Siz oyunu gezdirirken, oyun da sizi gezdirir. Hangi dünyalara çekip götürüyor, neler üzerine düşündürtüyor? Bir bulvar komedisi o hayatların arasında dolaştırır, evrensel sorunlara değinen, düşünsel, toplumsal boyutları olan bir oyun belki de daha önce hiç görmediğiniz dünyalar arasında dolaştırır… Oyunu hayatın içinde bir yere yerleştirmeniz gerekir. Estetik boyutu ile uzamsal canlı bir yapıdır oyun. Ona her yönden bakmak istersiniz. Kalabalıkların içinden, yalnızların arasından… Metropolde taşrada... Eşitliklerin, eşitsizliklerin, duyarlılıkların arasından... Hayata gidip gitmediğini sınarsınız... Olup olmadığını… Oyun gezdirir sizi. Kamerayı durmadan başka açılara kurarak bakarsınız sahneye... Bitmiş bir yapı olması gerekir. Ona bakarsınız. Hayattan kopmuş mu? Doğabilmesi için hayattan kopması gerekir. Doğup yaşayıp yeniden hayata karışabilmesi için. Giderek kendi öz devinimini kazanıp hayata öncü olabilmiş mi? Tiyatro insan yordamı bir sanat… Kalabalıklar arasından bir insan olarak süzersiniz oyuncunuzu... Tam da o kalabalıklara ait olduğu için tek başına görünürdür. Ait olduğu bir kimlikle ortaya çıkar özgünlüğü… Oyun da böyledir; hem tam da hayat gibi, hem de bambaşka…
Bir oyun çalışılmaya başlandığında her şey ayağa kalkar… Görünmez bir heykelin yapımı için ses, görüntü, ışık, gölge, ton, ritim, müzik, resim, duygular, düşünceler, şiir, öykü, düşler, gerçek… Her şey bir araya gelir. Bir toplanma alanına doğru oyunla ilgili olan her şey akmaya başlar. Bu da oyunumuz için olsun, bu da oyunumuza, oyunumuza bu da yakışır. Tam da aradığımız gibi… İşte bu tam da Karga için, şuna ne demeli işte Kedi için aradığımız şapka… Macbeth’deki cadılar şunu giyseler sanki daha çok cadı olacaklar… İşte, cadıların müziği… Aaa bu görüntü bana… Evet evet, oyunumuzdaki kayak sahnesi… Giderek zihninizde her şey birleşir, eşleşir, hayat ile oyun durmadan birbiriyle paslaşır.
Oyun bir ayakta olma halidir, hayatta da insanı hep ayakta tutar… Hep oyuna ne lazım, oyuna ne gider, görünmeyen bir heykel… Harekete sabitlenen hareket…
Bin bir söz arasından seçilmiş replik olmuş sözler…
Bin bir duygu arasından his yordamıyla bulunup getirilmiş duygular…
Jestler, mimikler…
Nehir yaşamdan akıp gelen alüvyon düşler…
Reji ile oyuna bir şekil ararken, bir yandan da oyunla şekilleniriz. Replikler üstümüze yapışır. Sanki tam da o oyun kişisini iyice anlamamızı sağlamak istiyormuş gibi rol kişilerimizin sözleri oyun bitse de uzunca bir süre dilimizden düşmez.
Bu yüzden repertuar çok önemli. Seçtiğimiz oyunlara şekil vermek, sahnede canlandırmak için biz tiyatro yapıcıları dört bir koldan harekete geçerken, oyun da düşlenmesinden tutun da(toplumsal düşünsel, duygusal boyutu) yazım aşamasına kadar bizi bir şekle sokar. Bir direnç biçimi olarak hayata karışır, hayatı bir direnç deseniyle mayalar. Tıpkı yaşammış gibi bir direnç örneği yaratır. Orada bir yerde, diktiğimiz ağaç var… Sürüyor.
Oyun kimsesizdir. Oyunun söyledikleri herkesin olduğu için. Reji sırasında onu kimsesizlikten herkesin oluşa doğru yükseltiriz. Reji okunup bir kenara bırakılan metne çiçek açtırır. Sözler hayata karışır, hayatla karışır…
Bergman tiyatroyu hep beraber yapılan bir iş olduğu için sevdiğini söylüyor*Birlikte çattığımız bir çatısı, iskeleti, kralından soytarısına, köylüsünden ağasına sahneye çıkma sırası geldiğinde çıkmazsa yapıyı, iskeleti çöktürecek olan bir düzeneği el birliği, söz birliği, gönül birliği ile birlikte kuruyoruz… Bir eşitlik zemini sahne ve güzel olan bu. Kralın kral rolünü oynamasını sağlayan şartları, soytarının soytarıyı oynamasını sağlayan şartları el birliği ile oluştururuz. Kralı kral olmaktan çıkaracak bir repliğin eksikliğini doğaçlama hep beraber yerine koymaya çalışırız. Yönetmenin oyunu yönetebileceği düzlüğü; repliklerin ezberlenmesi, provalara devam etmek, zamanında gelmek, ışığın müziğin yerli yerince girilmesi, doğru ifadeler, hepsini el birliği ile sağlarız… Yönetmeni ve oyuncuyu el birliği ile sağlarız. Tasarımcıyı, sahne işçisini… Nasıl ki gösteri sırasındaki en küçük bir değişiklik her şeyi etkiliyorsa, gösterinin hazırlanması sırasındaki değişiklikler de rejiyi etkiliyor.
Hangi oyunu seçtiğimiz en önemli öğe. Kötü bir metin karşısında oyuncu seyirciye mahcup olur. Kötü bir metin karşısında yönetmen hem oyuncuya hem seyirciye mahcup olur ve hayattan beslenerek ortaya bir şey çıkarma coşkusunu hissedemez. Coşkunun, heyecanın olmadığı yerdeyse seyircide bir değişiklik, bir ümit yaratamayız… Seyirci her zaman tiyatroyu yeniden yeniden var eden temel unsur… Hep aynı oyunları izlemeye alışmış giderek bezmiş seyirci artık bir üst aşamaya ümit ve değişim aşamasına geçmek isteyen seyircidir. Bunu sağlamanın yolu ise ezberden hızla kurtulup oynamaya başladığımız o güzel dönemecin coşkusunu seyirciye hissettirmektir. İşte iyi bir oyunda bunu hissettirmek kolaydır. Oysa kötü metnin kötü reji ve yılgın oyuncu ile buluştuğu işler sanki hala provada, ezber aşamasında kalmış gibidir. Çoğu zaman seyirci zaten var olana alışmış, başka da bir şey beklemeyen, yeri geldiğinde alkışlarını yerine getirip salondan ayrılan seyircidir. Biliyordum der, içten içe kendine, kötü bir oyun izleyeceğimizi biliyordum, ama yine de geldim… Oysa tiyatroların bir ümit harmanı olması gerekiyor. Oynayanın seyredenin yaşamsal duyargalarının yeniden açıldığı, bir şey yapmak için harekete geçtiği ya da yaptığı şeyi daha güzel yapmak için bir coşku hissedeceği yerler olmalı. Çünkü bir oyuna çağırıyorsak bir şey vaat ediyoruz demektir. Acımı, sevincimi hissetmen… Hikâyemi paylaşıyorum. Bir anlamsızlık içindeyim, işte bu anlamsızlığın toplumsal bireysel kökenleri… Burada hiçbir şey yok sadece seni güldürmek istiyorum… Bu oyun yolu ile hepinizin birbirinize yeniden bakmasını istiyorum. Oyunumuzun size ayna olmasını… Adaleti göstermek istiyorum. Cesareti, yürekli olanın zaferini… Merhameti hissetmeni istiyorum… Oyun her zaman bir şey vaat eder… Hiçbir mesajı olmasına gerek yok. Sadece eğlendirmek, yahut tıpkı hayatın düzlemine denk bir doğallık içinde de olabilir… Önemli olan etkileşimin inandırıcılığı. Bunu estetik bir form içinde yapabilmek, emeğin ışıltısını görünür kılmak… Her şey rejiye doğru akarken, seçtiğimiz oyun önemli… Evini nereye kurduğun demek bu… Ağaçları kesip beton bloklar mı diktiğin yoksa bir çadırdan mı seslendiğin? Biri bir ses verir, diğeri ona yanıt verir. Sahnedeki oyun tam olarak bittiğinde olan da bu. Tüm oyun topu topu iki repliğe dönüşmüştür. Oyun bir ses verir, seyirci ona yanıt verir. İster bir hırıltı ister bir şarkı ister şiir, ister çığlık…
Karşıdan gelen ne?
Oyunun seyircinin zihninde bir alan açmak, bir şeye dikkat çekmek, seyirciyi içinde bulunduğu koşulların dışına çıkarıp nesnel bir düşünme, hissetme alanı sağlayarak yükseltmek gibi gizil bir işlevi de var…
Gülüp eğlendikten sonra yahut ağlayıp üzüldükten sonra bana kalan ne? Bir nehir olan hayattan taşıdığı alüvyonu sahnede bana gösterirken yeniden bir nehre dönüşen oyundan ben o ilk alüvyonu görebiliyor muyum? Metnin oyuncunun ve tüm sahne estetiğini bir harmoni içinde söylemek istediğini…
Bir ameliyat geçirecekseniz bu zorunludur. Oraya sizi götüren koşullar sağlığınızla ilgili bir zorlanmadır. Ama bir oyun seyretmede istek ve seçmek devreye girer. Bu yüzden sahnede olan her zaman seçilmiş olandır. Peki ya o oyun benim o ayrıcalıklı, özenli, özel zamanıma denk gelmiyorsa? Herhangi bir yeri ağrırken tiyatroya gitmez kimse. Kendiliğinden bir araya gelmiş olmanın bile bir tiyatro seyircisi topluluğu olarak bir güzellik iyilik düzlemi vardır. Önemli olan biz sahnedekilerin oyun yapıcıları olarak bu güzellik iyilik halinin üzerine bir şey koyabiliyor muyuz? Sarsarak, düşündürerek, geliştirerek, eğlendirerek yahut tanıklığı hissettirerek yahut doğal samimi bir eğlence sağlayarak…
Metnin yazılmasından, sahneye kadar, rejiden başlayarak tiyatro bir ayağa kalkma sanatı. Yaşamı tiftme, canlandırma, harekete geçme, hareketi hareketle sabitleme… Bezgin miyiz, yılgın mıyız, ümit mi veriyoruz? Oynadığımız şey bizi canlandırıyor, değiştiriyor mu? Yaşamın canlılığını hissettiriyor mu? Oyunumuz için düşündürtüyor, oyunumuz için bir koruma içgüdüsü sağlıyor mu? Oyunla ilgili kafamızda bir desen oluşuyor mu? Oynadığım oyun yaşama değiyor mu? Ya da yaşamda bir yeri var mı? Hangi seyirciye ne söylüyor?
Tüm bunlar işte rejinin alüvyonlu toprağı… Tiyatro hayat nehrinden bize kalan… Seyirle canlanan sahnedeki nehirden ve oyundan sonraki hayat nehrinden…
İyi seyirler…
*Ingmar Bergman, Sinematografi İnsan Yüzüdür, agorakitaplığı yay.
0 Yorum