüklerin alabildiğine azaldığı, kaçtığı, gizlendiği günümüz yaşantısında bir cerrah ustalığı ile açıp bulmalıyız kalbimizde o sükûnet elmasını. Birbirimizi anlamamızı sağlayacak çağdaş sanat bu, en eski yüzyılları da kökü ile birlikte kavrayıp getireceği için…


Müzikal sırasında sahnenin paspaslanması, oyun içinde bozulan oyunla sağlanan mesafe için güçlü bir örnekti.  Karagöz düzeneği, Shakespaer’in kitap ve fotoğrafla sahnede işlevsel bir şekilde yer alması, yılan tıslaması sesi, Rock müzik söyleyen mezarcı sağlam bir estetizasyon. Günlük yaşam göndermeleri yerli yerince. 
Sonunda herkesin ölüp gittiği bir oyunu izlerken gülmekten ölmek…  Kara komedinin pik yaptığı yerler,  kişilerin peruk ve kostüm değişimi sırasında tek tek ölüşlerine şahit olurken gülmek…  Kuru kafa ile girişilen absürd diyaloglar… Shakespeare’n Hamlet’ ini bir kara komediye çeviren yazarından, çevirmeninden, yönetmeninden, tüm tasarım ekibine kadar büyük bir işçiliği, içten gelen bir çabayı ortaya koyuyor.

Bu çaba, tiyatroda “yaşayanı” sağlayan tek şeydir bir mum ipiltisi gibi oyunun yazılmasından, çevrilmesine, yönetilmesinden, oynanmasına kadarki tüm süreçleri sağlayan… Oyunu izlerken de küçücük bir rüzgar etkisi ile hemencecik sönecekmiş gibi hissettiğimiz ama sönmeyen bir gelincik direnciyle yaşamaya devam eden şey bu çabadır. Oynuyor olmaktan duyulan sevgi ve iyilik çabası… Bu ikisi tıpkı bir gelincik yapraklarına bakıyormuşuz gibi, ışığından müziğine, dekorundan kostümüne, oyunculuğundan farklı tekniklerin denendiği sahne atmosferlerine kadar en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş olarak Bir Baba Hamlet’te vardı. Dün gece dinamik, devingen bir oyun izledik. Yanıyordu bir çabanın çırası… Baba Sahne ekibine, “Bir Baba Hamlet” te gösterdikleri bu çaba için teşekkürler. 

Anahtar Kelimeler: bir baba hamlet, baba sahne



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir