MAKALELER

Selman Ada

2010.07.26 00:00
| | |
5376

Sahne için bestelemiş olduğu üç eserden ikincisi olan "Mavi Nokta" adlı poetik operasını 2000 yılında Almanya'nın Münih ve Wiesbaden şehirlerinde...



 

      Dünya çapında bir besteci ve opera şefi; "Türkiye'nin ak yüzü" : Selman Ada...

    Sahne için bestelemiş olduğu üç eserden ikincisi olan "Mavi Nokta" adlı poetik operasını 2000 yılında Almanya'nın Münih ve Wiesbaden şehirlerinde sahnelemiş olan besteci ve opera şefi Selman Ada'yı Alman basını  "Türkiye'nin ak yüzü" olarak adlandırmış.

 


 
    Selman Ada, 7 yaşında beste yapmaya başlamış, 12 yaşında 6660 sayılı "Harika Çocuklar Yasası" ile Fransa'ya müzik eğitimine gönderilmiş; tüm sınıfları birincilikle bitirip Türkiye'ye dönmüş. 1973 yılında İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nde göreve başlamış. 1975 yılında İstanbul ve Ankara Operası'nın kurucusu Aydın Gün tarafından orkestra şefi olarak atanmış. Daha sonra 1979'da Ankara Devlet Opera ve Balesi'nde müzik direktörü ve orkestra şefliği yapmış. 1980 yılında tekrar Paris'e dönerek konsevatuvarda dersler vermiş. 7-8 sene aradan sonra 1987'de tekrar Türkiye'ye dönerek eski görevi olan İstanbul Operası orkestra şefliğine başlamış. Kısa bir süre İzmir Operası ve son olarak Mersin Operası'nda müzik direktörlüğü yapmış olan Selman Ada, sahne için üç eser yazmış. Diğerleri ise orotoryo türünde olmayıp; piyano ve oda müziği ağırlıklı eserler bestelemiş. Üç eserden ilki Ali Baba ve Kırk Haramiler, ikincisi insanlık tarihinden kesitlerin sunulduğu, ölüm, ölümsüzlük ve aşk gibi temaların işlendiği, Tarık Günersel'in yazdığı şiirlerden oluşan Mavi Nokta Operası, üçüncüsü ise son bestelediği; Türkçe dışında tüm dünyada başka dillerde de sergilenecek olan ilk Türk operası olma özelliğini taşıyan Aşk-ı Memnu Operası. Selman Ada'nın diğer bir özelliği de; tüm eserlerinin (30'un üzerinde) Almanya'da bir yayınevi tarafından basılacak ilk Türk bestecisi olması. Eserlerini basacak olan Strube Verlag ile görüşmek üzere Almanya'ya gelen Selman Ada ve Aşk-ı Memnu'nun yönetmeni Çetin İpekkaya ile Berlin’de buluştuk; Türkiye operası üzerine sohbet ettik. Biri Türk operasının dünya çapında bir bestecisi diğeri Türk tiyatrosunun değerli yönetmeni ile sohbet etmenin gururunu taşıyorum.

 


 
      Almanya'ya geliş sebebiniz?
 
    Selman Ada: Münih'teki "Strube Verlag" tarafından eserlerim basılacak. Görüşmeler ve kontratı imzalamak için geldim. İmzalar atıldı. Ayrıca aldığım davetler çerçevesinde Alman opera müdürleriyle görüşeceğim. Eserlerimin Almanya'da basılması önemli bir olaydır. 1930'lu yıllarından bu yana Türkiye'de çağdaş anlamda beste yapılmaya başlandı. Yaklaşık 5-6 bin eserden sadece 8-10 eser ancak yurtdışında basılmıştır. "Strube Verlag" tarafından basılarak eserlerim hem Almanya'da vitrinleri süsleyecek, hem de bütün dünyada internet üzerinden satışı yapılacak. Bu noktada Türkiye Cumhuriyeti'nin en şanslı bestecisiyim. Genellikle editörler tüm eserleri basma konusunda riske girmez. Bir bestecinin bir iki bestesini basarlar. Türkiye'de 20 senedir nota basımı ve yayını konusunda savaş veriyorum. Kültür Bakanlığımıza bunun gerekliliğini idrak ettiremedim. Daha önceki yıllarda da Hikmet Şimşek ve Muammer Sun uğraşmışlardı, fakat onlar da bir sonuç alamadılar. Ülkemizde hukuki anlamda hiç bir nota basım ve yayın kuruluşu yok.

 


 
    Çetin İpekkaya: Herhangi bir tiyatro eseri, şiir ya da bir roman başka bir ülkede okunabilmesi için mutlaka okunacağı dile çevrilmesi lazım. Oysa müzik öyle değil. Nota, bütün dünyada aynı şekilde okunur ve yazılır. Dolayısıyla basılıp tüm dünyada dağıtılabilmesi demek; bir Türk bestecisinin eserlerinin Nayrobi'de dahi hayat bulması, dinlenebilmesi demektir. Bir Türk şairinin şiiri ancak Nayrobi diline çevrilirse orada okunabilir. Bu nedenle müzik basımı son derece önemli bir olaydır. Türkiye bunu yapmamıştır. Selman Ada'nın tüm eserlerinin "Strube Verlag" tarafından basılması ise ender rastlanan bir olaydır. Selman Ada açısından olduğu kadar Türkiye açısından da çok olumludur.
 
    'Türkiye'de opera' desem...
 
    Selman Ada: Türkiye'de büyük Atatürk'ün zihniyeti sayesinde opera alanında birçok girişimler olmuştur. 2. Dünya Savaşı döneminde Almanya'dan gelen hocalar çok sayıda üstad yetiştirmiştir. Ve 1946 yılında Ankara Operası kurulmuştur. Türk operası denildiğinde akla ilk gelen büyük usta Aydın Gün'dür. Kendisi Ankara Operası'nın kurucularından biridir. 1960 yılında ise İstanbul Operası'nı kurmuştur. Daha sonra 1981 yılında İzmir Operası, 1992 yılında Mersin Operası, en son da 2000 yılında Antalya Operası kurulmuştur. Kısacası 70 milyonluk Türkiye nüfusunun 5 opera-bale kurumu vardır. Ancak hiçbirinin kendine ait bir binası yoktur. Aydın Gün'le birlikte Türk operasına önemli katkılarda bulunan diğer değerli isimlerden bazıları: Cevat Memduh Altar, Dame Ninette de Valois, Leyla Gencer, Ayhan Baran, Suna Korad, Belkıs Aran, Saadet İkesus, Nevit Kodallı ve çok genç yaşta aramızdan ayrılan Ferit Tüzün var. Fakat ben Aydın Gün'ü Türk operasının "Ulubatlı Hasan"ı kabul ediyorum. Yani bayrağı kaleye ilk diken kahraman...

 


 
    Türk operasının şu andaki durumu nedir?
 
    Selman Ada: Şu andaki Türkiye'nin ekonomik durumu neyse, operadaki durumu da aynıdır. Yapılması gereken ilk şey devletin bünyesinden çıkmak olmalıdır. Fakat özel sektörden de fazla medet ummamak gerekir. Artık demokrasiler sadece temsili değil, katılımcı olmak zorundadır. Türkiye'nin de katılımcı demokrasi için büyük bir demokrasi reformu yapması gerekir. Bunu başarabilirse operalarda da reform gerçekleşir. Özerk operalar kurulabilir. Beni en çok Türkiye'nin borç sorunu düşündürüyor. Biz, 16 kez devlet kurmuşuz, 15 kez de yıkılmışız... Tekrar operaya dönersek; operaların en iyi yaşayabileceği, yeşerebileceği iklimler barış iklimleridir. Sanatın tahammül edemediği şey savaşlar ve ekonomik bunalımlardır...
 
Sizin "köftecilik ve derin dondurucu" üzerine yazmış olduğunuz bir makalenizi okumuştum...
 
    Selman Ada: Türkiye'de müzik, bale, tiyatro veya opera değil de köftecilik devlete ait bir işletme olsaydı, inanın derin dondurucu kullanılmazdı. Nasıl notalar basılmıyorsa, CD'ler yapılmıyorsa, devletin köfteleri de derin dondurucularda saklanmazdı. Maalesef Türk bestecilerinin eserlerinin yüzde 99'u hala tozlu raflarda farelere yem olmaktadır. Burger King'i, Mc. Donald's ve Wimpy'i dünyaya pazarlayan Batı, Domingo'yu, Pavarotti'yi ve Carreras'ı da aynı yöntemle pazarlamaktadır. Türkiye'de ise opera ve bale bestelemek ve icra etmek suya yazı yazmaktır. Yüzlerce eser kaydedilmediği ve basılmadığı için yok olmakta. Eski hocalarımızın, yaşıtlarımın ve benden sonraki kuşakların eserlerinin basılmış notalarını bulamazsınız!!! Sanatçıları tutsak gibi düşünen bir zihniyet hakim. Sanatçıyı özgürlüğüne kavuşturmak gerekir. Türkiye'de her alanda olduğu gibi "aman ha bunu yapmayın" gibi bir önünü tıkama sorunu var. Sanatın devlette bürokratik silsileyle odaklanmış olması gibi ciddi bir sıkıntı var. Devletin elini bir an evvel sanattan çekmesi gerekiyor...
 
Gelelim Ocak 2003'te Mersin Devlet Operası'nda prömiyeri yapılan "Aşk-ı Memnu"ya...
 
    Selman Ada: Aşk-ı Memnu, Halit Ziya Uşaklıgil'in 1900 yılında yazdığı ciddiye alınan ilk Türk romanlarından biridir. Şimdiye kadar tiyatroya ve televizyona uyarlanarak halka sunuldu. Operaya olması ise şair librettist Tarık Günersel'in katkı ve çabalarının sonucudur. Rejisör Çetin İpekkaya'nın desteği ve özverisiyle sahnede hayat bulmuştur. Romanın yazılışının 100. yılında opera olarak sahnelenmesinden büyük mutluluk duyuyorum. Mersin'de başlangıçta bazı maddi sıkıntılar yaşandı. Fakat Çetin İpekkaya hızır gibi yetişti, son zamanlarda sıhhatinin pek iyi olmamasına aldırmadan hayati riske girerek Aşk-ı Memnu'yu alın terinin karşılığını da almadan sahneledi. Aşk-ı Memnu, Türk operasına büyük bir katkıdır. Çetin İpekkaya bu çalışmasıyla Mersin Operası'na Mersin Operası'na sanatsal anlamda çağ atlatmıştır. "Aşk-ı Memnu" Mersin Operası'ndaki prömiyerinden sonra İstanbul'daki Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda da sahnelenmiştir.
 
    Çetin İpekkaya: Beni en çok etkileyen Selman Ada'nın müziği ve Tarık Günersel'in inci gibi işlemiş olduğu librettodur. Müziği dinleyip öyle bir librettoyu görünce bundan daha iyisi olmaz dedim. Yapacağım herhangi bir değişiklik ukalalık olurdu. Bütün yaptığım çalışmaların karşılığı demeyeyim, ama benim için bundan daha büyük bir haz zaten olmazdı; bana verilebilecek en büyük şeyi Selman Ada verdi: "Aşk-ı Memnu Operası Çetin İpekkaya'ya ithaftır" dedi. Bundan daha büyük bir armağan ömrümde almadım...
 
    Sohbetin bundan sonraki bölümü sadece Selman Ada ile devam ediyor:
 
     Türkiye’de klasik müzik eğitiminin niteliği yeterli mi?
 
    Batı ile rekabet etmek söz konusu ise yetersiz diyebilirim.
 
     Tesbitleriniz?
 
    Bir kere nitelikten bahsedeceksek niceliğin çok artmış olması gerekir. 81 ilimiz var. Her birinde en az birer konservatuvar olmalıydı. İktidarlar bunu istemedi. Meselâ eski hükûmetler İmam Hatip liselerinin çoğalmasını daha çok istediler; başarılı da oldular. Niceliğin artması talep yaratarak sağlanır. Talep çoğalınca da rekabet başlar. Rekabet doğal olarak niteliği arttırır. Bunların hiç biri olmadığında amatör müzik okulları seviyesinde rehavet içinde kalınır.
 
     Mevcut müzik eğitimi hangi anlamda yetersiz?
 
    Alt yapı yetersiz. Hatta yok denilebilir. Ülkemizde bir notacı dükkanı bile yok! İstihdam sorunu çok ciddi boyutlara ulaştı. Hükûmetler yeni sanat kurumlarının kurulmasına izin vermediği gibi mevcut kurumların hayatı damarı olan kadroları da vermemekte direniyor. Bu anormal uygulamanın sonucunda konservatuvarlara rağbet azaldı. Kimse geleceğini işsizliğin yoğun olduğu bir alana kurmaz. Öğretim elemanı da kolay yetişmiyor. YÖK’e bağlı birer üniversite fakültesine dönüşen konservatuvarlarımız artık bağımsız değil. Genel olarak eğitimin kalitesi çok düşmüş durumda. Hiç sahne tecrübesi olmayan mezunlar öğretim üyesi olabilmekte. Kıstas yok. Bir çok müzik bölümünde bazı derslerin öğretmeni bile yok!
 
      Peki bu sorunlu durum sizce nasıl düzelir?
 
    Devletin altyapıya ciddi kaynak aktarması gerekmekte. Konservatuvarı olmayan her ile aşamalı olarak birer konservatuvar kurulması gerekmekte. Mevcut konservatuvarların iyileştirilmesiyle işe başlamak doğru olmaz. Üst düzey müzisyenlerin bir araya gelip İstanbul’da alternatif bir müzik okulu kurarak Batı ile rekabet edilebilir bir eğitim seviyesini hayata geçirmeleri gerekir. Mevcut eğitim kalitesinin üstünde eğitim verilebiliyor olması diğer konservatuvarların kendilerini sorgulaması ve doğal olarak geliştirmesi ihtiyacını doğuracaktır. Rekabeti bu şekilde başlatmak mümkündür. Kurulacak bu yeni okulun bedelsiz eğitim vermesi gerekir. Yalnız dikkat: Bu okula eğitmen veya öğrenci olabilmenin şartlarının Batı normlarında olması gerekir. Bu da ancak çok güçlü bütçelerle gerçekleşebilir.
 
      Hükûmetler neden kadro vermiyor?
 
    Son zamanlarda hükûmetler halktan topladıkları gelirleri halka hizmet olarak döndüremiyor. IMF ‘ten aldığı borçların faizlerini ödemekle meşgûl. Bu nedenle epeyce bir süreden beri kadro verilmemekte. Şu andaki tesbitlerime göre opera-bale kurumlarımıza en az bin kadro verilmesi gerekmekte.
 
     Bu durum sizce daha ne kadar devam eder?
 
    Bu sorunuz oldukça siyasî! Kısa yoldan yanıt vermek gerekirse ”çok uzun sürmez” diyebilirim. İşleri IMF’in öngörülerine göre yürütmeye çalışan iktidar partisi git gide puan kaybetmekte. ”Tam bağımsız Türkiye” özlemi dialektik olarak güçlenecektir. Türk halkı bu doğru ve onurlu hedeften başka çaremizin olmadığını idrak edecek, demokratik hakkını kullanarak gerekeni yapacaktır. Aslında çiftçiyle, memurla, işçiyle ilgilenmeyen bu hükûmet sanatın gelişmesiyle hiç ilgilenmemektedir. IMF ile iyi geçinmek suretiyle çok uzun süre iktidarda kalamayacaklarını anlamışlardır sanıyorum. Gerekli yatırımları halk için yapmadan sadece borç faizi ödeyerek hükûmette uzun süre kalmak imkânsızdır.
 
      İyimser misiniz?
 
    Bir ölçüde. Ancak müzik sanatının geleceği, oluruna bırakılarak ipotek altına alınamamalı! Ben gelecek seçimlerde oyumu hükûmet programında sanatın gelişmesine yer ayıracak partiye vereceğim. Tabii yer ayıran bir parti olursa!
 
      Biraz da sanat kurumlarımızdan bahsedelim. Siz, uzun yıllardır Devlet Opera ve Balesi orkestra şefisiniz. Aynı zamanda bestelediğiniz operalar sık sık afişte. Bu kurumları iyi tanıyan bir kişi olarak eleştirileriniz?
 
    Devlet Opera ve Bale kurumlarımız yıllardır özveriyle çalışmakta. Eski yasalar günümüzde yeterli olmamakta. Devlet alt yapıya katkı sağlamamakta, kadro vermemekte direndikçe de opera-bale sanatını baltalamış olmaktadır. Devletin kamu yönetim sistemine tâbi olan opera-bale kurumlarımız, niyetler ne kadar iyi olursa olsun bu sistem yüzünden iyi yönetilememekte, verimli olamamaktadır. Kamu yönetim sistemimiz opera-bale sanatını statükoya göre sınırlamakta, bu sanatların gerektirdiği özel ve özgür mantığa tamamen ters düşmektedir. Bu kurumlarımız ancak sübvansiyonlu ve bağımsız birer ”özerk” teşekkül olduğunda (yani kamu yönetim sistemine tâbi olmadığında) ve malî açıdan Batı ile rekabet edebilecek alt yapı imkânlarına kavuşturulduğunda (öncelikle Ankara’ya İstanbul’a, İzmir’e Mersin’e ve Antalya’ya birer müstakil opera-bale sarayı inşa edildiğinde) ideal opera-bale kurumlarına dönüşebilecektir.
 
     Herhangi bir özelleştirme söz konusu olabilir mi?
 
    Asla! Maalesef bu yönde düşünen az da olsa bazı kişiler var. Onlara şunu söyleyebilirim: ”Yeryüzünde bir tek özel opera-bale kurumu yoktur”. Bu heveste olanlara tavsiyem Türkiye’de opera-bale sanatını yok edenler sıfatını kazanmamaları! Bilgisizlikten kurtulmak için araştırma yapmaları. Konuya çağdaş ve bilimsel metodlarla yaklaşmaları. Opera-bale sanatı sahne sanatlarının en pahalısıdır. Hiç bir ahvâlde gelir-gider dengesi olamaz. Devlet için ciddi prestij kurumlarıdır. Kâr gayesi olmayan bir alanın özel sektöre devri zaten mümkün değildir.
 
      Opera-Bale sanatçılarımızın sanatsal düzeyi Batı ile rekabet edebilecek durumda mıdır?
 
    Artık evet! Bildiğiniz gibi beş ilimizde birer opera-bale kurumumuz var. Ankara, İstanbul, Izmir, Mersin ve Antalya’da. Bu kurumlarımızın temel birimlerine yani orkestralarına, korolarına, kordöbalelerine baktığımızda Avrupa standartını yakalayabilecek bir düzeye gelinmiş olduğunu görüyoruz artık. Bu beş ilimizde solist-şarkıcı ve solist-dansçı olarak görev yapan sanatçıların bir bölümünün de Avrupa standartlarına eriştiğini söyleyebilirim. Eskiden bu kadar sevindirici bir tablo yoktu. Daha ziyade bireysel olarak tek tük değerli sanatçı yetişiyordu. Ancak bugün bir yandan içinde bulunduğumuz alt yapı eksikliği, öte yandan idarî ve malî şartların opera-balemize akseden olumsuzlukları sanatsal sonuçları etkilemekte, performansı zaman zaman hak etmediğimiz kadar asağıya çekmektedir.
 
      Öyleyse hükûmetin, başta da sayın Kültür Bakanı'nın düğmeye basması gerekmiyor mu?
 
    Evet! Ama çok uzun bir süreden beri sorunlarımıza sahip çıkan bir Kültür Bakanımız olmadı. Genellikle statükoyu muhafaza ettiler. Bir gün sorunları çözmeye aday olan bir hükümet iktidara gelir veya mevcut hükümet sorunları çözmeye karar verirse hangi Kültür Bakanı olursa olsun düğmeye otomatikman basar. Bilinçli veya bilinçsiz olarak baltalanmakta olan bedii opera-bale sanatımız bürokratik esaretten kurtulur, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmış olarak dünya opera-bale platformunda sanatsal olarak çoktan hak ettiği onurlu ve değerli yerini alır.
 
ADEM DURSUN
 
Cumhuriyet gazetesinden bir alıntı:
 
    "Selman Ada İDOB'un müzik direktörlüğüne atandı
 
    Kültür Servisi - Besteci, orkestra şefi ve piyano sanatçısı Selman Ada , İstanbul Devlet Opera ve Balesi'ne genel müzik direktörü olarak atandı. 1 Eylül 2006 tarihinde yeni görevine başlayan Ada, kuruma genel müzik direktörü olarak atanan ilk Türk.
 
    Ceyhan 1953 doğumlu Selman Ada, 1965'te devlet tarafından 'harika çocuk' yasası kapsamına alınarak Paris Ulusal Yüksek Konservatuvarı'na gönderildi. Dünyaca ünlü ustalarla çalışarak birincilikle 1971'de mezun olan Ada, 1973'te Genel Müzik Direktörü Robert Wagner 'in asistanı olarak İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nde göreve başladı. 1975 yılında Aydın Gün tarafından kuruma orkestra şefi olarak atanan Ada, 1979-1980 arasında Ankara Devlet Opera ve Balesi'nde genel müzik direktörü olarak çalıştı. 1980'de Paris'e dönerek 'Ecole Normale Superieure de Musique' te opera korrepetitörlüğü ve orkestra yönetimi bölümünü kurarak eğitmen olarak atandı ve görevine yedi yıl devam etti.
 
    Yedi yaşından beri beste yapmakta olan Ada, orkestra şefi, besteci ve virtüoz piyanist olarak Türkiye'de ve Avrupa'nın pek çok ülkesinde sahneye çıktı. Sanatçının yapıtları arasında 'Ali Baba&40 Haramiler' operası, 'Mavi Nokta' poetik operası, 'Aşk-ı Memnu' operası , 'Ballade' , I. Senfonisi sayılabilir. 2002'de Mersin Devlet Opera ve Balesi'nde genel müzik direktörü olarak çalıştı. 1973'ten beri İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nde sürekli orkestra şefi olan Ada, Ankara, İzmir, Mersin ve Antalya devlet opera ve balelerini de misafir şef olarak yönetiyor.
 
Cumhuriyet / 12.9.2006”

 
 
Selman Ada’nın kendi yazdığı bir makale:
 
     HAYATÎ KAVŞAK!
 
    Türk opera-bale kurumları hayatî bir kavşakta. Bugüne kadar gittiği yolda devam etmesi artık imkânsız. Küreselleşen dünyada Türkiye’nin opera-bale kurumları da bir “Devlet kurumu” olarak artık verim alamıyor. Tıpkı bir zamanların Sümerbank’ı gibi! Verimlilik belli ki artık % 30’u geçmiyor. % 70 kayıpla devam edilemeyeceği de Kültür Bakanlığı’nın bu kurumlara bakışı dikkate alındığında anlaşılmakta.
 
    Çağı anlamak, kurumun sağlığıyla ilgili teşhis koymak, hele sorunlara çözüm üretmek herkesin işi değildir. Kurumlarda çalışan sanatçının eleştiri ve öneri hakkı yasal olarak baştan önlenmiş. Zaten sanatçı sadece “sanatını en verimli şekilde icra etmekle mükelleftir” mantığı hakim. Sanatçı, bu durumda içinde bulunduğu olumsuz şartlardan yakınmaktan başka çare üretememekte. Opera ve bale ile ilgili sivil toplum örgütlerimizin yapısında ise duayenlerin olmadığını, gençlerin yeterince demokratik olmayan şartlarda bir takım çabalar sarfettiğini görüyorum. Yasalar sivil toplum örgütlerimize hukuken “taraf” olma hakkını vermediği için örgütlerimiz epeyce marjinal görüntü vermekte, devletle ilişkisinde yeterince etkili olamamaktadır. Çözüm üretmek, alanın duayenlerinin sivil toplum örgütleriyle el ele vermesine, Kültür Bakanlığı ile kurulacak olumlu ve sağlam bir diyaloğa bağlı görünüyor.
 
    Sovyetler etkin iken sahne sanatlarında “devlet kurumu” bir alternatif idi. Türkiye bu yolda ilerledi. Sovyetlerin çökmesinden sonra “devlet kurumu” artık alternatif değil. Bu eski doğu bloku ülkelerinde artık liberal ekonomi benimsendi. Türkiye’de ise devlet 1940’ların Sovyetler Birliği anlayışı ile bugünlere geldi. Değişimi sahne sanatlarında da zamanında kavrayamadı. Halen sahne sanatı kurumlarımızda çekilen sancılar ancak devletin rolünün çağdaşlaşması halinde dinebilir. Devletin rolünü yeniden tanımlamamız gerekirse:
 
    "Bundan sonra devlet koruyucu değil destek verici, yönetici değil yardımcı, buyurgan değil demokrat, kişilere değil alana yatırım yapan, def-i belâ kabilinden değil çoğulcu ve katılımcı yaklaşımla, opera-bale sanatını sadece Atatürk’ün emriyle devam ettirilmesi zorunlu bir alan gibi değil dünya ile rekabet edilecek bir konuma taşımak” olmalıdır.
 
    Türkiye Cumhuriyeti Devleti şimdi zaten bu hayatî kavşakta. Hem de gelişmeye diyalektik bir mecburiyet olarak karar verme sürecine girmiş bulunuyor. Ancak yeterince hızlı görünmüyor. Opera-bale sanatçısı işte bu (mutsuzluğun sonuna gelindiğini gördüğüm, umutların yeşermesine çok az kalmışken) atalet nedeniyle her geçen gün biraz daha umut yitiriyor.
 
    Devletten sübvansiyon alan, özerk opera-bale kurumlarına dönüşmemiz artık uzun vadeli bir hedef değil. Moralimizi yüksek tutmalıyız. 1980’lerden beri korkunç bir çölü aşmış, ancak henüz vahaya ulaşamamış olduğumuzdan bîtap düşmüş durumdayız! Ama kısa bir vadede sevinmeye hazır olmalıyız. İnsanın ve sanatın, sanatçının ve sanat kurumlarının özgürlüğü için her türlü olumsuzluğa rağmen sanatımızı icra ederek verdiğimiz onurlu mücadelenin meyvalarını göreceğimiz aşamaya gelmiş bulunuyoruz. Önümüzdeki dönemde Batı’nın opera-bale kurumlarıyla eşit şartlarda rekabet edebileceğimiz çağdaş altyapıyı hazırlamak tarihî başarımız ve gururumuz olacaktır.
 
SELMAN ADA 20.03.2005
  
ADEM DURSUN
Temmuz 2010
[email protected]


 

Anahtar Kelimeler: Selman Ada



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





TİYATRONLİNE

E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir