MAKALELER

Pinokyo Ya Da Oyuncunun Yolculuğu

2022.03.19 00:00
| | |
7491

Huizinga, "çocuk ileride olacağı şeyin taklidini yapar" diyor. *

Huizinga, “çocuk ileride olacağı şeyin taklidini yapar”*diyor. Peki, oyuncu olacak çocuk neyin taklidini yapar? Bir yandan yaşamın dayattığı görev ve sorumluluklar, diğer yandan kendi istekleri… Oynamak isteyen çocuk… Oyuncu olacak çocuk boşluğun taklidini yapar. Can sıkıntısı koyunda, hayal gücü ile oyunun kayığı ile yol alır… Pierrot’tur, Şarlo’dur, Karagöz-Hacivat, Kavuklu Pişekâr’dır… Oyuncu olacak çocuk için aynı zamanda bir çocuk olduğu için en güzel örnek Carlo Collodi’nin Pinokyo’sudur. Pinokyo Huizinga’nın, belki de bir boşluğun, anlam arayışının taklidini yapan o taklit yapan oyuncu çocuğunun simgesi… 

Pinokyo’nun içinde geçmek bilmeyen bir boşluk, bir can sıkıntısı var. Onun peşine düşüyor. Oyuncu da öyle değil midir? Boşluğun peşine düşmüş çocuk… Algıları kurallarla kapanmamış, isteklerine, özüne yabancılaşmamış, doğrudan, adımlarının sonuçlarını göğüsleyebilir… Adımlarının sonuçlarını göğüsleyebilmesi Pinokyo’nun en güzel özelliği. Bir de tatlılığı. Onun bir sonraki davranışını neredeyse ezberlemişizdir. Ama yine de onun macerasını merak ederiz. Hayalimizde bir seyir keyfi yaratır. Kukladır ama ne kadar cana yakındır… İsteklerinin şeffaflığı, bu konudaki cesareti, gözü kara oluşu, asla pes etmeyişi, sevgi dolu oluşu ile Pinokyo çok tanıdık bildik, aramızdan biri gibidir. Sık sık kendi çocukluğumuzu hatırlatır. Pinokyo sevdiklerinden ayrılınca onları çok özler… Kavuşunca öpücüklere boğar… Pinokyo’yu canlandıran bir başka unsur da bu aşırı duygusal yapısıdır… Özlem dolu sulu göz bir kukla bizi etkiler… Pinokyo’yu okurken yazarı bizimle yol alır… Onu bir seyirci gibi izler, eğlenir, o ayrılmış bakışı, sahneyi aydınlatan bakışı hissederiz… Şefkat dolu bir babanın bakışıdır… Yahut da annenin…  

Kitapta bir bölüm var: Pinokyo sorulan her soruya “devam etmekte karalıyım, devam etmekte kararlıyım” der. Kitaptaki olaydan bağımsız düşünecek olursak, bu kararlılık oyuncu olacak çocuk anlamında Pinokyo’yu tanımlayan yegâne özelliktir. İnatçı ve kararlıdır ve durmadan bunu yine kendi kendine yıkışına şahit oluruz. Rolden çıkar, role girer. Yaşamla bağı özür ve teşekkür arasında pişmanlık ile tatlılık, sevecenlik arasında gider gelir. Yaşamın tüm sertliklerine maruz kalır ama dayanıklıdır. Yeri geldiğinde gücünü, yeteneklerini ortaya koymasını bilir; yüzerek hayatlar kurtarması gözlerimizi doldurur…  

Pinokyo bir yandan yaşamak, maceralara atılmak isterken, insan olmaya çalışırken(canlandığı anlar tam da bu hata yaptığı anlar) bir yandan da görevlerini sorumluluklarını yerine getirmeye çalışır. Sanki bu görevler sorumluluklar onu kuklalaştırırken, yaptığı yaramazlıklar onu insanlaştırmaktadır ve yazar içten içe böyle bir sonucu göstererek eğlenir… Apollon ve Dionysos ikilemini daha başlangıçtan, çocukluktan anlatmayı başarmış Pinokyo ile yazar… 

Pinokyo ne zaman sözünde durmayıp maceralara atılsa bir dolu şey yaşıyor… Ama başarılı, söz dinleyen bir öğrenci olduğundaysa anlatmaya değer bir hikâyesi olmuyor. Öyleyse şöyle diyebilir miyiz? “Mükemmel davranışların kalıbını yakalamaya çalışan bir oyuncuyu doğaçlama ile yaşar hale getiren, genel anlamda da bizleri insan yapan hatalarımızdır…” Bir hikâyeye kapı açan… 

Pinokyo bir kukla olarak farklılığını özgünlüğünü bulduğunda insan olacak… Onun tüm iniş çıkışları yaralanmaları, köpekbalığınca yutulması, tavada balık gibi kızartılması… Başına gelmeyen kalmıyor… Çile çekiyor. Her seferinde yeniden toparlanıyor… Onu bir kukla yapan belki yine böyle kedi gibi dokuz canlı olması, her seferinde ayağa kalması, giderek buradaki mekaniklik ve aynı zamanda onu yine insan yapan da bu çileler karşısındaki gücü, dayanıklılığı…

Pinokyo bir köpeği boğulmaktan kurtarır, köpek de Pinokyo’yu balık gibi kızarmaktan kurtarır. Bu Pinokyo’nun okuyucuyu etkileyen ilk başarısıdır… Böylesine hatalarla dolu, işe yaramaz bir çocuğun yaptığı tüm başarılardan daha değerlidir. Çünkü bunu ondan ummayız. 

Anlatı boyunca kıs kıs gülen yazarı hissederiz; Pinokyo seyredilen bir çocuktur… Saflığı ile şeffaftır. Tüm duygularını düşüncelerini anlatır. Doğruluğun, dürüstlüğün timsali gibidir; yalanının uzayan burunla görülmesi de bu yüzdendir. Yalan söylemeye alışık olmayan insanların yüzünün kızarması gibi… Pinokyo tüm duyguları düşünceleri mikroskop altındaymışçasına gözlenebilen biridir. Kızaran yüzle, uzayan burun gibi tüm duygularını adım adım izleriz… Okurken hayal dünyasında bir seyir keyfi yaratır.

Başına gelmeyen şey kalmaz ama Pinokyo bir kukladır. Görünmez ipleri vardır.** Pinokyo büyüdükçe, kurallara uydukça sanki biz okuyanlar seyredenler ipleri görürüz. Yaşam içindeki oyunu biter. Oyunculuk çocukluğun mesleği… O çocukluğun sonsuzluğu ile bakmayı yitirmemiş olanların… 

Anadolu’da bir deyiş vardır; “külden eşek!” Hep bir şeye karar verişi ve ardından vazgeçişi tanımlamak için kullanılır. Sözünü tutamama, disipline olamama… Aslında bu yaşam içinde yaşamdan aralanmaya çalışılan bir yaşamı (oyunu) temsil eder. Bunu bir form olarak ayıransa tiyatro. Karar ve vazgeçiş, role girme, rolden çıkma, kavramlarına görünmez bir iç eşikte ne kadar da yakındır. Bizleri insan olarak kukla yapan şeyler neler? Tekrar, aynılık, görevler, rutinler…

Bizi insan olarak canlandıran şeyler için yine bir döngüselliğe, ritüele, rutine ihtiyaç duyarız. Canlılığın arka planı (Ahn Do-hyun, Gümüş Somon’un Yolculuğu kitabında söz eder, arka plan kavramından: “Yıldızların arka planı karanlık…”) kuklalık, tekrar, rutinlik, aynılık, mükemmellik hata potansiyelimizi de var eder… 

İkisini bir denge içinde götürebilmek… Belki de hayat bu…  Bizi insan yapan hatalarımızla yeniden hata yapabilmemizin yatağını hazırlayan görevler ve rutinleri bir denge içinde sürdürebilmek…

Sadece oyun oynamak isteyen bu saf bakış içindeki çocuk için, sanki büyüdüğünde üç yol vardır; ya başkalarının yönettiği bir kuklaya dönüşmek, ya tek başına kaldığı oyunların içinde kendini çeşitli rollere bölmek yoluyla bir çıkış ararken hastalanmak, ya da hem oyunun hem de sorumluluğun bilincinde, oyunu bir iş, bir sanat formu olarak, oyunculuk mesleği olarak gerekli disiplin ve özeni göstererek yapmak. Yani Pinokyo’nun hikâyesi derin. 

Pinokyo, bu yüzden bir felsefe kitabı gibi, oyunculuk el kitabı gibi de görülebilir aynı zamanda… 

Oyunculuk konusunda yazılan her kitap aynı zamanda yaşam hakkında yazılmış gibi… Yaşam hakkında yazılan her kitap da oyunculuk hakkında… Bir tür oynamak isteyen çocuğun hikâyesi olan Pinokyo’nun hikâyesi, oyuncunun hikâyesi ile birleşir. Burada bir yaşama el kitabı olarak, Yoshia Oida’nın, “Görünmez Oyuncu” kitabını da anmadan geçemeyeceğim. 

Gerçekte kendimiz istediğimiz için mi yapıyoruz bir şeyleri yoksa ailemizin sözünü dinlemek, toplumsal kurallara uymak için mi? Doğruyu kendi tecrübelerimizle keşfetme olanağı elde edemiyoruz çoğu zaman. Kurallar ve görevler arasında büyümekten özgünlüğümüzün gözenekleri tıkanıyor. Pinokyo’nun ikilemi burada. Özgünlüğü ve görevleri arasındaki çatışma… 

Oyun bir yanı ile dışarıdan ne kadar yaşam üstü, başka bir dünya bir özgürlük alanı gibi görünse de yapısı provada kurulan, sahne arkasında bir fabrikanın dişlileri benzeri içerde yürüyen işleyen sahne trafiği dediğimiz giriş çıkışlarla en gözle görülür yanına şahit olduğumuz bir dizi sorumluluk içerir. Oyunu, oynamayı seven bu sorumlulukları benimser. 
Pinokyo hangi maceraya girerse girsin olduğu gibi oluşunu korumaya çalışıyor. Özgünlüğünü… Karar veriş, inatçılık ve pişmanlık döngüsü ile… Hep başkalarının replikleri içindeki oyuncu için bunun ne denli önemli olduğunu hayal edebiliriz…

Çoğu zaman görev duygusu gözenekleri tıkar… Pinokyo çevresinden sevgi görüyor, (annesi, babası)  bu sevginin varlığı ona güven veriyor, onu canlandırıyor, belki biraz şımartıyor, dönüştürüyor… Pinokyo’nun da sevgisi, babasına ve annesine duyduğu sevgi, sonunda sorumluluğu benimsemesini sağlıyor. Kalbi olan, sevmeyi bilen bir kukla bizi duygulandırır. Kuklayı canlandıran da budur… Duygusal oluşu… Sürekli acıkan, ağlayan, sarılan, kucaklayan, hemen kandırılabilen bu hisli kukla bizi güldürür. Yazar bir tezatlık üzerine kurmuştur anlatısını. Ona bolca duygu vererek canlandırmıştır…

Duygularımızı canlandıran, dünyanın her yerinde bizi bir hikâye anlatarak yolculuğa çıkaran tiyatromuzun günü, 27 Mart Dünya Tiyatro günü kutlu olsun…

*Huizinga’nın sözünü hatırlatan Fatih Sevdi’ye teşekkürler
 

** Yoshi Oida, şu örneği verir oyunculuğun doğallığını anlatmak için; …Bir keresinde bir Zen üstadı, ,insanları iplere bağlı kuklalara benzetmişti. Ölüm ve doğum anlarında bu ipler ya sımsıkı tutulur ya da aniden bırakılır. Dediğine göre insanlar öldüklerinde bu ipler kesilir ve kukla pat diye yere yığılır. Bu oyuncular sahne üzerinde oynadıkları zaman da geçerli. Siz zihninizin ipleriyle idare edilen ve ayakta durabilen bir kuklasınız. Eğer seyirci ipleri görürse oyununuz ilginç olmaktan çıkar…” Bedenimizi bir kuklayı oynatırcasına kullanmak ama ipleri göstermemek…
 

Kitapta Pinokyo ve arkadaşı Fitil’in eşeğe dönüştüğü bölümü okuyunca aklıma geldi. İlginçtir; eşek hep okumamakla, tembellikle simgelenen bir hayvan olmuş. Yine Angel Karaliyçev’in Ellerinden Öperim adlı çocuk kitabında da bu konuda bir öykü vardır.

Anahtar Kelimeler: pinokyo, oyuncu



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir