Sanatçı sorumluluğunun bilincinde olan Oyuncu – yönetmen – yazar NURİ GÖKAŞAN..
“Leyla’nın Evi” adlı müzikal oyunu seyrettim...
Geçtiğimiz tiyatro sezonunda yapmış olduğum “İstanbul Söyleşi Turu”mda, Berlin’e döneceğimin son gününde, Bakırköy Yunus Emre Kültür Merkezi’nde “Leyla’nın Evi” adlı müzikal oyunu seyrettim.
Zülfü Livaneli’nin aynı adlı eserinden Zeynep Avcı’nın sahneye uyarladığı bu güzel oyunun yönetmeni ise Nedim Saban. Bir tiyatrokare prodüksiyonu olan bu oyunda rol alan değerli sanatçılar:
Celile Toyon, Ayça Varlıer, Onur Bayraktar, Nuri Gökaşan, Volkan severcan, Melda Gür, Bülent Seyran, Ethel Mulinas, Meral Asiltürk ve İsmail Karaer. Maalesef oyunculardan Onur Bayraktar’ı, ben oyunu seyrettikten bir hafta sonra bir trafik kazasında kaybettik. Genç yetenekli oyuncu, yazardı da aynı zamanda; ışığı ve alkışı bol olsun.
Nedim Saban, Livaneli’ni bu güzel romanını çok güzel sahneye aktarmış.
Başta usta oyuncu Celile Toyon (söyleşi arşivimde), Nuri Gökaşan, Volkan Severcan (hazırlamaktayım), rahmetli Onur Bayraktar (söyleşi arşivimde), Melda Gür ve Ayça Varlıer’in oyunculuklarına sinemasal efektler de eklenince çok güzel bir oyun ortaya çıkmış.
Toplumsalcılıktan bireyselciliğe doğru giden günümüzde, bireyden toplumsalcılığa gidilmesi gerektiğinin gösterildiği “Leyla’nın Evi”ne konuk olmuş olmam beni çok sevindirdi. Böyle değerli bir romanı Türk edebiyatına kazandırdığı için Livaneli’ye, bu oyunu sahneye uyarlayan Zeynep Avcı’ya, yöneten Nedim Saban’a ve değerli Türk tiyatrosu oyuncularına teşekkür ederim.
Oyunun konusu üzerine Nedim Saban şunları söylüyor:
“Leyla’nın Evi, Tiyatrokare olarak, bir buçuk yıldır düşlediğimiz, aşk yaşadığımız, seyirciyle buluşturana kadar çok emek verdiğimiz bir proje! Leyla’nın Evi, İstanbul’un talan edildiği, rantiyelere, çetelere peşkeş çekildiği, çocukluğumuzun sinemalarının, manolya bahçelerinin, tozlu sahaflarının kitapçılarının yok olduğu bir dönemde, Kültür Başkenti’nde sadece bizim oynadığımız bir oyun değil, bize oynanan oyunları da simgeliyor.”
Değerli önderimiz Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin her gün dinamitlendiği, Cumhuriyet ilkelerinin bir bir yok edilmeye çalışıldığı, özgür ve bağımsız düşünen gençler yerine, din dogmalarıyla yetişen dindar bir gençliğin yetiştirilmeye çalışıldığı, sanat eserlerinin tu kaka sayıldığı, aydınlarımızın teker teker hapislerde konuk (!) edildiği şu son günlerin inadına, söyleşi yaptığım usta oyuncu Nuri Gökaşan’ın şu cümlesiyle söyleşime başlamak istiyorum:
Bizler Cumhuriyet ilkeleriyle büyütüldük!..
1950 Ankara doğumluyum. Hayatımın neredeyse tamamına yakını Ankara’da geçti. Ailemde benden başka tiyatrocu yoktu. Ancak ailede müzikle uğraşanlar vardı. Amcam keman çalardı, ablam ise müzik korosundaydı. Bizler Cumhuriyet döneminin memur çocukları olarak Cumhuriyet ilkeleriyle büyütüldük. Evimizde tiyatro, sinema ve edebiyat konuşulurdu. Çok okuyan bir ailede yetiştim. Bir de okuduğum okullardaki öğretmenlerimiz bizleri tiyatroya ve müziğe yönlendiriyorlardı.
Tiyatroya gönül vermem...
1960’lı yılların sonlarıydı; 19 yaşındayım. O zaman Hanif Tiyatrosu vardı. Bu tiyatroda Ayberk Çölok, Elif türkan Çölok, Mümtaz Sevinç gibi usta oyuncular vardı. Vasıf Öngören’in Almanya Defteri adlı oyununu oynanıyordu. Oyun, Almanya’ya giden vatandaşlarımızın durumlarını anlatıyordu. Bunun dışında Asiye Nasıl Kurtulur? gibi Brecht’in Epik tiyatro anlayışını sahneleyen oyunlar da oynanıyordu. İşte ben, bu sanat değeri olan oyunları devamlı seyrederek sevdalandım tiyatro sanatına. O kadar sık seyrediyordum ki, sahneler ezberimdeydi. Ayberk Çölok rahmetli oldu, çok usta bir oyuncuydu. Onun üzerinden tiyatro ile sevgi bağı kurdum.
Hazır Ayberk Çölok’un ismi geçmişken, 1992’de kaybettiğimiz Türk tiyatrosunun bu usta oyuncu ve yönetmenini kısaca tanıyalım ve anmış olalım:
AYBERK ÇÖLOK: 1936’da İzmir’de doğdu. Tiyatro çalışmalarına Galatasaray Lisesi’nde okurken başladı. Beckett’le tanışıklığı da bu yıllarda oldu. “Son Bant”, “Godot’yu Beklerken”, “Oyunun Sonu” gibi oyunların kiminde oyuncu, kiminde yönetmen olarak çalıştı. Tiyatro yaşamının başlangıcında, Ulvi Uraz, Münir Özkul gibi ustalarla birlikte oldu. Ankara Sanat Tiyatrosu’nun, Halk Oyuncuları’nın ve Vasıf Öngören’le birlikte Ankara Sahnesi’nin kuruluş çalışmalarında bulundu, bu tiyatrolarda sanatçı olarak görev yaptı. Dostlar Tiyatrosu’nda çalıştı. İtalya’da ve Fransa’da çalışmalar yaptı. Fransa’da Fransız yazarların oyunlarını Fransızca oynadı. 1992’de en verimli çağında kaybettiğimiz Çölok’un son sahneye koyduğu oyun Trabzon Devlet Tiyatrosu’nda “İçerdekiler”, son oynadığı oyun ise “Tamirci” idi. A.D.
Seyirci olarak oyunu ezberlemiştim...
Seyirci olarak “Almanya Defteri” adlı oyunu her seferinde seyrediyordum. Kulise de devamlı girip çıkıyorum. O ara Ayberk Çölok, Mümtaz Sevinç’in imtihanı nedeniyle Konya turnesine gidemiyeceğini, onun rolünü ezberlememi bana söyledi. Ben uçuyorum sevinçten. Rol zaten hemen hemen ezberimdeydi. Ayberk Çölok tamirciyi oynuyordu, Mümtaz’da çırağı ve oğlu rolündeydi. Yalnızca bir oyun için hazırlandım. Sonra Mümtaz yine devam edecekti. Ama rahmetli can arkadaşım Mümtaz, sınavı erteleyip Konya turnesini bana kaptırmadı.
Çok kızmıştım...
Mümtaz’ın rolünü bir kere de olsa oynayacağım diye çok sevinmiş, rolümü iyi ezberlemiştim. Ancak Mümtaz imtihanı erteleyip turneye gideceğini söyleyince çok kızmıştım. İyiki de öyle olmuş. Ben onlara kızıp, bir vodvil ustasının yanında aldım soluğu; Orhan Erçin’e gittim. Müthiş bir ustaydı. Vodviller, farslar, bulvar komedileri yapardı. Tiyatronun bu tarzını bu ustanın yanında öğrendim.
Orhan Erçin: 1926 İstanbul doğumlu olan sanatçımızı 1993 yılında yine İstanbul’da kaybettik. Tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu, yönetmen, seslendirme sanatçısı, senarist. İstanbul Erkek Lisesi’nden mezun olan sanatçı, 1938 yılında Halkevleri’nde tiyatro oyunculuğuna başlayarak sanat hayatına adım attı. 1943 yılında Raşit Rıza Topluluğu`nda profesyonel oyunculuğa geçti. "Gönül Hırsızı" adlı bir operet ve film senaryoları yazdı. 1940’larda kamera karşısına geçen Erçin, 1953 yılında yönetmenlik yapmaya başladı. Aynı zamanda seslendirme sanatçılığı da yapan Orhan Erçin, Louis de Funès’i seslendirmesiyle tanınmıştı. A.D.
Orhan Erçin, çok usta, Dar-ül Bedayi (Şehir Tiyatrosunun eski ismi. A.D.)’den bir hoca idi. Onun tiyatrosuna gittim. O bana “hemen gel başla” dedi. Tabi dünyalar benim oldu; çok sevinmiştim. Fakat ertesi günü gittiğimde elime teksti verip “sufle yapacaksın!..” (oyunculara, izleyicilere duyurmadan söyleyecekleri sözü ve cümleyi fısıldamak. A.D.) dedi. Perde çekmek dahil, tiyatronun bütün mutfağında bana iş verdi. Oysa ben, hemen sahneye çıkıp oynayacağımı sanıyordum; hiç te öyle olmadı. Ustanın yanında usta-çırak ilişkisi içinde dekor boyamak, duvar kağıdı yapıştırmak dahil her bölümde çalıştım, öğrendim. Bana her şeyi öğrettikten sonra beni sahneye itti. Onun yanında 6 yıl çalıştım. Onun için Orhan Erçin benim ustamdır.
Çağdaş Sahne ve AST...
Orhan Erçin’den sonra Çağdaş Sahne’ye geçtim.
Çağdaş Sahne, 1975 yılının başlarında profesyonel ve amatör 25 kadar sanatçı tarafından Ankara’da, "Oyuncular Birliği" adıyla kurulmuştur. Kurucular arasında Rüştü Asyalı, Tuncer Necmioğlu, Yılmaz Onay, Cevza Şipal, Selçuk Uluergüven vardı. "Oyuncular Birliği" daha sonra Erdoğan Akduman ile Yılmaz Onay’ın yönetiminde tiyatro, çocuk tiyatrosu, sinema, müzik ve diğer sanatsal faaliyetlerde bulunmak üzere "Çağdaş Sahne" adı ile çalışmalarına devam etti. A.D
İlerici, devrimci oyunlar sahneliyorduk Çağdaş Sahne’de. Sonra AST, sonra da kendi tiyatrom “Yeni Tiyatro”yu açtım. Sonra İstanbul maceram başladı; Haldun Dormen’le çalıştım. Arkasından Gencay Gürün Tiyatro İstanbul, Tiyatro Kedi, DAT Yapım ve Bakırköy Belediyesi gibi tiyatrolarda çalıştım. Hemen hemen çalışmadığım tiyatro kalmadı diyebilirim.
Yeni Tiyatro...
Metin Coşkun, Ayhan Önem, Ercan Demirel ve Bülent Yıldıran’la birlikte kurduğumuz tiyatroya “Yeni Tiyatro” adını verdik. Adını “Yeni Tiyatro” koymak Nesrin Kazankaya’ (ilk oyunumuz ADA’nın yönetmeni)nın fikriydi; hepimiz beğendik ve onayladık. Niçin Yeni Tiyatro? Türkiye’de hiç oynanmamış oyunları bulup getirip oynamaktı maksadımız. Nitekim de öyle oldu. İlk oyunumuz Athol Fugard’ın Ada adlı oyunuydu. Bu oyunda oynadığım rolümle; 1987-1988 sezonunda Türk Sanat Kurumu En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü aldım. Arkasından Türkiye’de yine hiç oynanmamış bir oyun olan Manuel Puig’in “Örümcek Kadının Öpücüğü” oyununu sahneledik. Ve Aziz Nesin’in “Çiçu” adlı oyununu Metin Coşkun oynadı. Kadromuzda Metin Coşkun, Ali Gül, Haldun Boysan, Orhan Aydın, Billur Kalkavan... gibi oyuncular vardı.
Hedef hiçbir zaman ‘popüler oyunlar’ olmadı!..
Gerçekçi oyunlar oynadığınızda çok geniş kesime ulaşamıyorsunuz. Derdi olan insanlara ancak gidiyorsunuz. Onların da sayısı az; bir Cumhuriyet gazetesinin tirajı gibi... Popüler oyunlar oynama sevdasında olmadık hiçbir zaman. Biz mesaj verme, seyirciyi geliştirme, değiştirme, seyirciyi iyiye, doğruya yöneltme erkinden ayrılmadan kendi çizgimizde oyunları seçmeyi tercih ettik. Seçtiğimiz oyunların hepsi toplumcu, gerçekçi oyunlardı. Biz işin kolayına kaçsaydık, hani gişe dönsün diye, popülist yaklaşımla oyunlar oynasaydık, belki daha fazla seyircimiz olurdu. Ancak biz tercih etmedik, hala da tercih etmiyoruz.
Sanatçının sorumluluğu...
Çünkü sanatçının bir yol gösteren, bir önderlik vasfı olduğuna inanıyoruz. Dolayısıyla sanatla uğraşan arkadaşlarımızın bu sorumluluğu taşımaları gerektiğini kabul ediyoruz. Hem güzel Türkçemiz için, hem evrensel değerler için, hem hukukun üstünlüğü, bireysel haklar ve insan hakları için, çocuk, kadın ve hayvan hakları için bir tiyatro sanatçısının mücadele etmesi gerektiğine inanıyoruz. Dolayısıyla seçtiğimiz oyunlar hep bu yönde oldu ve olmasına da özen göstereceğiz.
İstanbul’da AST’ın devamı...
1997 yılında AST’da iken emekliye ayrıldım. AST’dan sonra İstanbul’da oynamaya başladım. Umarım İstanbul’da da AST’ın bir devamını yapmayı başarırız. Çünkü İstanbul’da AST’dan bir çok arkadaşımız var; Rutkay Aziz, Cezmi Baskın, Salih Kalyon, Altan Erkekli, Altan Gördüm, Vahide Gördüm, Metin Coşkun, Celile Toyon... gibi. AST’ın o ilerici, toplumu ileriye, doğruya, toplumu aydınlatan, onları yönlendiren bir tiyatro olmayı İstanbul’da da devam etmeyi sürdürürüz. AST’ı Ankara’da genç arkadaşlarımız devam ettiriyorlar. Bizler de AST’dan elimizi ayağımızı çekmiş değiliz. Her zaman oyuncu ve yönetmen olarak yardıma hazırız. AST bir ekoldür. Oyuncuları da şuurlu bir gruptur. Her zaman bir araya gelebiliriz.
Yazarlığım ve yönetmenliğim...
Zaman zaman oyunlar yönettim ve yazdım da. İlk yazdığım oyun “Adam Adam”dır. 4-5 tane de çocuklar için oyun yazdım. İlk oyunum “Adam Adam”ı yurtdışında çok oynadım. Berlin hariç, Almanya’nın birçok şehrinde oynadım. Tek kişilik bir oyunumdur. “Belden Aşağı Tesellisi”, üç kişilik, özel tiyatro sorunlarını aksettiren bir oyunumdur. Bu her iki oyunda hem sistemi, hem içinde bulunduğumuz sosyal ilişki örgüsünü, hem de bu örgünün sistemle olan çatışmasını irdeleyen toplumcu oyunlardır. “Adam Adam” Avrupa’da çok ses getirdi. Behiç Ak’ın “İki Kişilik Şehir” oyununu yönettim. Elliden fazla oyunda oynadım. Televizyona eğlence programları için skeçler yazdım. Sinema filmlerinde oynadım: Serçe, Kod Adı Kaos, Hacı, Savcının Karısı, Organize İşler, Vizontele Tuuba, Baldız Geliyorum Demez, Pembe Patikler, Samyeli, Cumhuriyet, Abdülhamit Düşerken... gibi. Çok sayıda dizide ve reklam filmlerinde oynadım. Belgesellerde oyuncu ve dublaj sanatçısı olarak görev yaptım. Beş müzikalde rol aldım. Atları da Vururlar, Haldun Dormen’in Anfitron 2000, yine Haldun Dormen’in Hisseli Harikalar Kumpanyası, Dün Gece Yolda Giderken Çok Komik Bir Şey Oldu ve Cahide müzikali.
Ankara Tiyatro Fabrikası...
ANKARA TİYATRO FABRİKASI, 2002 yılında ANKARA SANAT TİYATROSU’ndan ayrılan bir grup tarafından kuruldu. Kurucuları YILMAZ DEMİRAL, MURAT DEMİRBAŞ VE HAKAN GÜVEN’dir. Toplumcu, gerçekçi oyunlar oynamaya çalışmaktadırlar. Başarıyla bir on yılı devirmişlerdir. Belki de yurtdışına en fazla turne yapabilen Türk tiyatrosudur. Ben bu tiyatroyla da rejisör ve oyuncu olarak zaman zaman çalıştım. Bu sene benim yazdığım BELDEN AŞAĞI TESELLİSİ adlı oyunumu prova ediyorlar. Bu oyunlada nisan ayında yurtdışına çıkacaklar. BELDEN AŞAĞI TESELLİSİ adlı oyunum ADAM ADAM’dan sonra yazdığım ikinci oyunum. Üçüncü yazdığım oyunun adıysa YİRMİBİR. Şu sıralar bitirmeye çalıştığım son oyunumun adıysa İKİ TELLİ YÜKSEK RANDIMAN STÜDYOSU. ORMANDAKİ TELEVİZYON, ESKİ DEĞİRMEN, AĞAÇLARIN DANSI, BÜYÜK YEŞİL TATLI SİRK VE CUMHURİYET DESTANI adlarıyla yazdığım çucuk oyunlarım da var.
Türk tiyatrosu üzerine...
Dünyada bütün ülkelerde tiyatro seyirci sorunu yaşıyor. Sinemayla mücadele edemez hale geldi. Almanya, ingiltere dahil hepsinde ortak sorun seyirci sorunu. Fakat bu Türkiye’de biraz daha fazla. Dışarıdan birtakım ajanlar gelip te; “şu Türk tiyatrosuna ne yapalım da ortadan kaldıralım, mahvedelim!..” gibi bir çalışma içinde olmadılar. Her ülke kendi kültür politikasını kendisi yapmalı!.. Bugün Türkiye’nin elinde hala çağdaş anlamda, olimpik bir tiyatro yok. Olimpik’ten kastım; teknik ve bina donanımı itibariyle bir tiyatro binamız yok. Bu eksiklikler yanlış politikaların ürünüdür. Kültür Bakanlığının tiyatrolara yaptığı yardıma da karşıyım. Yardımın yapılacağı tarihlerde bu yardımı alabilmek için bir anda Ankara’da 60 tane tiyatro ortaya çıkıyor. Boşa giden bu paralara yazık!.. Başka yöntemler bulunmalı. Bu yöntemlerin ne olması gerektiğini defalarca söylemeye çalıştım. Bölge tiyatrolarında sanatçı istihdam etmenin de doğru olmadığı kanatındayım. Çünkü oradaki genç oyuncular çalışamıyorlar; yalnız kalıyorlar. Halbuki bölge tiyatroları o bölgenin insanlarıyla yapılırsa anlamlıdır. Bölge tiyatrosu kurun, ancak oraya bol bol turne yapın. Oraya sanatçı istihdam etmenize gerek yok. Diyarbakır’da Diyarbakırlı gençlerimizin, Van’da Vanlı gençlerimizle tiyatro yapın. Her bölgenin kendi insanlarıyla tiyatro yapın, sanata katkıda bulunun, onlara sanatı sevdirin. O zaman başarılı olunacağı kanatındayım. Kültür politikalarımızı da beş yıllık, 0n yıllık planlarla yapmak zorundayız. Kültür politikaları plansız, programsız olmaz!..
Türk sineması...
Bir seyirci gözüyle baktığımda,Türk sinemasının, dünya sineması içinde önemli bir yeri olduğuna inanıyorum..Yılmaz Güney ve Metin Erksan’lardan günümüzde Nuri Bilge Ceylan’a kadar birçok yönetmenimiz, sinemalarını, dolayısıyla sinemamızı dünyayla buluşturmayı başarmışlardır. Öte yandan sinemamız, popüler filmlerle de yol alıyor, inanılmaz gişe hasılatları yapıyor ve hatta bu filmler bölgemize, komşularımıza ve Avrupaya pazarlanabiliyor, bu çok sevindirici. 2011 yılında dışarı satılan dizi ve filmlerden ülkemize 60 milyon dolar girmiş. Bunlar umut verici, sinemanın daha da gelişmesi demek. Kaldıki daha yapımcılarımız, yönetmen ve oyuncularımız, senaristlerimiz yani bir anlamda sektör, son 20 yılda ciddi deneyim sahibi oldular, içerik ve teknik olarak daha da güçlü olacaklardır. Türk sinemasında gişe hasılatı göz ardı edilerek yapılan filmlerde var. Bu anlamda üretilmiş ve uluslar arası festivallerde ödül almış çok sayıda filmlerimiz var. YEŞİLÇAM Türk sinemasına seyirci oluşturmak anlamında katkısı çok önemlidir. Günümüzde de özgün içerikli, teknik olarak gelişmiş sinemaya evrilmiştir. Yeterli midir.? elbette değildir, kendini daha da geliştirmesi hedefi olmalıdır. Türk sinemasının asıl gelişmesi bağımsızlığı yönünde olmalıdır, üzerinde baskı, sansür, caydırma hissetmeden çalışabilmelidir.
Anahtar Kelimeler: nuri gökaşan
0 Yorum