Her geçen gün, yeni birilerinin çıkıp oyunculuğa ve tiyatroya 'heves' ederek, kendini sahneye attığı günümüzde, bu kitap gerçekten gerekli olmuştu. Tiyatroda 60. yılını dolduran 'duayen' kelimesini, kelime anlamıyla doldurabilen ve tam anlamıyla hak eden sadece bir kaç kişiden biri olan Özdemir Nutku, gerçekten 'hocaların' hocası ve Türk Tiyatrosunun 'duayeni'. Sapla samanın birbirine karıştığı, 'oyunculuk' gibi dünyanın yapılması en zor ve en onurlu mesleklerinden birinin böylesine 'ucuzlaştırılmaya' çalışıldığı bir dönemde, kaleme alınmış bir kitap. Dahası, anlayana çok şeyler söyleyen gerçek bir 'başucu' kitabı.
Son günlerde, neredeyse elinizi kaldırsanız bir oyuncuya çarpıyorsunuz. İşte bu dönemde, Özdemir Nutku kendi deyimiyle 'biraz zorunluluk, biraz da duyduğu sorumluktan' dolayı, tiyatroya gönül verenlerin çok uzun zamandır dört gözle beklediği kitabını geçtiğimiz aylarda piyasaya çıkardı. İsmi de şu sıralar 'fast food' misali çok kolay ve aynı hızda tüketilen 'popüler kültüre' ders verecek nitelikte. 'Yeni Başlayanlar İçin Oyuncunun Çalışması'. Oyunculuğa gönül vermiş tiyatro aşıklarının imdadına 'hızır' gibi yetişen ve Alkım Yayınlarından çıkan 'Oyuncunun Çalışması' üzerine Özdemir Nutku Hoca ile konuştuk.
SDK - Neden 'oyuncunun çalışması'? Sanki, bir mesaj verir gibi değil mi?
Özdemir Nutku - Ben Türkiye'de oyunculuk eğitimine çok önem veriyorum. Son zamanlarda, Türkiye'de popüler kültür gerçek sanattan daha ön plana çıktı. Sanata yabancılaştığımız bu dönem içinde yaşanan değerler karmaşasında seyirci, kimin sanatçı olup kimin sanatçı olmadığını bilmiyor. İşte, ona ne sunulursa onu kabul ediyor. Ama biz tiyatro sanatının içinde olan kimseler, bu karmaşanın en çok acısını çeken kişileriz. Süreklilik isteyen tiyatro oyunculuğunda, bu sanatçı olmayan kişilerin yeteneksizliği hemen sırıtıyor. O kadar çok sırıtıyor ki, hemen anlıyoruz. Hatta bazen, dizlerde oynayan o mankenlerin oyununu gördüğüm zaman çok komik geliyor bana. Bu durumda, bu kitabı yazmak zorunda hissettim kendimi. Oyunculuk üzerine bir kitap yazmanın zamanı gelmişti ve bu sorumluluğu hissettim için ortaya 'Oyuncunun Çalışması' çıktı.
SDK - Kitabınızın ana teması nedir ?
Özdemir Nutku - Bu yazdığım bu kitabın belki hiçbir etkisi olmayacak belki de belirli bir kesim okuyacak bilemiyorum. Her alanda popülüzmin batağına gömülmüş olan ülkemizde, popülizm en çok tiyatroda hissediliyor. Bunun için oyunculuk üzerine bir kitap yazayım dedim. Aslında, kitabın kapağında bir yanlış var. Bu kitap yeni yetişenler için değil, biraz olsun oyunculuk eğitimi görmüş olanlar için yazıldı. Mesela, oyunculuk okullarından eğitim alan ikinci, üçüncü, dördüncü sınıf öğrenciler için kaleme alındı. Hatta profesyonel oyuncular için kitabın sonunda, oyunculuk çalışmalarına yeni bakış açısı getirebileceğine inandığım denemeler var. Bu denemeler, oyunculuğun ne olduğu üzerine yazılmış bazı çalışmalardan oluşuyor. Profesyonel oyuncular da bu denemelerden yararlanabilirler. Burada, oyunculukta yanlış bilinen bazı konular üzerine açıklamalar var. Sonra, oyunculukta yeni yetişmeye başlamış gençler için atölye çalışmaları, doğaçlamalar ve temrinler koydum. Bu kitabı bunun için yazdım.
SDK - Zorunluluk dediniz. Bu kavramı biraz açabilir misiniz?
Özdemir Nutku - Popülizm neredeyse her alanda görülüyor ama en çok bence tiyatroda hissediliyor. Çünkü insanların doğuştan bir taklit kabiliyeti var. İnsan, maymunun bir üst seviyesinde olduğu ve maymundan biraz daha iyi taklit ettiği için herkes kendini oyuncu zannetmeye başladı. Bu, beni çok rahatsız ediyor çünkü tiyatro alanında 'kalite' çok düştü. Bir bakıyorsunuz, çok iyi bir oyuncu olduğunu düşündüğünüz profesyonel bir sanatçı, yanında bir mankenle birlikte başrol oynuyor. Hatta bazen manken baş rolde, profesyonel sanatçı yardımcı rolde oynuyor. Ben profesyonel oyuncu olsaydım, para için o mankenlerle birlikte oynamayı kabul etmezdim. Hani 'tüfek icat oldu, mertlik bozuldu' deriz ya, burada tüfeğin yerini para aldı. Devlet Tiyatrosu'nun verdiği maaş, dizilerden alınan ücretlerin yanında çok küçük bir meblağ olduğu için bugün, Devlet Tiyatrosunda görev alan bazı çok iyi aktörler, hiçbir şey yapamayan hatta oynayamayan o mankenlerin yanında yardımcı rollere çıkıyorlar. Bu durum, neden onları rencide etmiyor anlamıyorum. Para bu kadar önemli mi? Gerçek bir oyuncu için her şeyden önce tiyatro gelmeli. Bu para için bu büyük oyuncular tiyatroyu terk edip dizilerde görünmeyi tercih ediyorlar. Kimi piyango yarışmalarında yer alıyor, kimisi sunuculuk yapıyorlar. Her şeyin bir yeri vardır. Genelde bizim oyuncular ise tiyatrodan başka her şeyi yapmaya başladılar. Bunun dışında tiyatro yapabilmek için hala direnen bazı kimseler var. İşte ben bunun için bu kitapta oyunculuğun önemi üzerinde durmak istedim.
SDK - Sonra, üç aylık oyunculuk kurslarını bitiren ve ben artık 'oyuncu' oldum diyenler var.
Özdemir Nutku - İmkansız. Üç aylık bir eğitimle, daha nefes kontrolünü öğrenemez, sahnede dengesini sağlayamaz, beden dilini ortaya çıkartamaz. Onun için bunlar, para kazanmaya yönelik, tiyatroya heves etmiş gençlerin sırtından geçinmek için yapılan kurslardır. Buna inanmıyorum ben. Bir zamanlar, bu kurslar çok fazlaydı. Şimdi, biraz daha azaldı. Sonra, çok komik bir durum var. Daha kendileri oyuncu olarak yetişmemiş, oyunculuğun pedagojisini, daha oyunculuğun sistemini öğrenememiş kişiler veriyor dersleri. Burada, mesela belediyelerde, tiyatro kursları veren bir takım insanlar var. Müzik öğretmeni ama hem oyunculuk yapıyor, hem yönetmenlik yapıyor hem de ders veriyor. Düşünebiliyor musunuz? Müzik öğretmeni oyunculuk dersi veriyor. Tabii iş başına geçenlerin sanatla ilgileri olmadığı için kim ne derse onu yapıyorlar yada oralara kendi akrabalarını getiriyorlar. Türkiye'nin tiyatro açısından kendisini ileride derleyip toparlayıp, düzeltebilmesi ve doğru dürüst bir tiyatro yaşamına kavuşabilmesi için belki de bu kadar büyük bir rezaleti geçirmesi lazım diye düşünüyorum. Çünkü ilerde, bütün bunlar temizlenecek ve bu yaşanan enflasyondan sağ salim çıkabilen gerçek oyuncular Türk Tiyatrosunu yaşatacaklar.
SDK - Bu arada, tiyatroyu derinden etkileyen bir kalitesizlikten ve medyatik kirlenmeden bahsediyorsunuz.
Özdemir Nutku - Bugün yaşanan kalitesizlik seyirciyi tiyatrodan soğutuyor. Bu ne biçim şey diyerek tiyatrodan uzaklaşıyorlar. Mesela bazı şeyler de göz boyamak için yapılıyor. Bir mankeni topluluğunuza almışsanız, o manken ne kadar oynayamıyorsa da, dizi filmlerden gördüğü mankeni sadece yakından görebilmek için tiyatroya gelen seyirciler var. Bir de yakından görelim diyerek, medyatik olanları görmeye gelen insanlar bunlar. Hakikaten insanlar çok tuhaf. Bu, 'ilkel' ve 'ham' zihniyet tiyatroya zarar veriyor. Bu da bizim hala ham, ilkel ve olgunlaşmamış bir toplum olduğumuzu gösteriyor. Avrupa Rönesansını 400 yılda ancak tamamlayabildi. Bizim Rönesansımız ise Atatürk Devrimleri ile başladı. Daha 80 yıl oldu. Daha çok şeyler göreceğiz. Ben göremeyeceğim ama bizim torunlarımızın torunları, 300 - 400 yıl sonra doğru düzgün bir Türk toplumu görecekler. Şu andaki Türk toplumu ne yapacağını bilmeyen, yenilenmeyi, ileri gitmeyi bilmeyen, günü birlik yaşayan ve geleceği düşünmeyen bir toplum. Eğer sadece bugünü düşünerek yaşarsak çocuklarımıza ne bırakacağız? Halbuki, ileriye ne bırakacağız diye yaşamalıyız. Herkes günü kurtarmaya çalışıyor. Şu anda toplumu konuşuyoruz ama tiyatro o toplumun kendisini yansıtır. İlerde en çok suçlanacak medya olacak. Medya, seyircinin nabzına göre şerbet vermek için bir takım özel kanallarda çok kalitesiz programlara yer veriyor. Bu gün, medyanın değerleri, gerçek değerlerin önüne konmuştur. Ve biz, kendi öz değerlerimize yabancılaştık. Bazı şeyleri gördüğüm zaman ben bile tiyatrodan nefret etmek üzereyim. Bir karmaşadır gidiyor ama bu durulacak. Ben Türk Tiyatrosu için umutsuz değilim. Bunları geçirmezsek daha iyisini yapamayız. Kötüleri, olumsuz görelim ki olumluya gidelim. Bu diyalektik bir gelişmedir. O bakımdan, eğer bende bir damla varsa, okyanusa o damlayı damlatmak zorunda hissediyorum kendimi. Bir tek damla bütün bir okyanusu temizlemez. Ama benim gibi herkes birer damla koyarsa, birkaç yüz yıl sonra okyanus temizlenir.
SDK - Kitabınızda 'seyirci yetiştirmekten' bahsediyorsunuz. Akla hemen seyirci yetiştirmek ne demek sorusu geliyor. Gerçekten, seyirciyi nasıl yetiştireceksiniz?
Özdemir Nutku - Seyirci, oyuncu ile birlikte yetiştirilir. Ben ona inanıyorum çünkü en büyük etkileşim oyuncu ile seyirci arasındaki o elektriklenmedir. Onun için oyuncu iyi olursa seyirci de iyi olur ve çok şey öğrenir. Zaten seyirci olmazsa oyuncunun da olmasına gerek yok. Bunlar, birbirlerinin ikiz kardeşleri hatta yapışık kardeşleridir diyebiliriz. Birbirinin tamamlayıcılarıdır.
SDK - Her oyunun sonunda düşünmeden ayağı fırlayarak deli gibi alkışlayanlar göz önüne alındığında, seyircilerin de eğitilmesi lazım geliyor galiba değil mi?
Özdemir Nutku - Tabii ki. Ben 'Alkışlarla Öldürenler' yazımı o nedenle kalemle aldım. Şimdi seyirci her şeyi alkışlıyor. Her şeyde ayağa kalkarak alkışlıyor. Neden ayağa kalkılır? Hakikaten, 'üstün' bir sanat performansı gördüğünüz zaman ayağa kalkarsınız. Ayağa o zaman kalkılır. Çünkü seyirci tarafından sanatçıya yapılacak en 'yüksek' şey odur. Türkiye'de artık seyirci her an, her şeyde ayağa kalkıyor. Çocuğunun müsameresi var ayağa kalkıyor, sonra beş para etmez bir tiyatro oyunu için ayağa kalkıyor. Alkışlar arasında bir fark olmadığı için de nasıl olsa alkışlanıyoruz, sen istediğin kadar beğenme, bak seyirci ne kadar çok alkışladı diyerek, yerimizde sayıyoruz, biz 'tiyatroyu alkışlarla öldürüyoruz'. Mesela, buraya bir tiyatro topluluğu geldi. Bunlardan 8-10 tanesi benim sevdiğim öğrencilerimdi. Koşa koşa gittim. Oyun güzeldi de. Oturduğum yerde alkışlıyorum. O sırada, arkadan 'kendini bilmez' bir hanım geldi. 'Siz neden ayağa kalkmıyorsunuz? Bakın, bütün salon ayakta alkışlıyor' dedi. Ben neye ayağa kalkacağımı, neye kalkmayacağımı, kime ayağa kalkıp, kime kalkmayacağımı da iyi bilirim ama isterseniz siz 'amuda kalkabilirsiniz' dedim. Kadın bir şey söyleyemedi, döndü gitti. Sonra öğrendim ki bizim çocuklardan birinin annesiymiş. Ben öğrencilerime, yetiştirdiklerime ayağa kalkarım ama 'çok büyük bir sanatçı' olurlarsa. Orada ufak bir rol oynamış, doğru oynamış diye de ayağa kalkılmaz. Alkışlıyorum. Daha ne yapayım? Yıldız Kenter, Müşfik Kenter, Genco Erkal, Çetin Tekindor' da ayağa kalkar alkışlarım ama burada da öncelikle sanatçının performansını beğenmem lazım. Eğer bu değerlendirmeyi seyirci yapamazsa ve her önüne gelene alkış tutarsa, hani politikacılarda da vardır ya 'şakşakçılar' aynı öyle, bizim tiyatromuz da 'şakşakçılar seyirliğine, topluluğuna' döner. Bizim bir de alkışlamama hatta yuhalama, ıslıklama hakkımız var. Bu tamamıyla toplumun aynasınıdır. Aynı şekilde, seçimlerde de nasıl oy verdiğimizi görüyorsunuz. Bazı politikacılar geldiği zaman yanlarında bazı 'alkışçılar' görürsünüz, çevreye bakınırlar kim alkışlamıyor diye tespit etmeye çalışırlar, sırf baskı kurmak için. İnşallah yeni yetişen kuşaklar 'değerlendirme hakkını' doğru biçimde kullanırlar. Bu arada, sırf karşı çıkmış olmak için de karşı çıkmamak lazım tabii. İnsan değerini bilerek içtenlikle alkışlamalı. Değersiz bir şeyse niçin alkışlıyorsunuz ki? Buz gibi otur orda. Biz alkışlamama, yuhalama hakkımızı kullanmıyoruz ama batı toplumlarında, oyunu beğenmediği için sahneye ayakkabısını fırlatan insanlar gördüm. O kadar beğenmemişlerdi. Islıklar gırla gitmişti. 1965'de Almanya'da Tiyatro Festivali'nde, küçük bir kasabadan gelen bir grubu oyununda oldu bu. Adam ön sırada oturuyordu, oyun kötü diye sinirlendi ayakkabısının tekini çıkarttı, sahneye attı. Bir başkası kalktı, sahneye çıktı ve perdeyi tutup kapatmaya kalktı. Yani, oyun o kadar beğenilmemişti. Mesela, Viyana Operasının terbiyeli seyircisi. Erkekler smokinlerini, kadınlar tuvaletlerini giymişler, hiç ummazsınız. Beğenmediler mi onlar da ıslıklıyorlar. Ama onlarda, bu 'değerlendirme' kabiliyeti var. Viyana'nın nüfusu birkaç milyon ama şehirde 99 tane tiyatro topluluğu bulunuyor. Biz de tiyatro kavramını bilmiyorlar, değerlendirmeyi ise hiç bilmiyorlar. Popüler kültür ön plana çıktığı takdirde, bu kavram karmaşası bir süre daha devam edecek. Popülizm aşıkları çoğalmaya devam ettikçe, halk inlemeye devam edecek. Halk inlediğini 'fark etmiyor' ama aslında, kültürel açıdan tek kelime ile 'inliyor'. Her şey birbirine bağlı. Ekonomisi, sanatı, kültürü birbirine bağlı. Bu ülkenin ekonomisi, adam başına gelir seviyesi yükselmedi mi, bunlar da yükselmeyecektir. İlerde inşallah yükselir, umutsuz da yaşayamayız.
SDK - Bu koşullarda, bir 'seyirci kimliği' oluşturmamız gerekiyor değil mi?
Özdemir Nutku - Kitapta, oyuncunun kimliğinde ne söylüyorsam, seyircinin kimliği için de aynı şeyleri söylüyorum. İlk önce 'gerçek anlamda' tiyatro seyircisinin yetişmesi lazım. Gerçek seyirci, tiyatronun bir 'ihtiyaç' olduğunu anlayan ve küçük yaşlardan itibaren 'çocuklarını' tiyatroya götüren seyircidir. Tiyatro boş vakitleri, değerlendirmeye yönelik bir 'eğlence' olarak görüldüğü için böyle oluyor. Bu düşünceyi kırmak için ilk önce devletin başına gelenlerin 'eğitilmesi' lazım. Devletin başına gelenler sadece 'göbekten' hoşlanıyor. Bizim devlet büyüklerimiz, çocukluktan itibaren belli bir düzeyde, sanat duyarlılığı içinde yetiştirildikleri takdirde bunlar değişecektir. Yoksa birbirine benzeyen politikacılar ile bunların hiçbiri değişmez. Burada, toplumun kimliği neyse, bireylerin kimliği de odur. Tabii bir noktayı vurgulamak lazım, toplumda kimliği olan, kimlik arayan, daha kimliği oluşmamış, tam oturmamış bireyler de vardır. Ama toplum içinde hangi kimlik ağır basıyorsa, o toplumun kimliği odur. Dolayısıyla, seyircinin kimliği de bulunduğu topluma bağlı. Yani burada her şey birbirine bağlı devam edip gidiyor.
SDK - Bütün konuştuklarımız göz önüne alındığında, kitabınızda sözünü etmiş olduğunuz ve tiyatroyu ileriye götürecek 'deneysel tiyatro' kavramı çok ütopik bir düşünce gibi kalıyor değil mi?
Özdemir Nutku - İlk akla gelen soru bu 'deneysel tiyatroyu' gerçekleştirecek elemanlar nerede sorusu olmalı. 'Deneysel tiyatro'nun gereklerini yerine getirebilmek için ilk önce, eğitilmiş elemana ihtiyacınız var. Bir fizik, kimya laboratuarına bakın. Bilimsel araştırmayı yürütecek bilim adamının deneylerini yapabilmesi için bir takım elektronik aletlere ve malzemeye ihtiyacı vardır.Tiyatronun malzemesi ise yetişmiş oyuncudur. Tiyatroda, deneysel bir çalışma yapacaksınız, bedenin elindeki teknik sorunlarını çözmüş, gerekli eğitimi almış yetişmiş oyuncuya ihtiyacınız var demektir. Eğitilmemiş amatörlerle deney yapamazsınız. İmkanı yok. Olanaksız. Yeni bir buluş yapacaksınız, hangi alanda olursa olsun, en iyi elemanları yanınıza alırsınız öyle değil mi? Deneysel Tiyatro'nun gerçekleştirilmesi için deneyi yürütecek olan kişinin çok birikimli, üstün zekalı bir sanatçı olması lazım ve yanına alacağı kişilerin de onun kapasitesine uyum sağlayabilecek yetişmiş oyuncular olması gerekir.
SDK - Herkesi oyuncu olmağa heveslendiren etkenlerden biri de 'ne kadar kolay, bunu ben de yaparım' duygusu olabilir mi?
Özdemir Nutku - Seyirciye basitmiş ve kolaymış gibi görünen şey aslında çok çalışıldığı ve çok zorluklarla elde edildiği için öyledir. Seyirciye doğal gelmeyen şey zaten çalışılmamış olan şeydir. Sözgelimi, comedia del' arte'de, müthiş bir beden dili, müthiş bir ses ve konuşma müziği vardır. Pantolone basdır, allecino tenordur, colombino mezo sopranodur. Ses değişimleri ile öyle bir orkestrasyon içine girerler ki, comedia del'arte'yi anlamak için İtalyanca bilmek şart değildir. Orada seyirciye anlatılmak istenen şey en basit haliyle ifade edilir. O basiti bulmak zordur.
SDK - Kitabınızda oyuncular iki türlüdür diyorsunuz. Bir, canlandırdığı kişiyi kendi kimliği ile yansıtanlar, bir de canlandırdığı kişiyi o kişilikle yansıtanlar. Bunu biraz açar mısınız?
Özdemir Nutku - Bir aktör, artık alıştığı gibi, canlandıracağı rol eğer konu olarak kendi kişiliğinden çok uzakta değilse, ben bu rolü oynarım diyor. Mesela 17. yüzyılda geçen bir hikayeyse, o dönem kostümlerini giyeceğim, kendimden başkasını olacağım, bu roldür diyor. O aktöre, sen bu çocuğun amcasını oynayacaksın dediğiniz zaman, bundan hoşlanmıyor. Önemli olan, kendi kimliği ile başkası olabilmektir. Neden bir sürü Hamlet var? Lawrance Oliviere'nin, Hamlet'i başka, Kenneth Branagh'ın Hamlet'i daha başka. Bu sanatçılar, rolü verirken kendi kimliklerini de unutmuyorlar. Çünkü kimliği olan sanatçılar. Bir rolü oynamak nasıl olabilir? Lawrance Oliviere şöyle oynuyor, sen de böyle oynayacaksın mı diyeceğim? Bazıları film seyreder. Ben film seyretmem ve seyrettirmem de. Daha önce oynanmış olandan yola çıkarak, oyuncuların rol çıkarmalarını istemem. Tiyatroda yaratıcılık demek, o rolü kendi başına bulmak demek. O nedenle, oyuncunun kendi kimliğini bulabilmesi için oyuncuyu rahat bırakırım, serbest bırakırım. Yönetmen olarak, eğer küçük ayrıntılarda biraz yanlışlar varsa, kaymalar varsa onları düzeltirim. Ama bir çalışma programım vardır. Arkadaşlar ben bu oyunu şöyle şöyle koymak istiyorum. Şu rollerde şu vardır. Rollerinizi iyi okuyun, bir daha ki provamıza benimle tartışmak üzere gelin derim. Sonra, oyuncunun rolünü araştırmasını beklerim. Onun için de 'bedenden' başlamak lazım. Benim Türk Tiyatrosunda, oyuncularda gördüğüm en büyük kusur nedir biliyor musunuz? Sesini, yüzünü gayet güzel kullanır hatta ellerini ama 'belden aşağısı ölüdür'. Belden aşağısını kullanmayı bilmez. Hepsi için bir genelleme yapmıyorum, tabii ki belden aşağısını kullanabilen çok iyi, gerçek tiyatro sanatçıları var ama genel olarak Türkiye'de tiyatro oyuncuları, vücutlarını bir 'enstrüman olarak görmüyor', çünkü vücutlarını bir enstrüman olarak kullanmayı bilmiyorlar. Madem oyuncu 'eğitim' görmüştür ve 'bedenini bir enstrüman olarak görmesi' lazım, o zaman sahneye çıktığı zaman onu serbest bırakacaksınız ki rolünü kendisi bulsun. Eğer bir yanlışlık görürseniz neden böyle yaptın diye soracaksınız. Neden böyle yaptın? Sonra, ikaz edeceksiniz. Eğer böyle yaparsan, bu rol buraya doğru gider diye açıklayacaksınız ve oyuncunun rolü kendisinin bulmasını, araştırmasını sağlayacaksınız.
Büyük usta Özdemir Nutku, yazdığı kitabın başlığını seçerken bile bir ders veriyor aslında, ama anlayana. Alkım Yayınlarından çıkan kitap sadece oyunculuğa heves etmiş olanlara değil, tiyatroya aşık seyircileri de bilinçlendirmeye yönelik. Yani bu kitap, ne seyrettiğini bilen, seçici, kaliteli ve kalitesiz oyunu ve oyuncuyu ayırt edebilecek 'bilinçli seyircinin' de yetişmesine katkıda bulunacak. Akıcı dili, açık, duru ve anlaşılır üslubu ile okuyucuyu daha ilk sayfasından itibaren sarıp sarmalayan eser, çok kısa bir sürede 'önemli bir baş ucu' kitabı olacağa benzer.
Anahtar Kelimeler: oyunculuk çalışması
0 Yorum