“Yıllar seni hiç değiştirmemiş”? (kadın yüzünde müstehzi bir gülümseme, alaycı bir ses tonuyla hafiften dalgasını geçer)
“Gençliğimi aşka borçluyum…” (Erkek gayet pişkin elinde içki bardağı, kadının alaycı tavrını özellikle görmezden gelen bir özgüven patlaması sergiler)
Kanepede oturan bir kadın ve bir erkek. Görünürde bir oyunun provasını yapıyorlar ama alttan alta eski defterleri karıştırıp birbirlerine ufak ufak dokunduruyorlar. Geçmişte iki eski sevgili olan iki oyuncu, yıllar sonra bir oyunu sahneye koymak için tekrar bir araya gelirse neler olur fikrinden yola çıkan Hollandalı yazar Maria Goos’un yazdığı “Doek”, “Aşk Halleri” olarak izleyici ile buluşuyor.
Bu yıl 2.si gerçekleştirilen “Karşıyaka Tiyatro Günleri” kapsamında İzmir Karşıyaka Bostanlı Açık Hava Tiyatrosunda sahnelenen oyundayız. Hollandalı yazar Maria Goos’un yazdığı “Doek”, Zeynep Avcı’nın çevirisiyle “Aşk Halleri”, usta yönetmen Işıl Kasapoğlu tarafından sahneye konuyor. Başrollerini Zuhal Olcay ve Burak Sergen’in paylaştığı oyunda, kostüm tasarımı Evrim Timur, ışık tasarımı Cem Yılmazer ve müzik tasarımı Selim Atakan’a ait.
Eski sevgilinizi 10 yıl sonra ilk defa görüyorsunuz. Durum gayet hassas. Hatırladığınız kadarıyla pek de iyi ayrılmamışsınız. Ortada bir terk etme, bir terk edilme durumu var. Yani, bir hesaplaşma kaçınılmaz. Bu durumda ortamı yumuşatmak için sevecen bir ses tonuyla, “yıllar seni hiç değiştirmemiş” demek mi daha iyi, yoksa domuzuna pişkin bir tavır sergileyip “yıllar seni çok değiştirmiş” demek mi daha uygun kaçar.
Liz ve Richard iki oyuncu, iki eski sevgili ve iki arkadaş. İkisi de aynı konservatuara gitti. Beraber okudular, okulda çok iyi bir ikili oldular hatta mezuniyet oyunlarında aynı sahneyi paylaştılar ve sonrasında 20 yıl boyunca vahşi ve hızlı bir hayat sürdüler. Maceralı, inişli çıkışlı bir ilişkileri oldu. Sonra Liz bu yorucu hayattan sıkıldı, aniden her şeyi bırakıp gitti. Walter’la evlendi ve Güney Fransa’ya yerleşti. Fırtınalı bir hayattan, Richard’dan ve sahnelerden uzakta sessiz sakin bir yaşamı tercih etti.
Şimdi kanepeye yayılmışlar sanki daha dün bıraktıkları yerden devam ediyorlarmış pozunda bir yandan okuma provası alıyorlar bir yandan da birbirlerini yokluyorlar. Mesela Richard çok üzerine geldiği zamanlarda Liz “kanadı kırık bir oyuncu gibi oynamak zorunda kalırım. Kaç yıldır sahneye çıkmıyorum. Richard bir ara versek” diyor.
Tıpkı kendileri gibi sorunlu bir çift olan David ve Kate karakterlerini sahnede canlandırmak için prova alıyorlar. Yani oyun içinde oyun var. Prova aralarında atışmaya devam ediyorlar. Liz gülerek “Biz oyuncular, terbiyeli maymunlarız”. Richard cevap verir. “Biz oyuncular, seçkin ahlaksızlarız”. Eski defterler bir bir ortaya dökülüyor. İş geçmişle hesaplaşmaya geliyor. Terk edilmeyi bir türlü hazmedemeyen Richard “sıradan” hayatıyla dalga geçmeye başlayınca Liz karşı çıkar. “Senin sıradan dediğin o hayatın içinde ben çok mutluyum.” Kate ya da Liz elinde metni okur. “Ben burada hayatımızı tükettiğimden bahsediyorum.” Bu cümle aslında her iki çift için de çok uygun düşüyor. Oyunun ilk anlarında, kaçınılmaz olarak seyircide bir kafa karışıklığı oluyor. Çünkü oyundaki Kate ve David karakterlerinin sorunları bizim eski aşıkların sorunlarına çok benziyor. Aynı üslup, aynı alaycılık, aynı dertler, anlaşmazlıklar, acımasız eleştiriler derken bu benzerlik ve baş döndüren tarzda karakterden karaktere girip çıkmalar ilk anlarda biraz şaşırtıcı olabiliyor. Oyun ilerledikçe, Kate ve David ortadan kayboluyor, Liz ve Richard tabii bir de Walter’la baş başa kalıyoruz. Walter, Liz’in kocası. Richard’a göre “vajinya tesisatçısı”. Oyunda Richard sırf Walter’la dalga geçmek için askıda duran atkıyı boynuna geçirir, kasten abarttığı Fransız şivesiyle aristokrat Walter’ı taklit eder. Ses tonuyla, abartılı Fransızcasıyla şeker bir Walter olur.
Richard’ın işi gerçekten zor. Aradan 30 yıl geçtikten sonra, mezuniyet oyunlarını tekrar sahnelemeye karar veriyor. Yüksek egosu, alkol bağımlılığı, geçimsiz tavrı ve kendini beğenmiş haliyle doğal olarak sahnede birlikte oynayacak kadın oyuncu bulamıyor. Richard’a sorsanız, “kadın oyuncuların hepsi yeteneksiz” . Yani, Liz onun son şansı ve kendini beğenmiş tavrıyla Richard bu son şansını da bayağı zorluyor. Zor anlarda, hafif çapkın bir ses tonuyla içki şişesine doğru ilerler “bekleyin bakalım çıtırlar, babanız şişeyi aldı geliyor” der. Tipik Richard.
Peki Liz, Walterla birlikte mutlu ve huzurlu olduğu sakin hayatını bırakıp sahne ışıklarına ve Richard’a dönmeyi kabul edecek mi? Gerçekten burada Richard’la birlikte sahnede olmak, onunla bu kadar yakınlaşmak ne kadar doğru? “Giderek dengesiz bir hal alıyorum” diyen Liz işin prova almaktan çıkıp, küllenen bir aşkın yeniden canlanmasına doğru gittiğinin çok iyi farkında.
Richard’ın durumu pek iç açıcı değil. Liz tarafından terk edilmenin verdiği kalp kırıklığı yerli yerinde duruyor. “İnsan hayatta asla seni terk etmeyen birilerini istiyor. Beni daha kaç kere terk edeceksin Liz?” derken, geride bırakılmanın açtığı yaraların hala taze olduğunu anlıyoruz. Çünkü onu hala özlüyor. Üstelik yüksek egosu nedeniyle hep genç kalacağını zannetme hatasına da düşmüş. Daima aranan oyuncu olarak kalacağına o kadar emin ki yıldızı sönmüş bir oyuncu olma gerçeğiyle yüzleşmeyi kaldıramıyor. O nedenle hayal kırıklığını güçlü bir ironiyle gizlemeye çalışıyor. “Oyuncular hafızası kuvvetli fahişlerdir” Teselliyi içki de arıyor. Sonuçta, alkolik, kimsenin çalışmak istemediği, geçimsiz bir oyuncuya dönüşmüş. Bu berbat durumdan Liz ’i tekrar kazanarak çıkacağını düşünüyor. Yani, kalan tüm çekiciliğini kullanacak, eski romantik anları tekrar ısıtıp eski sevgilisinin önüne koyacak. Kim bilir belki o eski güzel günlere geri dönerler. Neden olmasın?
Bütün bunlar olurken, Hollandalı yazar Maria Goos usta kalemini konuşturur. İki sevgilinin ilişkileri üzerinden iki insanın istekleri, var olma biçimleri, hayata karşı duruşları üzerine ince bir sorgulama yapar. İş kadın, erkek ilişkisi olmaktan çıkar. Konuyu insan olma konumuna indirger. Karşı tarafa dayatılan bencil istekler, başkasının hayatını kontrol etme noktasına gider. Başkasının özel alanını yok etme noktasına varan bu hükmetme isteği ve insanı nefes alamaz hale getiren aşk hikayesi, eskimiş bir romantizmin arka planında neler anlatılır?
Zuhal Olcay, Liz rolünde ve provasını yaptıkları oyundaki karakteriyle Kate rolüyle yıllar sonra sahneye dönmeye hazırlanan bir kadın oyuncuyu canlandırıyor. Oyunun akışıyla birlikte seri bir şekilde Kate karakterinden çıkıp Liz’e dönüşüyor. Zaman ve mekanlar arasında geçişler çok hızlı gerçekleşiyor. Açık hava tiyatrosunda arka sıralarda oturan seyirciler zaman zaman oyundan kopabiliyorlar. Sahnede bir kanepe, köşede bir askılık, içkilerin durduğu bir sehpa. Sade bir dekorla sanatçılar renkli bir dünya yaratmayı başarıyorlar. Karakterden karaktere, zamandan zamana ve mekana hızla geçerken Zuhal Olcay ve Burak Sergen yakaladıkları doğal ve samimi oyunculuklarıyla takdir topluyorlar.
Kadın erkek ilişkilerindeki açmazlar, karşılanamayan beklentiler, hayal kırıklıkları, sürtüşmeler derken iş iki insanının hayattan ne beklediklerine doğru evrilir. İnsan olarak, “ben hayattan ne bekliyorum” sorusunu gündeme getirir. Neden karşımdaki için kendi hayatımdan, yapmak isteklerimden fedakarlık edeyim ki? Bu noktada hayatta seçim yapacağımız o kritik kavşağa geldik demektir. Rıchard ve Liz tam bu kavşakta tekrar karşılaşırlar. Eski sevgili olmanın ötesinde bağımsız bir birey olarak hayattan beklentileri nedir? Liz bir seçim yapmak zorunda kalacaktır. Güvenli, sakin ve mutlu hayatından vazgeçip maceralı, inişli çıkışlı bir hayata geri dönmeye hazır mı? Kendisine aşık, güvenli bir liman olan Walter mı? Yoksa kesinlikle güvenilmez, alkolik, şişkin egolu, serseri ruhlu, geçimsiz oyuncu Richard mı? “Aşk Halleri” iki insanın beklentilerine dair kıyasıya bir sorgulama. Oyunun can alıcı sorusu, herkesin kendisine sorması gereken sorudur. Hayatımı kim kontrol ediyor?
Anahtar Kelimeler: aşk halleri
0 Yorum