MAKALELER

Quintet - Tiyatro Pera

2010.11.08 00:00
| | |
8477

Tiyatro Pera’nın dokuzuncu yaşında Nesrin Kazankaya, yakın tarihimizi anlatan oyunlarının üçüncüsü olan Quintet- Bir Dönüşün Beşlemesi ile...


     Tiyatro Pera'dan çarpıcı bir çalışma: Quintet - Bir Dönüşün Beşlemesi
 
    Tiyatro Pera’nın dokuzuncu yaşında Nesrin Kazankaya, yakın tarihimizi anlatan oyunlarının üçüncüsü olan Quintet- Bir Dönüşün Beşlemesi ile bir üçlemeyi tamamlamış oluyor. Demokrasiden baskı rejimine geçiş olan 50’li yılları, 12 Mart 1971’e uzanan bir şekilde anlatan Şerefe Hatıralar (İstanbul 1955), 1980 darbesinin ardından gelen şiddet döneminde geçen Profesör ve Hulahop ile 2000’li yılların başında yaşanan bir öykü olan Quintet…


 
    Karşılaşma, Uzlaşma, Çatışma, Vedalaşma, Ayrılma olmak üzere beş bölümden oluşan oyunda dört oyun kişisi ve İstanbul kenti, Quintet’i, yani beşliyi tamamlıyorlar. Bölümler barko-vizyondan izlediğimiz film kareleriyle birbirine bağlanıyor ve her bölüm geçişi epik bir yaklaşımla, biraz da Chaplin filmlerini anımsatır şekilde bölüm başlıklarıyla sağlanıyor.
 
    Beşlemenin sahne geçişleri Bach, Barber, Ravel, Enescu, Bizet, Bellini, Shostakovich, Gubaidulina, Reich, Debussy ve Johnson gibi klasik müzik bestecilerinin eserlerinden seçilen bölümlerle, solodan quintete uzanan bir yöntemle sağlanıyor. Karakterlerin iç çelişkilerinin, yönelişlerinin ve duygu geçişlerinin yansıtılması yönünden müzik seçimi çok etkileyici.


 
     Karşılaşma… “Oğul’la, Arkadaş’la, Adam’la, Kent’le”…
 
    Kadın (Nesrin Kazankaya), yirmi yıldır yurt dışında savaş muhabirliği yaptıktan sonra ilk kez İstanbul’a gelmiştir. Gelişinin asıl nedeni yirmi yıl önce bırakıp gittiği oğlunu tanımaktır aslında… Oğul (Erdinç Anaz), engel olamadığı bir dürtüyle annesini havaalanında karşılar, soğuk, mesafeli ve kırgındır haliyle…


 
    Kadın (Nesrin Kazankaya), yirmi yıldır gelmediği İstanbul’da, yirmi yıldır görmediği fakülte arkadaşının (Defne Halman) evinde kalır. Bu sahnede iki arkadaş eski günleri anımsayıp dertleşirler, bıraktıkları yerden devam edebildiklerini düşünseler de, hayat herkesi farklı bir noktaya sürüklemiş, gençlik heyecanlarını alıp götürmüştür. Gençliklerinde sosyalist hareketin bir parçası olan bu ikiliden yalnızca savaş muhabiri olan Kadın, ideallerinden ve politik duruşundan ödün vermemiştir, arkadaş ise tüm ideallerini, evine ve ailesine feda etmiş, tatminsiz ve mutsuz bir kadındır.


 
    Arkadaş’ın, gençliğinde Sosyalist düşünce hareketi içinde yer alan kocası (Can Başak) ise, Sosyalizm’den Liberalizm’e doğru dönen eski solcu proto-tipi olarak karşımıza çıkar. Bu sahnede, “solumtrak” tanımlamasıyla, Arkadaş’ın kocası gibi sonradan Liberal olan sağ ve sol eğilimli kişilere yönelik bir gönderme söz konusu. Bu sahnede ayrıca, özelleştirme, kapitalizm, Maocular, döneklik, cumaya giden memurlar, iş yerinde mescit, komplo teorileri ve günümüzdeki sağ-sol çatışması gibi konulara yönelik göndermeler de var.
 
    Çatışma… “Kadın-Oğul, Arkadaş-Adam, Kadın-Arkadaş”
 
    Yirmi yıl boyunca ihtiyaç duyduğunda annesini yanında görme şansı olmayan Oğul ile annenin buluşup rakı içtikleri sahnede yıllarca biriken özlem, suçluluk duygusu ve öfkenin iç içe geçtiği bir hesaplaşma yaşanırken Kadın ve Oğul’un birbirlerine söylemek istediklerini tavşandan niyet çeker gibi dile getirmeleri, hem vicdani bir iç hesaplaşmayı, hem de arınmayı beraberinde getirerek bir çeşit uzlaşma sağlaması yönünden müthiş etkileyici bir sahne. Anne-Oğul’un, olup bitenlerin ve karşıt düşüncelerin ortaya konduğu diyalektik bir yöntemle hesaplaşması, Oğul’un anneye ihtiyaç duyduğu her an için bir niyet çekip bunları okutarak annenin canını acıtmaya çalışması, annenin de şartlarını niyet çekerek ortaya koyuşu, anne-çocuk arasındaki ilahi aşkın ve görünmez bağlayıcı gücün varlığını netleştiriyor. Darbe koşullarının zorlayıcı etkisi sonucunda çocuk yetiştirmeye elverişsiz bir hayat beklemektedir anneyi.


 
    Diğer yandan Arkadaş ve Adam’ın karı-koca ilişkisindeki çatırdamayı izliyoruz… Günümüzün çelişkili, zamana ve mekana uyum sağlayabilen bukalemun insan modelini yansıtan koca ile onun bu her devrin adamı halinden ötürü mutsuz olan karısının çatışması, kulağının üstüne yatan kesim ile komplo teorilerinin farkında olan kesimin yüz yüze gelişini simgeliyor. Kadın da, evlilikteki bu mutsuzluğa şahit oluyor, mutlu başlayan eski arkadaş buluşmasında dozu artan içki, birdenbire gizlenemeyecek sorunları açığa çıkartıyor ve ideallerini feda etmiş olan kadın sadece içki aracılığıyla gerçek duygularını ortaya koyabiliyor. Bu sahnede, öğrenci derneğindeki eski günleri konuştukları sofra muhabbetinin bir anda 1 Mayıs Marşı’na bağlanması biraz slogancı bir söylemi getirse de, yüzlerde buruk bir gülümseme bırakarak yakın geçmişi anımsatması yönünden çarpıcı.
 
    Beşlemenin Çatışma aşaması, açığa çıkan duyguların etkisiyle Kadın ile Arkadaş’ın çatışmasına da sahne oluyor… Geçmişte kalan sırların açığa çıkması iki arkadaşın birbirinden uzaklaşmasına neden olur ve yazgılarına yön veren darbe bir kez daha yaşamlarını alt üst eder.
 
     Uzlaşma…“Kadın-Arkadaş’la, Kadın-Adam’la, Kadın-Oğul’la, Kadın-Kent’le”…
 
    Uzlaşma bölümünde, karakterlerin birbirleriyle uzlaşmalarından daha derin bir anlam yüklü aslında… İç çelişkilerinden ve kendilerine bile itiraf etmeye korktuklarından sıyrılan karakterlerin kendileriyle uzlaşmaları diyebiliriz bu bölüm için… Örneğin Arkadaş (Defne Halman), fikirlerinden ödün vererek köşe dönücü olmakla suçladığı kocasına karşı öfkelidir, ama kendisi de üretmeden yaşamayı seçmiştir, dolayısıyla asıl öfkesi kocasına değil kendinedir. Koca ise, darbe döneminde askere ulaşabileceği dostları sayesinde bazı işkencelere engel olmakla, bazılarının yurt dışına kaçışına yardım etmekle, Oğul’u Çocuk Esirgeme’den kurtarmakla övünmektedir, oysa aslında yüzleşemediği bir gerçek vardır; bu yardımları muhbirlik sayesinde yapmıştır, özünde kontrol dışı öfkesi kendisine olan saygısını yitirmekten kaynaklanmaktadır, çünkü ülkesini satmayı ilericilik olarak görecek kadar şuursuz biridir.
 
    Oğul ise, annesiyle yüzleşmekten korkmaktadır, annesine duyduğu karşı konulmaz öfke aslında ona olan sevgisini ve ihtiyacını maskelemektedir. Onu çok sevdiğini ve affettiğini itiraf etse, sanki onsuz geçen çocukluğuna ve ilk gençliğine ihanet edecekmiş gibi gelir. Yazar, Oğul karakteri için çok iyi bir psikolojik çözümleme yapmış, metin dramatik açıdan o kadar sağlam ki, Erdinç Anaz bu psikolojik derinliği oyunculuğuna yansıtamasa da, karakterin acısı yüreğimize işliyor.
 
    Kadın (Nesrin Kazankaya), hayatını elinden aldığı için darbe dönemine öfkeli olsa da, oyunun en farkında olan karakteri. Elinden alınan hayatının acısını kimseden çıkartmaya çalışmıyor, en büyük kaybı zaten oğlu, bu yeri doldurulamaz boşluk ve savaş muhabirliği yaparken şahit olduğu gerçek acılar onu olgunlaştırmış, oğlunun suçlamalarına karşı sessiz kalıyor, çünkü bir çocuğun annesizliğini teselli edecek hiçbir cevap yok, kaldı ki o da benzer biçimde, evladından ayrılmanın acısını yaşamış. Bu durumda, suçlulukla haklılık arasında gidip gelen Kadın karakteri oyunun en dramatik boyutu…
 
    Tepelere Doğru Tek Başına Didinmek Bile Bir İnsanın Yüreğini Doldurmaya Yeter…
 
    Oğul’un annesi ile telefonla konuştuğu bir sahnede Oğul, Albert Camus’nün Sisyphus Efsanesi (The Myth of Sisyphus) adlı eserinden alıntı yapar… Kendi yazgılarını, Sisyphus’un her düşüşünde kayasına geri dönüşüyle özdeşleştirmiştir Oğul… Efsanede Sisyphus Homeros`a göre ölümlülerin en bilgesidir, Tanrıları kızdırması sonucunda bir kayayı dağın tepesine çıkartmakla cezalandırılır. Tam çıkarttığı sırada taş aşağı yeniden yuvarlanır, Sisyphus aşağı inip tekrar taşı çıkartmaya çalışır ve kısır döngü böyle devam eder. Camus’ ye göre; bu kısır döngüyü trajik yapan, kahramanın her deneyişinde tekrar düşeceğini bile bile taşı çıkartmaya gayret etmesidir. Camus, “saçma” kavramını burada kurar, yaşamın boşuna olduğunun bilincinde olan insan her şeye rağmen yaşamını sürdürmektedir, yazar böylece en uyumsuz kahraman Sisyphus üzerinden saçmanın farkındalığının tarihsel gelişimini anlatır.
 
    Vedalaşma... Kent’le, Arkadaş-Adam’la, Geçmişle…
 
    Kadın, değiştiremeyeceği gerçeklerle yüzleşmiş, ama yakınlaşmanın kimseye bir faydası olmadığını da görmüştür. Yirmi yıldır bir şekilde onsuz devam etmiş olan hayatlar belki de aynı biçimde sürmelidir. Çok sevdiği Kent’in sokakları bile geçmişe özlemin, pişmanlıkların ve yaşanmışlıkların anı belleğidir yalnızca… Taşlar yeterince yerinden oynamıştır ve yirmi yıl sonraki karşılaşma tüm karakterleri kendi gerçekleriyle yüzleştirerek misyonunu tamamlamıştır, artık ayrılık kaçınılmazdır
 
    Ayrılma…
 
    “Devrimci Hareket, Bireysel Dertlerden Arındıkça Zafere Koşacaktır.”
 
    En doğrusu belki de alışılmış hayatlara müdahale etmemektir kim bilir, bir gün biri çıkagelerek arı kovanına çomak sokar ya da bir durum ortaya çıkar ve tüm düzen altüst olur! Kendi yaşamlarının sıradanlığını ve ikiyüzlülüğünü kabul etmiş insanlar bu tekdüzeliğin bozulmasından ölesiye rahatsız olurlar, çünkü sonuçlarıyla yüzleşemeyecek kadar korkaktırlar. Bir karmaşa yaşayacak cesaretleri yoktur, bunun yerine kendilerine karşı bile dürüst yaşamadan bir korkak gibi ölmeyi seçerler…
 
    80 sonrası Türkiye’sinin olumsuza doğru evrilme sürecini, tüm acı ve kayıpları kabullenişin yarattığı hiçlik duygusuyla birlikte öyle sade bir dille, güzel bir yaklaşımla anlatıyor ki yazar, geriye söylenecek çok söz kalmıyor. Şafak Eruyar’ın basamaklı çatışmayı farklı bir dramaturgik yöntem uygulayarak aktarması, oyunun kendi içindeki dramatik bütünlüğü ve oyuncuların başarısı birleşince etkileyici bir oyun çıkmış ortaya, yıllar önceki zorunlu ayrılığın öznelerinden biri olan Kent ve karakterlerin bir beşleme oluşturması fikri de cabası… Nesrin Kazankaya, Defne Halman ve Can Başak zaten başlı başına uyumlu bir oyunculuk üçlemesi oluşturuyorlar. Oğul rolündeki Erdinç Anaz’ın ise, bu kadar derinlikli bir karakterin psikolojik iniş çıkışlarını yansıtmada biraz yüzeysel kaldığını düşünüyorum. Nilüfer Moayeri’nin döneme ve karakterlere uygun giysileri ile sade, işlevli dekor anlayışı, Yüksel Aymaz’ın metne ve mizansenlere duygu yönünden destek olabilen ışık düzeni alkışı hak ediyor.
 
    Nesrin Kazankaya’nın yetkin metni önderliğinde Tiyatro Pera ekibi, darbenin/darbelerin uzun yıllara yayılan sosyo-psikolojik etkilerini öyle incelikli ve yüreklere dokunan biçimde anlatıyor ki, etkilenmemek elde değil. Psikolojik ve fiziksel şiddetin alt üst ettiği yaşamlar, geçmişle hesaplaşamamanın sancıları, hangi coğrafyada olursa olsun insanın kendi vicdanıyla yüzleşememesinin yarattığı tahribat ile siyasi bir dönemin yıkımları çok yalın ve estetik bir biçimde insani duygular üzerinden aktarılıyor. Bir yandan epik bir yaklaşım izlenirken, bir yandan da benzetmeci tiyatronun illüzyon özelliğinden güçlü bir şekilde yararlanılıyor ve hem döneme ilişkin bir harekete geçirme, farkındalık sağlanıyor, hem de izlerken oyunun duygu boyutunda kayboluyor insan. Bu iki nokta arasında kurduğu denge ve bir çok dönem oyunundan farklı olarak kör gözüm parmağına şeklinde olmayan dramatik hikayesiyle fark yaratıyor Quintet… Bu oyunla 2010 Afife Jale Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu Ödülü’ne layık görülen Defne Halman’ı, Nesrin Kazankaya’yı ve tüm Tiyatro Pera ekibini her yıl oyunlarına ve detaylı program dergilerine gösterdikleri özen nedeniyle kutluyorum. 

Anahtar Kelimeler: Quintet, Tiyatro Pera



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





TİYATRONLİNE

E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir