ÜÇ KAĞITÇI…
İzmir Devlet Tiyatrosu'ndan Bir Orhan Kemal Klasiği
Orhan Kemal'in 1966 yılında yazdığı Müfettişler Müfettişi adlı romanı ile onun devamı sayılan ve 1970 yılında yazılan Üç Kağıtçı adlı eserinden Ersan Uysal tarafından uyarlanan oyun, kolay para kazanma yolu olarak görülen siyasetteki çapsızlığı, çürümüşlüğü ve din istismarını ironik bir dille anlatmaktadır.
Sahnelerimizde Politik Tiyatro Özlemi ve Orhan Kemal…
1914-1970 yılları arasında yaşamış olan romancı ve oyun yazarı Orhan Kemal, yoksul kesimin, işçilerin, öğrencilerin, kısacası sokaktaki adamın hikayesini yazmış, eserlerindeki politik ve eleştirel yaklaşımla ön plana çıkmıştır. Tempolu olay örgüsünün yanı sıra "diyaloglara" ağırlık veren anlatım biçimiyle eserleri, ciddi dramaturgik problemler yaşanmadan sahnelenmeye elverişlidir. Eserlerinde genellikle toplumsal yapıdaki çelişkileri ustaca vurgulayan yazar, gözlem gücü, özgün ve yalın anlatımıyla çok okunan ve sevilen eserlere imza atmıştır.
Yazarın Üç Kağıtçı adlı eseri de, 1969 yılında yazılmış olmasına rağmen, evrenselliğini hiçbir dönemde yitirmeyecek politik bir konuyu ele alıyor… Bu yönüyle, günümüz siyasi yapısındaki çarpıklıkları, dinin siyasete alet edilişini, halkımızın gerçekte sevmediği halde palavracı politikacıları baş tacı ederek oy vermesini ince bir alayla sahneye taşıyan mükemmel bir güncel uyarlama çıkıyor karşımıza… Üç Kağıtçı, gerek oyun seçimi, gerekse politik söylem yönünden son yıllarda sahnelerimizde eksikliğini hissettiğimiz “politik tiyatro” boşluğunu doldurmaya aday… Örneğin, oyundaki “Yeni parti, şuursuz halka çok şey vaat etti” repliği “demokrasi” kılığında görünen, gerçekte Demokles'in kılıcı olan bir beyin yıkama yöntemiyle halkın nasıl uyuşturulduğunu çok açık bir biçimde ifade ediyor… Ülkesinin potansiyel zenginlikleri yeterince değerlendirilmediği için her şeyden mahrum bırakılan halk, yoksunluğun ve yoksulluğun sonucu olarak bir umuda bağlanma gereksinimi duymaktadır… O umut daima vaatlerde gizlidir… Bir şeylerin eksikliğini umut ve inanç dolduracaktır ki, halkın dayanma gücü daim olsun… Aksi halde acı her kılıkta görünmektedir bu topraklarda… Halk körü körüne inandığı sürece, ne acı biter, ne de karşılıksız vaatler…
Oyundaki politik tiyatro öğeleri genellikle dozunda kullanılmış. Ancak, Kudret Yanardağ'ın sık sık sahne önüne gelerek “Ne Mutlu Türküm Diyene” şeklinde söylemlerde bulunması politik tiyatroya yaklaşma çabası gibi görülse de, biraz kör gözüm parmağına durumuna dönüşmüş.
Kudret Yanardağ'ın Kudreti…
Oyunun başrol karakteri Kudret Yanardağ, İstanbul'da sahte evrak düzenleyerek hırsızlık yapan bir çetenin reisidir… Belli dönemlerde Anadolu'ya giderek kendisini müfettiş olarak tanıtmakta, karizmatik görünümü, otoriter kişiliği ile küçük yerlerde saygı ve korku uyandırmakta, böylece hem idarecileri hem de halkı dolandırmaktadır. Bir gün, üç kağıtları ortaya çıkar ve tutuklanır. Fakat bukalemun gibi kişiliği sayesinde burada da kendisini önemsetmeyi başarır. Adalet sistemindeki boşlukları, yaranma çabası içindeki küçük beyinli satılık insanların cehaletini değerlendirerek siyasete girmeye karar verir… Tutsaklık halini olumluya çeviren Kudret, temiz toplum sloganlarıyla meydanlara çıkanların aslında kirli siyaset yapmakta olduklarını gözler önüne seren gerçek bir karakterdir. Siyasetin en büyük dayanağının, cahil halkın temiz din duygularını sömürmek olduğunun bilincindedir ve insanları sahte inancıyla ikna ederek onlardan topladığı paralarla milletvekili olur. Hüküm giymiş bir üç kağıtçı, milletin vekilidir artık ve elbette dokunulmazlığı onun tüm karanlık geçmişini aklamaktadır.
Oyunculuk, Tasarım ve Reji Üzerine…
Kudret Yanardağ rolünde başarılı bir oyun sergileyen İzmir Devlet Tiyatrosu Sanatçısı Rüçhan Gürel, davudi sesi ve tabiri uygunsa “büyük oyunu” ile karakterin kabul görme ve saygınlık kazanma çabasını pekiştiriyor. Rüçhan Gürel'i baştan sona aynı güçlü performansla, mükemmel bir ses kontrolü ve artikülasyonla izliyoruz, uzun bir oyunda ağır bir başrol oynamasına rağmen temposu hiç düşmüyor.
Meyhaneci rolündeki Murat Çobangil, otelci rolündeki Fatih Karhama, Arabacı Kel Mıstık rolündeki Türker Şenyiğit ve Nefise rolündeki Serpil Aktaş göz dolduran, tempolu bir performans sergilerken, Kudret'in eşi rolündeki Gözde Bakşık, Devlet Tiyatrosu kadrosundan beklenmeyecek derecede ses denetiminden yoksun, zayıf ve durağan bir oyunculukla karşımıza çıkıyor.
İhsan Bengier tarafından yapılmış olan başarılı koreografide dansçılar tempolu ve uyumlular, ama İzmir Devlet Tiyatrosu'nun en büyük sahnesi olan Ragıp Haykır Sahnesi'nin kalabalık bir ekip için yetersiz kaldığını görüyoruz, zira selam sırasında bile oyuncu topluluğu sahneye zor sığıyor.
Can Atilla imzalı besteler de, yine oyundaki işlevsel politik tiyatro öğeleri arasında. Ancak yer yer şarkı sözlerinin net olarak anlaşılmaması danslı sahnelerde anlam bütünlüğü bakımından kopukluğa neden oluyor.
Sahne önündeki rampa ile yaratılan dış mekan imajı ve döner sahne yöntemiyle sağlanan mekan değişimleri yeterince işlevsel ve minimal bir çözüm olmuş. Fakat salon ve rampa, yer yer gereksiz oyuncu trafiğine sahne oluyor. Kudret Yanardağ politikaya atıldıktan sonra, kadın oyuncuların salonda gezinmesiyle verilen halk fısıltılarının çok da işlevsel olduğu söylenemez.
Oyundaki Dramaturgi Problemleri…
Uyarlamada çok fazla tekrar olduğunu düşünüyorum. Özellikle Kudret Yanardağ'ın Müfettiş kimliğine büründüğü sahnelerde, Arabacı Kel Mıstık'la olan diyaloglarında dönüp dolaşıp aynı sözler seyirciye dikte ediliyor ve bazı sahnelerde oyun sıkıcı hale geliyor. Olay dizisi içinde yeterince işlevli olmayan bazı sahneler biraz budansaydı hem oyunun süresi kısalır, hem de o kadar çok tekrara düşülmezdi. Diyaloglardaki tekrarlar oyunu zorlama bir şekilde uzatmış olduğu için “seyirci algılamazsa aktarmak istediğimizi pekiştirmiş olalım” kaygısına düşülmüş hissi uyandırıyor. Sahnelerin uzunluğu tempoyu düşürdüğü gibi dikkati de dağıtıyor. Bu noktada belirtmek isterim ki; modern tiyatro en az yedi saat süren temsillerle seyirciyi kıskıvrak yakalayıp dikkati uyanık tutmayı başarmaktadır. Devlet Tiyatrosu'nun son dönemlerdeki temsillerinde gözlemlediğim kadarıyla seyirciyi uzun temsiller izlemeye alıştırma çabası içindeler. Bu güzel bir adım, ancak uzun temsillerde temponun hiç düşmemesi gerektiği gerçeği göz önünde bulundurulmalı, oyunlar tam anlamıyla bir görsel ve düşünsel şölen olmalı.
Türkçe Ezan…
Kudret Yanardağ'ın hapishanedekilere gösteriş yapmak amacıyla kıldığı sabah namazı sahnesinde, 1950 yılına dek camilerimizde okunan Türkçe ezanı Sadettin Kaynak'ın o müthiş yorumuyla dinliyoruz ve açıkçası oyunun en etkileyici kısmı da burası… Bu ezan bize Mustafa Kemal Atatürk'ün Türkçe'nin gelişimi ve ulusal dil birliği için çok çaba sarf ettiğini bir kez daha anımsatıyor. Mustafa Kemal, Türk insanının İslamiyet'i kendi diliyle yaşama özgürlüğünü öyle önemsemiştir ki, Türkler'in anladıkları dilde ibadet edebilmelerinin yolunu açmak için Türkçe ezan okunmasını istemiştir. 1950 yılından sonra tarihe gömülen bu güzel ezan çevirisinin, Üç Kağıtçı oyunuyla yeniden gündeme taşınması ve bunun hoşgörülü, ilerici İzmir seyircisine denk gelmesi güzel bir tesadüf… Bu güzel fikir için yönetmen Murat Atak'ı kutluyorum.
İzlenmesi Gereken Bir Oyun…
İzmir Devlet Tiyatrosu'nda politik tiyatro türüne yakın bir oyun izlemek kentimiz için olumlu bir gelişme. Ufak tefek eksikliklerine rağmen Üç Kağıtçı, başarılı bir uyarlama. Orhan Kemal gibi büyük bir yazarın eserini sahnede izlemenin gururu bir yana, günümüze yönelik politik bir eleştiri aracılığıyla gerçeklerle yüzleşmek isterseniz, Üç Kağıtçı'yı mutlaka izlemenizi tavsiye ederim. Daima sorgulaması gereken sorumlu vatandaşlar olarak, toplumsal bir görevi yerine getirdiğinizi hissederek oyundan çıkacaksınız.
Anahtar Kelimeler: Üç Kağıtçı, izmir devlet tiyatrosu
0 Yorum