MAKALELER

Selamün Kavlen Karakolu - Ankara Sanat Tiyatrosu

2015.02.11 00:00
| | |
6140

Annem, babam döverlerdi beni. Arkadaşlarım, öğretmenlerim de döverdi...


 

“Annem, babam döverlerdi beni. Arkadaşlarım, öğretmenlerim de döverdi. Komiserlik işini bulana kadar aylarca işsiz kaldım. Durduk yerde bir insan nasıl dövülür? Polis olmasam hırsız olacaktım. Sorgulama sırasında sizi konuşturmak için sizi dövmek zorunda bırakmayın beni.” Tam bu sırada ayakkabısının bağcığı kopar, çok sinirlenir. Sorguya aldığı adama pata küte girişir. Bütün hıncını adamdan alır. Bir an durur. Yaptığı şey karşısında şaşırır. Birden bağırmaya başlar. “Dövebiliyorum artık, dövdüm, vurdum, ben adam dövebiliyorum”. Şaşkınlık övünmeye dönüşür. Sanki bir eksiğini tamamlamışçasına çok sevinmiştir. Hayatı boyunca ezilmiş bir adamdan Selamün Kavlen Karakolu’nun korkulan komiserine (Yıldırım Şimşek) işte böyle dönüşür. 

 

 

Gümbede, gümbede, gümbede, / duyduk duymadık demeyin / Olayları bir de bizden dinleyin / Uğruna baş, yoluna can koyduğum / Toprağına taşına yandığım Halkım….

Sahnede Ankara Sanat Tiyatrosu oyuncuları Selamün Kavlen Karakolu oyununa eğlenceli, samimi, sıcak müzikal bir başlangıç yapıyor. Aziz Nesin’in hikayelerinden derlenen oyunda iki dolandırıcının kurdukları sahte karakolla halkı nasıl dolandırdıklarının komik hikayesini izliyoruz. Üstelik adaletin böylesine sakatlanmasına hiç aldırış etmiyoruz. Alışmışız yani. Oyun bugün yazılmışçasına taze. Büyük usta Aziz Nesin’in kaleme aldığı sıra dışı öyküleri büyük bir ustalıkla bir araya getirip oyunlaştıran Yücel Erten’in nefis oyunuyla sahneye yansıyor.

 

 

Bır bır Enver (Hakan Güven), Banker Ali (Mahir İpek) hikayemizin baş kahramanlarıdır. Her şey Yusuf’un kahvesinde başlar. Orada buldukları işsiz güçsüz bir adamı sahte karakollarına komiser tayin ederler ama komiserin (Yıldırım Şimşek) bu işi çok ciddiye alabileceğini hesaba katmazlar. Sonra işe aldıkları komiser yetmezmiş gibi “götüyle kuş tutar Rami’yi de (Mehmet Ulusoy) karakola bekçi yaparlar. Cahil cesaretiyle kalkıştıkları işin vardığı nokta bizim iki kafadarı bile çok şaşırtacaktır...

 


 
İzmir Konak Belediyesi Selahattin Akçiçek Kültür Sanat Merkezindeyiz. İzmir Konak Belediyesinin tiyatro sanatına ve sanatçılarına sahip çıkarak tiyatroyu halka buluşturma adına düzenlediği tiyatro etkinliklerinden birindeyiz. Ankara Sanat Tiyatrosu AST’ın kuruluşunun 50. yılı için yazılan Selamün Kavlen Karakolu, iki dolandırıcının kendilerini polis olarak tanıtıp mahalleye sahte bir karakol açmalarını ve gelişen komik olayları anlatıyor. Halkın polis korkusundan dolayı üçkağıtçılara inanmaları ve itaat etmeleriyle gelişen olaylar devletin buradaki sahte karakolu ciddiye alıp resmi yazışmalarda bulunmasıyla işin içinde çıkılmaz bir hal alır. Üstüne üstlük bu sahte karakola ödenek vermesi, yeni polisler tayin etmesi ve müfettiş göndermesi de olaya tuz biber eker.

 

 

Adaletin felce uğradığı bir ülkede, iki dolandırıcının kendilerine emniyet müdür ve komiser süsü vererek “işi nereye kadar vardırabiliriz?” fikrinden yola çıkarak giderek artan cüretkarlığına şaşırıyoruz. Yani, hala şaşırabiliyoruz!  Selamün Kavlen Karakolunu izlerken gülüyoruz ağlanacak halimize! Zekice kurgulanmış esprileri, harika müzikleri, hiç düşmeyen temposu ve akıcı oyunculukla keyifle izlenen müzikal tadında bir oyun çıkmış ortaya.    

Oyunu Aziz Nesin’in öykülerinden yola çıkarak yeniden düzenleyen ve sahneye koyan Yücel Erten Selamün Kavlen Karakolu’nun yazılım sürecini ve Ankara Sanat Tiyatrosunu şöyle anlatıyor. “Gençliğimde fikren beslendiğim, aydınlanıp umutlandığım, beni  heyecanlandıran, gözümü ayıramadığım bir tiyatrodur Ankara Sanat Tiyatrosu. AST’ın 50. yılı için bir oyun sahnelemek benim için çok güzel bir duygu. 1962’de AST açıldığında ben henüz konservatuara bile girmemiş bir tiyatro heveslisiydim. Liseli bir amatör olarak, ilk kez o yıl bir oyun sahneleyip sahneye çıkmıştım. Demek ki bir anlamda yaşıt sayılırız. 1964’de konservatuara girdikten sonra AST’a olan ilgim hiç sönmedi. Yurtdışına gittiğim 1970 yılına kadar ilk oyunu Godot’yu Beklerken’den başlayarak hemen hemen bütün oyunlarını izledim. 2008 yazında İstanbul Devlet Tiyatrosu’na bir Aziz Nesin uyarlaması yapmak üzere çalışıyordum. O ara bu oyun “beni yaz, beni yaz” diye emretti. Ve o çalışmadan iki uyarlama çıktı. Bunlardan birisi de “Selamün Kavlen Karakolu” dur. Bu oyun bence AST’ın çizgisine, duruşuna ve yürüyüşüne yakışan bir oyun oldu.” 
Seyirciyi içine çekip sürükleyen oyunda başrolleri Mehmet Ulusoy, Mahir İpek, Yıldırım Şimşek, Hakan Güven, Ali Seçkiner Alıcı, Özgürcan Çevik, Gizem Aldemir, Nalan Güreş, Mustafa Bilgin, Erdem Ulusal ve Özgün Aydın paylaşıyorlar.
Selamün Kavlen Karakolu yapısı, sahnelemedeki ustalık ve samimi oyunculukla seyirciyi hemen ilk dakikadan itibaren yakalamayı başarıyor. Oyunda canlı müzik yapılması, şarkıların oyuncular tarafından seslendirilmesi seyirciyle mesafeyi kısaltıyor, sıcaklık hissini arttırıyor. Oyunun müziklerini oyunda rol alan Ali Seçkiner Alıcı bestelemiş. Seslendirilen şarkıların büyüsüne kendini kaptıran seyirciler oyunun akışı içinde alkışlarla, tempo tutarak şarkılara katılıyor ve oyunculara destek veriyorlar. Oyuncular öykülerin değiştiği sahne aralarında bir araya gelerek şarkıları seslendiriyor ve Mustafa Bilgin gitar, Ali Seçkiner Alıcı akordeonla şarkılara eşlik ediyor. Ali Seçkiner akordeonun yanı sıra sahnenin arka planında yer alan elektronik piyanosunun başına geçiyor ve oyunun akışı içinde şarkıları hem çalıyor hem de söylüyor. Ama sataşmalardan o da nasibini alıyor. “Sen piyanist terörist misin? Şantör terörist misin?” Salonda kahkahalar.   

Oyunda samimiyet duygusunu güçlendiren bir etken de sanatçıların çıkardıkları ses efektleriyle “o anın duygusunu” çok iyi yakalamaları ve bunu seyirciye yansıtmaktaki başarıları. Tren sahnesinde, yolcuların trenin çıkardığı sesleri taklit ederken oturdukları sıralarda yaylanarak sarsılmaları o an yapılan tren yolculuğunu seyirciye yaşatıyor. Vapur sahnesinde Mahir İpek’in ağzıyla martı sesi çıkarması ve martıları taklit etmesi vapurun etrafında uçuşan martıları ve denizin kokusunu hayal etmemizi sağlıyor ve Mahir İpek bu sahnede büyük bir alkış alıyor.   

Sahnede oyuncular tarafından değiştirilen dekorların tasarımı Gazal Erten’e ait. Tekerlekler üzerinde hareket edebilen basit ve kullanışlı dekorlar, bir dakika içinde karakolu, bir evin odasına, bir tren vagonuna ya da bir vapur güvertesine dönüştürebiliyor. Ve bu dekor değişimi kimi zaman söylenen şarkılarla ya da çifte telli eşliğinde dans edilerek yapılıyor. Böylece dekor değişimi müzikal danslı bir gösteriye dönüşüyor. 

Oyunun akışı içinde oyuncular zaman zaman metnin dışına çıkarak sahnede sanki kendi aralarında konuşuyormuşçasına davranırlar. Mesela Özgürcan Çevik’in bir oyuncuya dönerek “Yaaa bırak bu bayat espriyi artık, seyirci üç sezondur gülmüyor, şimdi de gülmüyor, vazgeç şu işten yaaa” deyip fırçasını kayması ve külhani bir tarzda sahneyi terk etmesi ya da başka bir sahnede Gizem Aldemir’in araya girerek “sahne uzuyor, sonra da oyun bitmiyor” demesi gibi. Mahir İpek oyunun bir yerinde “belalı” sözcüğünü söyleyemez. Sözcüğe takılır ve ısrarla “balalı” der. Oyun durur. Bir oyuncu Mahir İpek’e döner “Oğlum, konuşamıyorsan Necati Şaşmaz’ı getirelim” deyince Mahir İpek cevap verir. “İyi de onu da ben seslendiriyorum”. Salonda kahkahalar ve alkışlar. Bu arada dublaj sesiyle konuşan tiyatro sanatçılarına da küçük göndermeler yapılır. “Arkadaş sen konservatuardan terk mi?” Bazı anlarda hikaye dış ses tarafından anlatılır. O an oyun durur, oyunda zaman durur. Oyuncular oldukları yerde donup kalırlar. Sadece oyunu anlatan dış ses ve seyirci vardır.   

Oyun sadece yazıldığı dönemi değil, yaptığı göndermelerle günümüzün şartlarını da mükemmel biçimde yansıtır. Yusuf’un kahvesinde bir araya gelen ağızlarından sigaraları hiç düşmeyen bir grup adamın işsizlik, yoksulluk ve çocuk yapma konusundaki sohbetleri gibi. “Niye sen bu zamanda 5 tane çocuk yapıyon?” Cevap hazır “Vatanım, milletim için”. Kahkahalar arasında itirazlar yükselir. “Hadi yaaa, o çocukları yaparken vatanı mı düşündün?” Beş çocuk sahibi vatandaş gevrek gevrek güler kasaba ağzıyla “Allah eksikliğini göstermesin ben de rüşvetimi alıyorum” der. Kahkahalar arasında bir başkası destekler “Alıyor ama adam çalışıyor yani”. Onaylayan bir başkası “Benim memurum işini bilir”. Bu arada matah bir şey yapıyormuşçasına akıl verir. “Alırsan da ayakkabı kutusuna koyma rezil oluyoruz”. Rüşvetçi memur hemen kendini savunur “Ben ihtiyacıma göre alıyorum”. Bir diğeri “Ne demek lan ihtiyacıma göre? Komünist misin sen?” Bu, doyumsuz sohbette gelinen son nokta olur. Gerçekten de benim memurum işini bilir !

İşini o kadar iyi bilemeyen (!) memurlar da var. Sahte karakolun bekçisi (Mehmet Ulusoy) beş gündür uyuyamıyor. Bir omzunda kahverengi üniformasının yarısı, diğer omzunda pijamasının yarısı, karısının yazmasını da başına bant şeklinde bağlamış evin içinde dolanıyor. Uykusuzluktan ve içinden bir türlü çıkmadığı hesaptan aklını kaçıracak hale gelmiş. Gecenin bir yarısı karısını (Nalan Güreş) ve kızını (Gizem Aldemir) uyandırır. “Kalk kız kalk. Taksim’de bir arsa 4 Milyar Liraya satılmış! Hışşşşt kız kalk! 4 Milyar vermiş, almış! Alan da insan!” Bekçi hesapla kafayı iyice bozmuş. Deli gibi sürekli hesap yapıyor. Bir ayda aldığı parayla o arsayı ancak 250 yılda alabiliyor. O da en iyi ihtimalle. Karısı isyan ediyor. “Bırak hesabı, arsayı. Hadi birazcık uyu. Beş gecedir uykusuzsun”. Bekçi kararlı. “Niyet ettim bu arsayı almaya. Pensilvanya’da da olsa almaya. Bu adam kim? Kim? Kim? Kafamda bir ampul çaktı! Arsanın hepsinin almasam da olur. 78 santimetre karelik bir arsa kes şuradan derim. İki ayağımın üzerinde dururum. Oluurrrr !” Rahatlar, sırıtır, sorunu çözmüştür.

Yavuz hırsız ev sahibini bastırır derler ya burada hırsızın (Özgürcan Çevik) özgüveni arsızlık ve yüzsüzlük boyutlarına ulaşır, ilk önce ev sahipleri ile tatlı tatlı dalgasını geçer hatta ev sahiplerinin gözü önünde çaldığı fotoğraf makinesiyle bir öz çekim bile yapar. Sonra açıktan açığa eve yerleşir. Hatta ufak tefek tamiratlar yaparak evin hanımının (Gizem Aldemir) gözüne bile girer. Evi soyulan komşusuna yardım etmek bir yana bunu bir eğlence olarak gören komşu kadın (Nalan Güreş) şen şakrak haliyle insanı sinir ediyor. Modern kent yaşamının meraklı, her şeye burnunu sokan ama “bana dokunmayan bin yıl yaşasın” tadıyla hayata bakan komşularına ve “yeni komşuluk anlayışına” iyi bir örnek oluşturuyor.   

Hırsızların, dolandırıcıların, rüşvetçilerin cirit attığı oyunda yanlış anlaşılmalardan yazarlar da nasibini alıyor. Sol görüşlü oldukları için komünist olduklarından şüphelenilen ve sakıncalı bulunarak uzak bir şehre sürülen iki yazar Mustafa Bilgin ve Ali Seçkiner Alıcı sürgün hayatında yakalarına yapışan genç bir çocuktan kendilerini bir türlü kurtaramazlar. Hevesli örgüt üyesi adayı Özgürcan Çevik, gerçekte olmayan bir örgütün üyesi olabilmek adına yazarları canlarından bezdirir. Üstelik açlık sınırında yaşayan iki yazarın paylaştığı odaya tam da yemek saatlerinde gelip sofradaki her şeyi silip süpürür. Bir kutu baklava ve kızarmış bir tavuk uğruna işler çığırından çıkacak ve olan yine yazarlara olacaktır.  

 Oyunun bir yerinde, boynuna doladığı kırmızı postişi ve çaldığı akordeonu ile dikkat çeken bir kadın, bileğine ip başladığı kör bir adamı arkasından çeke çeke  sahneyi bir baştan bir başa geçer. Oyunun akışı sırasında sanki oyunla hiç alakası yokmuş gibi görünen bu küçük espriler, kahkahalara neden olurken seyirciyi oyundan bilinçli olarak koparıyor. Gerçeklik ve öykü arasında gel gitler yaşayan seyirci yine de oyuna dahil olmaktan kendini alamıyor. Vapur sahnesinde çantasını unutan Mahir İpek’i ısrarla “çantanı unuttun” diye defalarca uyaran neredeyse ardından koşturup çantayı verme noktasına gelmiş kadın seyirciye gülümsemekten kendimizi alamıyoruz.   

Oyunu en az sahnedeki sanatçılar kadar sahiplenen bu kadın izleyici beni hem güldürdü hem de düşündürdü. Tiyatroyu yürekten seven, sahip çıkan izleyicilerle tiyatro gerçek anlamda bir paylaşıma dönüşecektir. Seyircinin ruhu, yüreği ve aklı da sahnede oyuncuya eşlik edecek ve tiyatro sanatı yüceltilirken insani değerler hayatın üzerine daha güçlü biçimde yansıyacak. Zaten daha iyi bir insan olmamızı sağlayamayacaksa, tiyatro ne işe yarar? Ve biz neden elimizden gelenin en  iyisini yapabilmek uğruna kendimizi paralarcasına çabalıyoruz? Selamün Kavlen Karakolu oyunundan çıkarken içimizde umut kelebekleri uçuşuyor. Tiyatro sanatına bir kez daha inanıyoruz. Yaşadığımız gezegende iyi insanların sayısının artmasını ve tiyatronun daha çok insana ulaşarak hak ettiği değeri bulmasını diliyoruz.

Anahtar Kelimeler: Ankara Sanat Tiyatrosu, selamün kavlen karakolu, ast



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir