“Heykel sanatında drama yönünden atılan ilk adım ayakların ayrılmasıydı.”
James Joyce
Oyun Canlısı
Bir sanat formu olarak hayat sahneye taşındığında insan başlangıcı ve sonu (doğum ve ölüm) görme fırsatı yakalar ve buna uygun içeriği daha anlamlı yaşamının yollarını arar. Hayatın oyunlarını bir çırpıda hayat gibi gösterip şöyle bir kenara çekilip düşünme imkânı veren başka hangi sanat dalı vardır? Tiyatro hayatın karşına geçer, onun seyredilebilir yanlarını seyreder ve gördükleri içinden seçtiklerini, taklit yoluyla belli bir devinim, dinamizm ve estetik bir yaşam formu olarak sabitler. Bu sabitleme sinemadakinden farklı olarak, açık bir sabitlemedir. Provalarla, oyunun üstüne olurluğuna bakar durur yönetmen. Canlı bir organizmadır oyun. Durmandan süre giden provalar oyuna durmadan yeni bakışlar, yeni aksiyonlar, yeni devinimler giydirir. Sesin kullanılış biçimi, ışığın, müziğin etkisi, sonunda ortaya çıkan canlı organizma seyirci karşısına çıkacak dokunulmaz bir bütündür. Ancak aynı zamanda da hep bir açıklığı vardır çünkü tiyatro yaşayan bir sanat dalıdır. Oyun sırasında deprem olduğunda bundan salondaki seyircilerle sahnedeki oyuncular aynı derecede etkilenir. Bu salgında da bunu gördük. İşte tiyatro da gücünü buradan alıyor. Yaşamla aynı zemini, aynı soluğu paylaşmasından.
Nikolay Leskov’un, “Eski Zaman Delileri” adlı kitabında “Nöbetçi” adlı bir öykü vardır. Deniz kıyısındaki nöbetçi kulübesinde, boğulan birini kurtarmak için, görev yerini terk eden bir askerden söz eder. Nöbet yerini terk etmenin cezasının ölüm olduğunu bile bile ölmekte olanı kurtarmaya koşmuştur asker. Yaşamın bize yüklediği kimi görevlerle çoğu zaman nöbetçi kulübesinde gibiyizdir. Kendi hayatımızda bir işçi gibi, akıp giden sistem içinde bir dişli gibi, işçi körlüğü ile yaşayabiliriz. Ancak yarımda ihtiyacı olan biri olduğunda da koşarız. Tiyatronun, bir takım kurallarla, görev, sorumluluk vs.. bir takım matematiklerle oluşturulmuş neredeyse estetik ölü hali ile yaşayan yani doğaç hali arasındaki karşıtlığı ve bütünlüğü en güzel gösteren örneklerden biridir bu öykü. Sahne bir görevdir. Nöbetçi kulübesindeki asker gibi rolümüze bağlıyızdır. Ancak… Rolden ve görevden çok daha yüce bir şey varsa o da sanatımızın temeli olan insandır. Nefes alan, birinin acısına şahit olarak yaşayan insanlar olduğumuzu unutmamaya çok güzel bir örnektir. Oyunu bir nöbetçi kulübesi gibi düşünürsek, hiç kimsenin oyunu bozmaması, ezberini repliklerin giriş çıkışların reji nehrinde olduğu gibi akması gerekmektedir. Ancak, salonda boğulan biri varsa oyuncu, ruhsal anlamda boğulan biri varsa, oyuncunun hemen hayata dönüp onu kurtarması gerekir. İşte yaşayan tiyatro dediğimiz, şey, doğacın özü bu. İyilik refleksi. Sonsuzluğu sabitlemenin tek yolunun, bölme işlemi olduğu düşüncesine vurgu yapar Zellini.* Sonsuzluğu burada yaşam devinimi olarak tanımlarsak, o canlı kaldığı sürece oyun oluşur diyebiliriz.
Sözcüklerin Canlanışı
Sahnede söylenen sözlerle, sokakta söylenen, evde vs… söylenen sözler iç içe geçer, birbirini etkiler, hareketler de yine öyle… Sanki müziğin, ışığın, kostümün, dekorun hepsinin bize ayrı ayrı ve birlikte söyledikleri bir şeyler vardır… Kimi zaman “tiyatro” sözcüğü hiç hak etmediği bir tarzda, kabaca, gerçeğin dışında olana vurgu yapmak için, kullanılsa da bir sanatların en yücesi* olan tiyatro sanatı işte bu yüzden birebir hayatın kucağından kopup geldiği için aslında en dürüst sanat dalıdır. Tiyatro yazının devinimidir, ayağa kalkmış, en doğal hali ile canlanmış, insanlar arasına karışmış halidir. Kitaplar, bir okuyucunun istenci ile kitabın kapağı açıldığında yaşamaya başlar. (Uyku raflara dizili kitaplar, rüya alıp birini okumak…) Sözcüklerin aynı zamanda eylem olduğu tek yer tiyatrodur. Bir arada yapılan işler çevresinde oluşan topluluklarda, çeşitli fabrikalarda, atölyelerde, tarım işlerinde vs.. çalışırken hikayeler, masallar anlatıldığını hepimiz biliriz. Hem işçileri yaptıkları işe motive etmek için hem de hep birlikte keyifli zaman geçirmek için hikayeler, masallar anlatılır. Böyle bir topluluk içinde çocukluğunda ya da yetişkinken yer almış herkes şunu bilir; sözcükler bizim iş işleyen, çalışan parmaklarımıza, ellerimize verilmiştir. Sözcüklerin doğrudan eylem oluşunu böyle öğreniriz… Sözcükler böylece eylemlerimizle birleşiyorsa, eylemlerimiz neden sözcükler olmasın? Her ikisi arasındaki dolaysızlığı en iyi işçiler bilir. Sessizliğin bile bir anlatım biçimi olduğunu… Çünkü sessizlik varsa bile iş devam ediyordur. Tiyatronun belkemiğini oluşturan hareketin karşılığı da işte bu iş olan yanı. Anlatı bir harekete geçme süreci yaratmıştır. İş ciddi bir kavramdır. Her hareketi, her sözcüğü seçerek kullanırız ve her şeyin bir ritmi vardır.
Müzik, Tiyatro, Matematik
Bestecilerin kafalarındaki sahneyi notalarla gösterdikleri şeydir müzik. Her bestecinin kafası bir sahnedir diyebiliriz. Bu yüzden tiyatronun özünü oluşturan etmenlerden en önemlisi müzik. Şiir sözcüklerle yazılır, şair sözcükleri seçerken onlardaki hareketi, ritmi bir harmoni içinde kaynaştırır ve bir ritim duygusu ile bir renk oluşturur. Besteci şiirdeki bu sesi, ritmi görendir. Hareketi bazen doğrudan doğadan gören, bazen şiirde görendir. Tiyatronun ruhunu şiir ve müzik oluşturur. Çünkü her ikisi de dolaysız ruha hitap eder. Şiir arı bir zaman ister tıpkı tiyatro gibi kendisi için ayrılmış bir zaman. Müzik her an her yerde karşınıza çıkabilirliği ile geniş kitleleri etkileyebilme gücü ile tiyatronun hayatın içinde oluş haline benzer. Hayatın içinde, hem en yakın hem en uzak oluşu ile kurgusal ile gerçeği birbirinin içinde daha kolay gösterir.
Şiirini şair bir ritimle hareketler. Bazen bir şarkı dinleriz ve bu tam da demek istediğimiz her şeyi özetliyor gibidir. Biri çıkar onunla ilgili bir film yapar ve işte bu deriz. Bu yönetmen, bu şarkıdaki olayları nasıl gördü böyle, der ve onu takdir ederiz. Aslında yönetmen bir duygu-düşünce yorumcusudur. Besteci tıpkı şair gibi en arı olanı kullanır doğrudan kulağa kalbe hitap edeni… Yönetmen aracıdır burada eğer müzikten hareketle bir film çekiyorsa… Odağın müzik olduğu…
Görüntülerin, billur notalara dönüştüğü ve notaların sözlerle açıldığı ve yeniden müzikle kapandığı bir yapıtlardır sahne eserleri.
Büyük besteciler, müzisyenler ses toplayıcılarıdır. İşin bir tek kendi biricik dertleri olmadığını tüm bir insanlığın evrenin sıkıntısı olduğunu keşfetmiş ve herkese bir şeyler söylemek isteyen kişiler.
Sahnenin bir matematiği vardır. “Matematiğin bizim düşünme biçimimize yaptığı en büyük katkı, onun kavramların ölçüsüz esnekliğini, matematik dışı bir yöntemle ulaşılması olanaksız bir esneklik derecesini göstermesidir.” diyor, Sonsuzluğun Kısa Tarihi adlı kitabında, Paola Zellini. Tiyatronun bir sanat dalı olarak durduğu yer, matematiğin durduğu yer ile benzerlik gösterir. “..matematiğin hakikatin bazı standartlarını belirlemiş olması çok önemlidir. Onun bir standardı, bir yordamı belirlemek için diğer şeylerden yeterince bağımsız görünmesi de önemli.” (Sonsuzluğun Kısa Tarihi, Zellini) Tiyatro da matematik gibi bağımsız, nesnel bir noktadadır.
Belki de sanatın matematiğini yeterince içselleştirebilmemiz için müzik eğitimi matematik eğitimin bir parçası olmalı. Matematik öğrenmek için bir enstrüman çalmak bir yöntem olmalı. Çünkü tiyatroda şunu görürsünüz; müzik matematiğin somutlanmış hali. Oyuncuların adımları, notaların ritmi, hepsi büyük bir matematiksel işlemin somut serimi. Bazı sanata yatkın zihinler, soyutlamalar, sayılar, tek başlarına ruhsuz oldukları için duygusal değerleri olmadığı için algılamakta güçlük çekerler. İşte bu zihinler için müzik eğitimi ile harmanlanmış bir matematik eğitimi tıpkı ses gibi soyut bir kavram olan sayıyı bir enstrümanda, bir el hareketinde, bir ritim duygusunda somutlamış olur. Matematik felsefenin günümüz yaşantısında işler hale gelebilmesinin olmazsa olmazı. Felsefe tüm sanatların ve bilimlerin var oluş aracı. Hiçbir sanat dalı, bilim dalı, kendi kendini sorgulamadan yoluna devam edemez. Ne olduğuna durup durup bakmadan… Müziğin eğitim sırasında bir araç olarak kullanılması gelecekte ister müziğe yönelsinler, ister yönelmesinler, çocuklar için her alanda bir kolaylaştırıcıdır. “Her şey ölçü, sayı ve ağırlıkla verildi.”** Ölçü, denge ve somutlama yöntemi, yani bilginin eylem oluşu böylece gelişimlerine işlemiş olur... Tıpkı Köy Enstitüleri eğitimlerinde olduğu gibi.
Bir şeylerin hayatta karşılığını bulduğu duygusu yaratır tiyatro bu sağlam temeller üzerinden yükselirse… Emeklerinin gittiği yeri görür seyirci. Değecek noktayı göstermek zorundayız. Çalışmasına, umut etmesine, değecek, hevesine hevesler katacak…
Tiyatronun İyiliği
Tiyatro hayatın içinde olarak hayatın üstündedir. Ne demek bu? Hayatın konusu olan her şey aynı zamanda tiyatronun da konusudur. Küçümsemez, yüceltmez, Birbirine değmeyen kalabalıklar tiyatro sahnesinde buluşur. Herkesin birbirilerine söyleyeceği söylemek istediği söz için tiyatro imkân hazırlar. Bazen birine bir şey anlatmak yerine, en iyisi şunu dinle deriz. Ya da bir tatile çıkmaya ne dersin? Ya da konuyu değiştirmek isteriz. İşte hayatta çözümsüz kaldığımız konularda bizim dışımızda kimseyi üzmeyecek ve ihtiyacı olana da ilaç olacak bir şey ararız. Bu şey kimi zaman karamsar bir yapıt da olabilir ancak tam da onun karamsarlığına denk geldiği için ona yalnız olmadığını anlatmış olur. Ya da “başarabilirsin, bak neler neler çekip kurtulan var” deriz. Tiyatroda böyle bir yolculuk söz konusudur. Kişinin kendini bildiği, tanıdığı, içinden çıkılmaz dertlerine uzaktan bakabildiği…
Tiyatro bir arada yaşıyor oluşun güzelliğini paylaşıyor olmaktır. Eğer birine bir hediye verirsen, demek ki vardır da veriyorsundur, varsıl olursun, varlığın çoğalır. Bunu insanın ruhsal, zihinsel, bilişsel dünyası için düşünecek olursak da aynı şey geçerlidir. Güzellikler, bilgiler, düşünceler insanlarla paylaştıkça çoğalır. Yeni kaynaklar, yeni sular ararsın, yeni güzellikler. Ya da zorlukları çözecek, karanlıkları aydınlatacak, güçlükler karşında umut verecek yeni sözcükler, hareketler…
Bir şiirin ya da bir şarkının ya da bir görüntünün hayatla kurduğu ilişkiden daha çıkarsız bir ilişki var mıdır? Genelde sanat, özelde ise tiyatro sanatı bunu yaparak, iyiliği var eder.
* Sonsuzluğun Kısa Tarihi, Paola Zellini
**Agy,Zellini
Anahtar Kelimeler: tiyatro
0 Yorum