MAKALELER

Hayatla Hayat Arasındaki Görünmez Cam Ya Da Tiyatro

2024.07.01 00:00
| | |
13736

İnsanların henüz konuşmaya başlamadıkları dönemde el kol hareketleri, yüz ifadeleri ve beden hareketleri daha çok ortadaydı belki de…

İnsanların henüz konuşmaya başlamadıkları dönemde el kol hareketleri, yüz ifadeleri ve beden hareketleri daha çok ortadaydı belki de… İnsanın canlılığı…  Ne işe yaradıklarını unuttuğumuz arkeolojik aletlere dönüştü hareketlerimiz,  konuşma, yazma bu canlı diyalaoğun yerini aldığından beri. 

İnsan bazen bir şey bulur. Ne için kullanılmış olduğunu anlayamaz. Günümüzün kendine yabancılaşmış insanında da buna benzer duygu buluntuları birikiyor olabilir. Kendini gerçekleştiremeyen tıkız kalan oysa geçmişte epey bir hareket potansiyeli bulunan, artık orada olmayan, şimdi sade gölgesini hissettiği şeyler…

Bir insanın diğerini anlaması için geniş bir yelpazede belki de şimdi ne anlama geldiklerini unuttuğumuz bir dizi hareket kullanılıyordu, henüz konuşmayla yaşanılmayan dönemlerde…
Seslere bedenin tamamlayıcı olmak için daha çok eşlik ettiği ya da bedene sesin şelaleymişçesine sadece vurgu, tonlama, büklüm olarak eşlik ettiği o eski zamanlarda…

Bugün tiyatro araştırmalarının amacı belki de bu geniş yelpazedeki hareketleri yeniden hatırlamak.
 
Şimdi kafası başka yerde olan kişiler olduğumuz için belki de (akıllı telefonlar) beden yeniden önem kazandı. 

Performans ve dans tiyatrosunun günümüzde çokça önem kazanmasının sebebi belki de sessizliğin artık en ortak dil oluşu. Boş bir sessizliğin. Çünkü hiç konuşmuyorken de artık yazışıyor, görüyor, beğeniyor ya da tıklıyor olabiliyoruz. Sadece şimdi-buradaki somut dünyadaki varlığımız gözenekli bir hal aldı… Sanalın saldırısı altında sürekli...
Mükemmel Bir Gün filmini izledikten sonra bu sessizliğin nasıl bir şey olduğu üzerine düşündüm. Sabah alarm kurmak yerine sokağı süpüren süpürge sesiyle uyanan Hirayama’yı… Bizim dünyamızla başkalarının dünyası arasındaki görünmez camı…
 
Sahnenin her yer olduğu günümüz yaşantısında görünmez camlar artıyor… Başka şekilde davranan herkes ve her şey anında seyir nesnesi haline dönüşüyor. Başka şekilde konuşan hareket eden… Mükemmel Bir Gün’de sınırları, kuralları çok belli bir dünyada, o kuralları aşmanın yolunu bir tek o kurallara sımsıkı uymakta bulmuş birinin görüyoruz. İnsanların birbirlerine değmedikleri toplumsal katmanlar halinde yaşadıkları katı kategorize bir dünyada bu sınıfların en altında yaşamayı başararak, gökyüzünü kazanıyor. Ağaçları, fotoğraf çekmeyi, müzik dinlemeyi, kitap okumayı… Sabah kahvesini, öğlen- akşam yemeğini… Hirayama. Hiç kimsenin yanaşmayacağı bir işi özenle yaparak.

Doğal yaşayan, doğaya uygun yaşayan en tiyatral kişi. Çünkü doğanın bilgisi tiyatronun bilgisi. Tekrar, döngüsellik, sınırlılık, aşinalık, seyirlik, ritüelistik…

Mükemmel Bir Gün filmi Bugün Aslında Dündü filmi ile bir yerde buluşuyor. Bugün Aslında Dündü filminin “her gün aynı, farkı yaratacak olan bizim davranışımız” şeklindeki düşüncesi, Mükemmel Bir Gün’de “hep aynı günün içindeyiz, farkı yaratacak olan bizim seçimlerimiz” şeklinde bir düşünceye kucak açıyor…

Hep aynı günü yaşayan bir karakter Hirayama kurtuluşu müzikte, kitaplarda ve doğada bulmuş. Bugün Aslında Dündü filminde televizyon dünyasında çalışan ve insanlardan nefret eder hale gelmiş karakterin mutluluğu keşif sürecini görüyoruz. Her iki karakterin de kendine ait dünyaları var. Her iki filmi de bir tiyatro sahnesinde geçiyormuşçasına tiyatral kılan şey ise tekrarlar, aynı mekânlar, kurallar… Tiyatral yoğunluğu sağlayansa sıkışmışlık. Ruhsal ve fiziksel anlamda dar alan.
 
Bugün Aslında Dündü filminde de tekrar tekrar aynı günü yaşamaya mahkûm bir karakter var, Mükemmel Bir Gün ‘de de bütün günleri tek bir günmüş gibi yaşamaya mahkûm bir karakter var. Her ikisinde de farkı yaratan kendi seçimleri oluyor. Modern hayat, devasa gökdelenler, metropol yaşantısına sıkışmış daralan bunalan karakter her ikisi de. İkisi de bir takım zevklerine sımsıkı bağlı. Aslında bu sımsıkı bağlılık sıkışmış insanın kendine bir kurtuluş bulma ümidini simgeliyor. Sanki savrulmamak, kaybolmamak için belli bir ilişkisizlik içinde, kurallara, prensiplere bağlamışlar kendilerini… Her iki film de özgürlük üzerine düşündürüyor. Özgürlük her gün yeniden çitleri aşmak. Görünmez parmaklıkları.
 

Hayatla hayat arasında görünmez cam varmışçasına doğal olmalı tiyatro sanatı. Doğanın doğallığın sanatı. Günışığının, tabiatın müziğinin… Tıpkı doğa gibi döngüsel, ritmik.

Taklit yoluyla bir resme bakarak, yine resim yoluyla çoğalttığımız hayatın kendisi… Biraz kenara çekmek. Hep birlikte düşünmek.  Günün getirdiklerine bakmak.

Tiyatro bir seyir sanatı. Elimizdeki cep telefonlarında her an sahneler var. Durağan sahneler. Biz istersek canlanan, edilgin sahneler… Bu yüzden seyirci artık aynı seyirci değil. Sahnenin, televizyonun, sineme perdesinin bir yeri vardı. Ama akıllı telefonlarla birlikte her yerde bakmaya, görmeye alışkın bir seyirci oluştu… Görmek ve bakmak için birtakım kuralların en kolay ulaşılır hale geldiği bu şartlardaki yorgun gözler var karşımızda. Her yerden saldıran görüntülerle mücadele eden… Ve bana kalırsa yukarıda sözünü ettiğim filmlerdeki karakterlerden de gördüğümüz gibi, tek bir konu var farkı yaratacak olan. Hislerimiz… Öyleyse ne göstermeliyiz sahnede. Evrensel konular aşk, sevgi,  adalet, özgürlük, dostluk, barış dimdik ayakta. 
Hayatla hayat arasında görünmez cam var. Seyirci o camı görmez de oyun alanına adımını attığı an o cama çarparsa, orada bir yaşam oluşturmayı başarmışız demektir. Tüm iyi sanat eserlerinde olduğu gibi. Kendi başına yaşar hale gelmiş; adından söz ediliyor; bir varlık alanı yaratmış… 

Anahtar Kelimeler: tiyatro



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir