Bir yazarı tanımak onun mevcut eserlerini okumakla gerçekleşiyor... Sayfalar arasında gizlenmiş kodlar, oraya buraya serpiştirilmiş ip uçları sayesinde bambaşka duygulara, iç dünyalara erişiliyor çünkü.
"Tekst obur" luğum malum, Kosta Kortidis, Özen Yula, Ali Cüneyd Kılcıoğlu imzalı piyeslerin hemen tamamını okumuş biriyim. Şimdilerde, Mustafa Aslantaş Külliyatı'nı inceliyorum. Biri Zweig uyarlaması olmak üzere, toplam sekiz eserini okudum. Yazarla oyunlarıyla ilgili kısa röportajlar da yaptım." Tek Yakanın Öyküsü", " Kelebekler Ölüyordu" ve Mustafa Aslantaş'ı bambaşka bir çizgiye taşıyan " Eylül " ü kendisinden dinledim.
Melodram öğesini çok iyi kullanıyor... Duygusal sarsıntıları olay örgüsü içinde başarıyla ele alıp, yansıtıyor. Gerektiğinde kendine meydan okumayı seviyor Mustafa Aslantaş. Yazdığı repliklerin dili, sesi, yankısı, gözyaşı, tebessümü, kanı, canı oluyor.
" Shakespeare Beni Sevmez " yazarın " Toplu Oyunlar - 2 " (2023 ) adlı kitabında da yer alan komedi ağırlıklı bir piyesi.
Ali Cüneyd Kılcıoğlu bu oyun için şunları söylemiş :
" Köşeyi dönme hikâyelerini, şöhret olma hayallerini, çarkı felek zamanlarını, evden kaçanları, vuran piyangoları, şansın çaldığı kapıları zorlayan insanları sever filmler ve romanlar. Bir ailenin şöhretle sınanmasının hikâyesidir bu oyun, çekirdek ailenin düzene çekirdek olmasının, kabuğunun içten patlamasının komiğini yansıtır."
Ve Doç. Dr. Zümre Gizem Yılmaz'a kulak verelim :
" Zekeriya’nın seçtiği ' Olmak ya da olmamak ' tiradı beni de en çok etkileyen tiradlarından. Çok şey düşündürüyor, çok şey unutturuyor bu tirad bana.
Oyundaki teknoloji kullanımı ve sosyal medya kullanan bir karakterin olmasını da çok beğendim. Harika olmuş. "
" Shakespeare Beni Sevmez " i yazarından dinlemek istedim yine, ne zaman, hangi duygularla yazdı, anlatılan hadise ve piyes kahramanları ve elbette bu oyunun carriere'indeki yerini sordum kendisine.
Söze " Sahi William Shakespeare neden Mustafa Aslantaş'ı sevmiyor ? Aralarında ne geçmiş olabilir ? Bu husumetin kaynağı ne? " diye başlamayı düşündüm. Vazgeçtim. Bıraktım herşeyi Mustafa Aslantaş anlatsın. Anlattı da. Ben de noktasına, virgülüne dokunmadan yazdım :
" 2012 yılı filan olmalı, hayatımda ilk ve son defa bir tiyatro oyunu için figüran seçmelerine gitmiştim. Hangi oyun olduğunu merak edenler tekste geçen ' Babamın milli yıkılma hikayesi ' bölümüne göz atabilirler. Tam sekiz saat bekledim bir türlü sıra gelmedi. Fenalık geçirdim resmen, ne zor işler bunlar. Sıra geldiğinde ise hepimizi koşturdular ve bu gerçekten bir yıkılma hikayesine dönüştü benim için. Çünkü ayağım kaydı ve yıkıldım. Seçilmedim, oysa o piyeste rol alacağıma kesin gözüyle bakıyordum, böylesine emindim giderken, bir ay öncesinden bunun hayaliyle yatıp kalktım, diyebilirim. İflah olmaz tiyatro aşkımdan bir adım öteye geçmek için bir tiyatro oyununun seçmesine gittim ve ' Beni bir figüran bile yapmayan ' sanat camiasıyla ' Senin tabirinle ' bir kağıt kesiği yaralanmalı ilk kavgamızı ettik.
Başka bir konu... Yine aynı zamanlarda bir ajansın kısa video yarışması vardı, bir iki dakikalık bir video gönderilecek, sonrasında kurs, işte olursa belki projeler. Gözüme gözüken yetmemiş olmalı ki ona da pek ciddi olmayan bir Shakespare monoloğu çektim, gönderdim. Bir zaman sonra sildim, çıktım v.s. yarışma da ne oldu bilmiyorum.
Mini DV kameramla evde yeğenlerimle Türk filmlerinden esinlenme kendi videolarımızı çekiyorduk arada. Mesela bir arkadaşımın saz çalarken videosunu çekip, o gidince kameranın dublaj özelliğini kullanıp ' Salako'nun Hünerleri ' şarkısını üzerine kaydetmiştim.
Bir gün evin koridoruna mini bir set kurdum, tabi tek kişilik. Bıyığımı eşimin rimeliyle boyadım, yelek ceket derken bir kahveci tiplemesi yapıp 5-10 dakikalık bir video çektim. Hatta evet, bu videoyu hemşehrim olan dizi oyuncusu Ahmet İlker Okumuş istemişti. O da bir film hazırlığı için benden öyle bir kayıt istemişti.
O zamanlar muhtemelen sadece ilk oyunum 'Yakın Işıkları’yı ya yazmıştım, ya o bile yoktu henüz ortada.
Bu eğlenceli karışık sanatsal çorbada, çektiğim o kabus Hamlet monoloğu sebebiyle çok yakından takipleştiğim çok ünlü bir hanımefendi oyuncu ile çok kötü birbirimize girdik. Muhtemelen beş yıl belki daha fazla küs kaldık. ' Sen bizim mesleğimize hakaret ediyorsun, Hamlet uğruna kaç kişi intihar etti ' gibi çok çok ağır sözler işittim, gazaba uğradım.
Sonrasında bu karmaşadan sıyrılıp, her yere atlamakla bir yere varamayacağımı gördüm ve zamanla da oyunlar çıkmaya başlayınca ve yazarlık kimliğine kavuşunca, yine o çok ünlü kişinin bana söylediği sözle bu oyuna başladım diyebilirim. ' Allah kimseyi senin diline düşürmesin Mustafa '.
Kafamda böyle bir oyun dönüp duruyordu. Bir tiyatro grubu Anadolu kasabasına turneye gider. Küçük otelin sahibinin aklı hep bu işlerde kalmıştır ama kasabada da tıkılmıştır. Hatta o kadar sanatseverdir ki oğullarına Bizet’ten esin İzzet, Bach’tan Bahri , Verdi’den Ferdi gibi isimler vermiştir. Hep bu sahneler gözümde dönerken, portföyüme bir komedi koymak için yola çıktım. İlker için çektiğim o doğaçlama videodaki kaydı birebir bu oyuna aktardım. Oyunun girişi yüzde yüz öyle oldu. Sonrasında iddiasız bir kahveci Zekeriya, oğlu Batuhan, Hep koltukla eşya ile bozmuş bir kadın-karısı Hanife ve burada daha önce dizi için gelmiş, Zekeriya’nın ailesiyle tanışan Zekeriya’yı seven ama sonrasında ters yüzünü de gösteren Esin Canokay gibi karakterler doğdu. Tüm bu yaşadıklarım oyun içinde yer aldı. Aslında bu bir intikam komedisidir, düpedüz. Ama hınçlanıp içten içe kin beslediğim bir kan öcü değil tabi bu. Sonuçta benim hevesim-heyecanım, bambaşka bir alanda boy göstermem-illa ki duvara çarpmak kaçınılmazdı… Tüm bu tecrübeleri eğlence kazanına attık ve kaynattık. Keyifli bir oyun çıktı. İlk defa bir oyunumda kimsenin başına bir şey gelmedi. Kimse ölmedi, yaşandı bitti güldük bitirdik.
Bu oyuna, oyun yazarı dostum Ali Cüneyd Kılcıoğlu’unun çeşitli fikirlerle desteği olmuştur. Onun tabiriyle ' hit bir şarkı gibi ', seyirciyle buluşmasını istedim ve o yüzden kitaba koyduğum keyifli bir oyundur.
Müzikli oyun olarak da değerlendirlebilir. İçinde eğlenceli şarkılar da var. Mesela Hanife’nin şu şarkısı;
KOLTUK ŞARKISI
Üç artı üç artı bir, ya da berjerleriyle,
Ah şunları tek tek deşsem, hem de minderleriyle.
Anca erir içim yağı, zaten batar kıça yayı.
İskandinav modeli ya da siteler işi…
Ahhh ahh ahh ahh…ah yeni bir koltuğum olsa…
Uzansam bir kuğu gibi..."
Ne dersiniz, Shakespeare sahiden de Mustafa Aslantaş'ı pek sevmemiş... Yoksa tam tersi mi ? Karar veremedim.
Anahtar Kelimeler: shakespeare
0 Yorum