HER GÜN GEÇTİĞİMİZ SOKAKLARDA HEP BİRİLERİNE ÇARPIYORUZ: BEYOĞLU’NDA ÇARPIŞMALAR
Türkiye’nin kalbi İstanbul’sa İstanbul’un da kalbi Beyoğlu’dur kuşkusuz. Girit’ten Venedik’ yerleşen ve oradan Osmanlı topraklarında zamanını geçiren “Alvise Gritti” tam bir adlı Osmanlı Bey’i gibi yaşamış topraklarımızda. Eğlenceye düşkünlüğü sebebiyle haremde kurarak Pargalı İbrahim’e sanat konusunda büyük esin kaynağı olmuş. İşte o Bey’in oğlu babasından kalan sarayı büyütmüş ve Beyoğlu Saray’ı adını vermiş. Beyoğlu, Galata’dan gelen Hıristiyanlarla yabancıların o zamanlar "Grand Rue de “Pera" denilen İstiklal Caddesi boyunca yerleşmesiyle Avrupa kenti olarak çıkmış. Genel olarak en şatafatlı zamanını 19.yy yaşamış adeta bir dış ticaret merkezi olmuş. Hatta bu yüzyılın sonunda Paris’in en ünlü sahne oyunlarını aynı zamanda gösteren 3 tiyatro bile varmış. 8–9 Eylül olaylarındaki ayaklanmaya kadar Beyoğlu ilk elektrikli tramvayın geldiği, Art Nouveu tarzı Avrupai apartmanların yapıldığı canlı bir kültür sanat mekânı haline gelmiş.
Şimdilerde Turgut Uyar’ın caddede rakısını içtiği yerde masa yasağı sebebiyle belediye geçit vermiyor, Mis Sokak’ın girişinde Cemal Süreya’nın kitaplarını sattığı yerde "Şiir sever misiniz, kendi kitabım" diye şiir satan başka birisi var. Devlet Tiyatroları ancak Küçük Sahne’de oyunlarını oynayabiliyor Pera’da; ama Alternatif Tiyatro Mekânları Beyoğlu’nun farklı yerlerde tiyatronun yıldızını parlatıyor. He noktasında farklı bir müzik şöleni var. Adeta Beyoğlu İstanbul’un Broadway’i belki de. Bir yandan da Özdemir Asaf’ın o güzel dizeleri gibi hem apaçık, hem anlaşılmaz, hep akılda...
Bu yıl 10.yılını kutlayan Tiyatro Pera Nesrin Kazankaya’nın özverili çalışmalarıyla son 10 yılda hafızalarımıza kazınan yapıtlara imza attı. Oyun kitapçığında “Tiyatro Pera bu oyunuyla adını aldığı semtin sokaklarında dolaşıyor. Şöyle küçük bir tur atsak Pera sokaklarında, gören gözlerle baksak nasıl bir harikalar diyarına düşeriz.” Gerçekten Tiyatro Pera’nın olayları, neşesi, cümbüşü ve kozmopolit kalabalığı bir an eksik olmayan Beyoğlu sokaklarındaki sıradan insanların hayatlarına eğilerek oyun sahnelemesi fikri beni oldukça heyecanlandırdı. Tiyatro Pera’nın her zaman evinizde hissedeceğiniz o küçük sahnesinde yerimi aldığımda Candan Erçetin’in “Git” şarkısının sözleri duyulmaya başlayınca daha da mutlu oldum. Çünkü afişindeki karakterleriyle bile her gün gördüğümüz sıradan insanlardı bunlar, bizdik. Ne var ki 2 perdelik oyun beklentilerimin oldukça altında kaldı, belki de QUINTET-Bir Dönüşün Beşlemesi, "Rahat Yaşamaya Övgü" gibi Tiyatro Pera’nın bol ödüllü ve bizi çok şaşırtan oyunlarına alışık olduğumuz için de olabilir bu.
Entelektüel düzeyi yüksek üniversitede Edebiyat Hocası Berna ( Nesrin Kazankaya) , kocası Kutay (Mehmet Aslan) ile evlilik sorunları yaşamaktadır. Çünkü kocası son kitabında kendi yaşamlarını tüm açıklığıyla ortaya koymuş üstelikte onu aldatmıştır. Rengin (Zeynep Özden) uyuşturucu bağlımlısı, Virginia Woolf’un sözlerinden hayat çıkarsamaları yapan bir üniversite öğrencisidir. Berna ve Kutay’la İstiklal’in bir cafesinde karşılaşırlar. Sevda ( Bahar Karaoğlu) pavyonda ya da kendi tabiriyle müzikholde sahne alan vasat bir şarkıcı, mekanın koruması Kenan ( İlker Yiğen) ile aralarında kendilerinin de koyamadıkları bir bağ var. Dilan (Linda Çandır) Güneydoğu’dan İstanbul’a okumak için gelmiş, ama Cumartesi annelerinin afişi eline tutuşturulunca polis zulmüne uğruyor, Rengin’le aynı kaderi paylaşıyor. Kutay’ın yeni romanı için bu müzikhole gelmesi, bıçaklanması, hastaneye düşmesi ve ardından tüm karakterlerin kendilerini nezarette bulmalarıyla gerçek bir çatışma yaşanıyor. En son Berna’nın gelişiyle her şey çözülmüşe benzese aslında tüm karakterler ait oldukları yerden kopuş yaşıyorlar : Beyoğlu’ndan. Maddi olarak Sevda’nın ve Kenan’ın artık Konya’da bir müzikholde sahneye çıkmalarıyla İstanbul’dan kopuşları tasvir edilse de; hayatlarının bir noktasında birbirlerine çarpışan karakterler en sonunda Beyoğlu’ndan ve belki de kendi benliklerinde bir uzaklaşma yaşıyorlar.
Sahnenin dönüşümlü olarak kullanılması ve dönen mekanizma sayesinde Beyoğlu’nun farklı alanları sesler ve müziklerle bize yaşatılmaya çalışılmış. Tüm karakterlerin aynı anda sahnede olduğu kısımlardaki ışık oyunları oldukça yetersiz kalmış. Arka plandaki oyunculardan çok; oyununu oynayan oyuncuya dikkat kesilmemiz gerekiyor ama buradaki rejisel hata yüzünden seyircinin dikkatini toparlamada güçlük yaşadığını düşünüyorum. Berna ve Kutay üzerinden temsil edilen Beyaz Türkler, Rengin’le İstiklal’in kalbi üniversite öğrencileri, Dilan’la kente alışma süreci ve Sevda-Kenan ile underground bir İstanbulluluk gibi güzel noktalar ve bu farklı kesimden insanların çarpışmaları bize tam olarak geçmiyor. Onlarla sevinip üzülmemiz gerekirken sanki kopuk epizotları seyrediyoruz. Oyunun hem yazarı hem de yönetmeni hem de oyuncusu “Nesrin Kazankaya” tiyatromuz adına çok özel bir kadın, oyunu düşünürken de çok güzel noktalar bulmuş ancak sahnelenmede ve oyunculuklardaki eksiklikler yüzünden Beyoğlu’nun büyülü havasını oyunda bulamadım. Metin olarak yaratılan gerçek, kanlı, canlı karakterler bazı yerlerde karikatürize kalıyor. Sahnenin oyunculuk olarak en iyisi usta isim Nesrin Kazankaya. Kentli kadının içsel sıkıntıları ve bedeninin dinamiğini görebiliyoruz. Mehmet Aslan’da genç yazar Kutay rolünde ona iyi eşlik etmiş. Ancak Bahar Karaoğlu’nun ve İlker Yiğen’in karakterleri rolü anlamaktan ve farklılık yaratmaktan çok çok uzak. Zira genç oyuncu Zeynep Özden’in nevrofik ve bağımlı üniversite öğrencisi rolü üzerinden çok malzeme çıkarılabilirmiş ama hep aynı çizgide giden düz bir oyunculuk tercih etmiş. Dilan, rolündeki Linda Çakır’ın diksiyonu ve şivesi role çok uygun. Zaman zaman oyunda çıkışlar yapsa da oyunun bütünlüğü içinde bazı noktalarda istenilen pırıltıyı veremiyor.
Aslında oyun metni üzerinde iyi bir dramaturji çalışması yapıldığı gözleniyor. Cumartesi annelerinden, İstanbul’da Kürt olma sorununa, yanımızdan göğüslerine bastırdıkları Virginia Woolf kitaplarıyla uzaklaşan sessiz üniversite öğrencilerine kadar pek çok katman hakim oyunda. Ancak pek çok şey anlatılmaya çalışılırken karakterlerin oyunculuk performansı olarak derinliği istenilen seviyeye ulaşamamış olduğunu düşünüyorum. 2 perdelik oyunda aynı hizada tekrar eden bazı sahneler çıkartılabilir, daha etkili müzikler ve daha etkili bir ışık tasarımı yapılabilir. Keza oyunun çıkış noktası ve arka plandaki yazımının etkili olduğunu düşünüyorum. Oyunun üzerinde daha fazla çalışılırsa anlatmak istediğini anlatabileceğini ve seyirciyi gerçek Beyoğlu’nun içine alacağını düşünüyorum. Oyunun isminin başındaki “Kazaen” kelimesini sırrını da oyunu seyredince anlarsınız ben bu dil oyununu söyleyerek bozmayayım.
Beyoğlu her noktasıyla İstanbul için bir tiyatro sahnesi. Gece İstiklal Caddesi’nin bir sokağında eğlenirken, Tarlabaşı’nda kim bilir neyin kavgasını yapıyor insanlar? Bir Kasımpaşa’sı vardır hepsinden farklı, bir de Cihangir’i vardır. Çokta uzak değillerdir ama bambaşkadır her iki bölgesi de, küçük bir Türkiye’dir adeta. Hele Galata’dan İstanbul’a baktığınızda ölürsem Beyoğlu’nda öleyim bile dersiniz.
beyoğlu’nda sevgililer
içimde bir aşk hali
yüreğimde fırtınalar
vermiyor aman çünkü
son tramvaydı geçti, ışıkları söndü
caddenin sarhoşları yüzüme bakıp güldü
elimden gelen buydu, unutmak seni çok acı
ve düşünmek ömrümün en güzel baharını
Tuna Kiremitçi
Anahtar Kelimeler: kazaen, tiyatro pera
0 Yorum