Tiyatroda 40. yılını dolduran bir "tiyatro delisi": HADİ ÇAMAN...
2002 yılında tiyatroda 40. yılını kutlayan ve 2003 yılının ekim ayında Berlin'de düzenlenen 8. Diyalog Tiyatro Festivali'nde, grubu Yeditepe Oyuncuları ile "Tıpkı Sen - Tıpkı Ben" oyununu sergileyen Hadi Çaman'la yapmış olduğum sohbetime geçmeden önce, Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Oral Çalışlar'ın Hadi Çaman için yazdığı "Tiyatroda 40 yıl" başlıklı yazısından bazı bölümleri sizlere aktarmak istiyorum:
"1968'li yıllarda İstanbul'da tiyatro bir tutkuydu. Ankara Sanat Tiyatrosu'nun İstanbul turneleri kapalı gişe oynardı. Dormenler, Kenterler, Şehir Tiyatroları, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Topluluğu, Muammer Karaca aklıma ilk gelenler. Biz üniversite öğrencileri için o dönemin tiyatroları yaşamımızın önemli bir parçasıydı. Tiyatro oyunları, günlük sohbetlerimizin vazgeçilmez konularındandı. Tiyatro, bu ülkede hep bir sevda olarak yaşadı. Tiyatrocular, bir tutkuyla sarıldıkları bu mesleği, hep aşkla ve özveriyle sürdürdüler. Sevgili arkadaşım Erkan Yücel nedeniyle bu sevdanın ne olduğunu çok iyi bilirim. Onun Anadolu yollarındaki sıkıntılı ve eğlenceli serüveninin yakın tanığıyım. Yaşamını, Anadolu yollarında yitirdiğinde aynı aşkın peşindeydi. Hadi Çaman da işte bu tiyatro delilerinden. Tam 40 yıl olmuş bu çılgınlık serüvenine atılalı. Dile kolay tam 40 yıl. Bu 40 yılın bazı dönemleri var ki, oyunlar kapalı gişe oynardı. İşte o günlerden bugünlere gelenler arasında Hadi Çaman. O, direnenlerden, tiyatroyu yaşatmak için kendini ortaya koyanlardan. Hadi Çaman 20 yıldır da Yeditepe Oyuncuları'nı yaşatmaya çalışıyor. Nişantaşı'nda Teşvikiye Caddesi'nde kurulu bu tiyatro direniyor. Hadi Çaman'ın yaptıkları bana delilik gibi gelir. Son derece sınırlı olanaklarla tiyatronun bitkisel hayata girdiği bir dönemde bir sahneyi ayakta tutmaya çalışmak akıl karı değildir. Koca Haldun Dormen'in dayanamadığı koşullara Hadi yıllardır dayanıyor. Böyle insanlar olmasa zaten sanat olmazdı, yaşamın tadı olmazdı. Tiyatro en çok sıkıntı çeken sanat dallarından. Hadi Çaman gibi birkaç tiyatro tutkunu olmasa özel tiyatro bitecek gibi..."
Halit Akçatepe ile yapmış olduğum söyleşiyi okuduysanız, orada o da aynısını söylüyor Hadi Çaman için: "Hadi Çaman bir tiyatro delisidir!.."
Evet bu değerli tiyatro sanatçımız Hadi Çaman'a yukarıdaki satırları hatırlattığımda, "doğrudur; ben bir tiyatro delisiyim!.." diyerek tiyatro delisi olduğunu kabul etti. Hatta "Ben bir zırdeliyim!.." dedi. Şimdi kendisiyle yaptığım sohbetime geçebilirim:
Kaç yılında ve nerede doğdunuz? Tiyatro sanatıyla ilk tanışmanız, ilk oyununuz?
13 Ocak 1943 Kastamonu doğumluyum. Ben Halit Ustam (Akçatepe) gibi sanatçı bir anne babanın çocuğu değilim. O, bu yönden benden şanslı. Çok okumayı seven anne babanın bir evladı olarak yetiştim. 1923 doğumlu annem ve babam lise mezunuydular. O dönemlerde lise mezunu olmak bugün beş üniversite bitirmek gibi bir şeydi. Medeni ve kültürlü bir ailenin içinde çok farklı yetiştirildim. Kastamonu kendine öz bir dili ve yaşam biçimi olan bir yöredir. Orta ve lisede okurken, o zamanki öğretmenlerim benim oralı olduğuma inanmazlardı. Edebiyata ve Türkçeye çok düşkündüm. Ortaokul öğretmenimiz Orhan Ünüvar tiyatroyu çok severdi. 8-10 gençten oluşan bir tiyatro ekibi oluşturdu. Ankara Radyosu'nda oynanmış bütün oyunları getirir bizlere oynatırdı. Benim başlangıç noktam bu oldu. Lise çağında da sahne olanaklarından yararlanmaya başladık. İlk oyunumu lise ikinci sınıfta 16 yaşında iken oynadım. Ahmet Kutsi Tecer'in Köşebaşı adlı oyunu idi. Yönetmeni, dekorcusu ve oyuncusu bendim. Annemin eşyalarını dekor olarak okula götürürdüm. Okulun Tiyatro Kolu Başkanıydım.
Tiyatro eğitiminiz, hocalarınız kimlerdi?
Sanat Tarihi öğretmenim Turgut Hoca, Haldun Taner'in Edebiyat Fakültesi'nden öğrencisiydi. Onun vasıtasıyla 17 yaşında iken Haldun Taner'le tanıştım. 1960 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne başladım fakat bıraktım. O sene her hafta en az iki üç oyun seyrederdim. 1962 yılında Dormen ve Kent Oyuncuları'nın açtığı sınavı kazandım. İlk başvuran da bendim. Bir sene Yıldız Kenter, Müşfik Kenter, Haldun Dormen, Erol Keskin, Altan Erbulak ve Nisa Serezli gibi değerli sanatçıların öğrencisi oldum. 1962-63 tiyatro sezonunda Haldun Dormen sınıfta "Çocuklar, yeni bir oyun sahneye koyuyorum. Kadromuz yetmediği için Kenterler'den de takviye alıyorum. Müşfik Kenter, Tuncel Kurtiz, Erol Günaydın ve Kamuran Yüce de aramızda olacak. İki de genç oyuncuya ihtiyacımız var. Hadi, seni yarın provaya bekliyorum." dedi. Böylece "Altın Yumruk" oyunuyla Dormen Tiyatrosu'nda profesyonel tiyatro hayatım başlamış oldu. 1963 yılında da İstanbul Belediyesi Konservatuarı'nı kazandım. Orada da Yıldız Kenter'in öğrencisi oldum. Dormen Tiyatrosu'nda 10 yıl kaldım. Devamlı turneler yüzünden konsevatuar eğitimimi ancak iki yıl sürdürebildim. Yani yarı alaylı yarı eğitimliyim.
Hangi grup ve sanatçılarla sahneyi paylaştınız? Oynadığınız oyunlardan örnekler?
"Dormen Ekolü" gibi bir ekolden yola çıkmış olmam bana her zaman gurur vermiştir. Bugün Dormen Tiyatrosu'nun kapanmış olması beni en çok yaralayan olaydır. Bir ailenin çöküşü gibidir benim için. Ben hala rüyalarımda yanımda Erol Günaydın, Altan Erbulak, Nisa Serezli ve Erol Keskin'le beraberim; onlardan kopamadım. Bu sürede unutamadığım oyunlardan bazıları: Yer Demir Gök Bakır, Oliver, Turp Suyu, Şahane Dul, Şerefiye, Aşk Gibi, Baba Evinde Hayat ve İki Yanık Bir Balık... gibi. 1972'de Dormen kapanınca, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu'na girdim. Burada da Ağustos Böceği, Keşanlı Ali Destanı, Nikah Kağıdı gibi oyunlarda oynadım. Ardından Nisa Serezli-Tolga Aşkıner Tiyatrosu'na katıldım ve Paşaların Paşası, Hayat Boştur oyunlarında roller aldım. Miyatro'da Müjdat Gezen'le de bir sezon sahneyi paylaştım. Şan Tiyatrosu'nda Muzikal Kahkaha gibi muzikallerde ve aynı yıl kendi yazdığım ve yönettiğim Rüyaların En Güzeli adlı çocuk müzikalini sergiledim. Derken araya iki yıl süren bir Yeşilçam olayı girdi. Fazla keyif alamadım ve terkettim.
Yeşilçam yıllarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
O dönemde öyle bir olaya ihtiyaç vardı diye düşünüyorum. Bayağı yürekli ve cüretli insanlarmışız. Ama ne yazık ki, biz, suratlarımızı da kutulara soktuğumuz için, ortadayız!.. Ancak, orada sadece ismi yazan, kendini dünyanın en büyük yönetmeni zanneden hocalarımızın sadece adları var; suratları yok!.. Onun için zaman zaman bizleri hırpaladılar, suçladılar; adımız "seks yıldızı"na çıktı. Daha sonra sevgili büyük ustalar, yönetmenler, sonradan star olan genç arkadaşlarımızı arkalarına takıp, bayağı seks dolu filmler yaptılar. İki pırlanta kadın oyuncuyu aynı yatağa soktular. Onların adı "sanat" oldu; bizim yaptıklarımız "seks" oldu!.. Ben kendimi sinemacı olarak görmüyorum. Onlardan sonra birçok filmlerde oynadım. Adile Naşit'le Kartal Tibet'in yönettiği filmlerde oynadım. Ancak ilk dönemimdeki o yaralanmadan sonra sinemadan istediğim tadı alamadım.
Ve 1982'de Yeditepe Oyuncuları'nı kurdunuz...
1982 yılında Nişantaşı Teşvikiye Caddesi'nde kurduğum Yeditepe Oyuncuları'nı 21 yıldır yaşatmaya çalışıyorum. İlk oyunumuz Kelebekler Özgürdür'le Avni Dilligil En İyi Oyun Ödülü'nü aldık. Yaklaşık her yıl çeşitli dallarda ödüller aldık. Oynadığımız oyun ve aldığımız ödüllerden bazıları: Aşk Dediğin Nedir Ki?, Durdurun Dünyayı İnecek Var(En İyi Kareografi), Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü(A. Dilligil), Matruşka(Hadi Çaman, En İyi Erkek Oyuncu), Küheylan(A. Dilligil, En İyi Oyun Ödülü), Tıpkı Sen-Tıpkı Ben(Suna Keskin, A. Dilligil-En İyi Kadın Oyuncu), Deniz Feneri ve Hisse-i Şaiya... Ayrıca Türkiye'de bir ilke imza atıp, Milli Eğitim'e ait bir müsamere salonunu bir Kültür Merkezi'ne dönüştürdük.
Özel Tiyatrocular Derneği Başkanı olarak, özel tiyatroların sorunları üzerine neler söylersiniz?
Özel de olsan tüzel de olsan, dünyanın her tarafında -Fransa'da, İngiltere'de- olayın bir pramiti var. Devletin çok fazla karışmadığı, sanatçılardan oluşan bir üst kurul var. Onlar karar veriyorlar. Bizde göbekten devlete bağlı olduğumuz için ve bir sisteme oturtulamadığı için her yeni gelen hükümetle, her yeni gelen idarecilerle yeni arayışlar içine girmek zorunda kalıyoruz. Geçenlerde Başbakanımız Tayyip Erdoğan Bey'i ziyaret ettik. Beraberimde Gazanfer Özcan, Nejat Uygur ve Tevfik Gelenbe vardı. Bizi dinledi ve Erkan Mumcu'ya "Hadi Bey'in dediklerini duydunuz; lütfen ilişkinizi koparmayın. Bir sistem bulun" dedi. Bekliyoruz. Arkamızdan gelen gençlere belli bir yol açmak zorundayız ki, onlar bizim çektiklerimizi çekmesinler. 70 küsur yaşındaki Yıldız Kenter, hala öğrencisi Hadi Çaman'ın çektiği sıkıntının aynısını çekiyor!.. Bu çok üzücü. Devletin bir yol gösterici olarak, işadamlarına ve kuruluşlara yol açması gerekli. Onlara kolaylıklar sağlasın ki, onlar da kültüre yatırım yapsınlar, sponsor olsunlar. Devletin bütçesinde hala kültüre ayırdığı oran binde 2,5 ise, sıkıntı çekmemiz gayet normal!..
Oral Çalışlar, yazdığı bir yazısında, sizin tiyatronun yaşaması için yaptıklarınıza "delilik" diyor...
Haklı; az bile yazmış. Ancak ben "deli" değil, "zırdeliyim!". Bu bir yapı meselesi. Benim tiyatro yüzünden özel hayatım bile olmadı. Ben sadece mesleğimle birlikte oldum; mesleğimle evlendim. 24 saatin her dakikasını tiyatro için kullanan bir insanım ben. Bununla da onur duyuyorum!.. Birçok sevgili tiyatrocu dostumun yazlıkları, kışlıkları, arabaları, yatları var. Helal olsun. Şu geçtiğimiz yıllara kadar evine minibüsle gidip gelen tek tiyatro sahibiydim. 13 yıl önce Milli Eğitim'e ait bir okulun müsamere salonuna girmiştim. Yaklaşık 1,5 trilyon harcayarak orayı bir kültür merkezine dönüştürdüm. Teşvikiye'nin göbeğinde Teşvikiye Camii kadar kutsal bir mekan yarattım. Burada bir kiracıyım ben. Oral'ın dediği gibi bu bir delilik. Ben deli olmaktan gurur duyuyorum. Halit Akçatepe Usta'mın dediği gibi; bu ülkede oyuncu olmak delilik, tiyatro sahibi olmak ise zırdelilik!!!
Tiyatroda 40. yılınızı kutladınız. Geriye baktığınızda en çok hangi kareleri hatırlıyorsunuz?
Ben çok şanslı bir gençtim. Dormen Tiyatrosu'nun o yıllardaki kadrosu milli takımdı. Haldun Dormen'in başkanlığında Ayfer Feray, Nisa Serezli, Altan Erbulak, Erol Keskin, Erol Günaydın, Metin Serezli, İzzat Günay, Turgut Boralı, Cahit Irgat, Muazzez Kurtoğlu, Kamuran Usluer, Güzin Özipek ve Tolga Aşkıner ... bu güzel insanlarla bir arada olmak, bir aile gibi olmak; inanılmaz bir ekiple çalıştım. Biz kıskanılan bir aileydik. Dormen'e girebilmek bir mücize sayılıyordu. Dormen Tiyatrosu çatısı altında olabilmek bambaşka bir ayrıcalıktı. Ben çok şanslıydım. Kenterler'in salonu olmadığında 7 yıl Haldun Dormen, Kenterler'e salonunu açmıştı. O zamanlar tiyatroların önünde kuyruklar oluşurdu; bilet bulunmazdı. Yıldız Kenter bir oyunu 300 kez oynadığında ben 280 kez oyunu seyretme hakkına sahiptim. Bundan güzel ders olur mu? Bazı şeylerin okulu yoktur. Arkama dönüp baktığımda çizgimde çok büyük aksaklıklar görmüyorum. Bizim olanaklarımızla 22 senedir Devlet ve Şehir Tiyatroları'yla yarışarak "En İyi Oyun Ödülü"nü alabilmek, "En İyi Prodüksiyon Ödülü"nü alabilmiş olmak korkunç bir şeydir. 20 senelik zaman içinde 30 ödül almak güzel ve keyifli. 150 prodüksiyonla yarışıyorsun ve "En İyi Prodüksiyon" seçiliyorsun. Bu çok onur vericidir bir özel tiyatro için...
Bir söyleşide "sahnede ölünmez yaşanır!.." diyorsunuz...
Önemli olan ölmeden evvel ölmeyeceksin!.. Kalıcı şeyler yapacaksın ki, hep yaşayasın. Bugün bir Nisa Serezli, Altan Erbulak, Ulvi Uraz, Muammer Karaca sizce öldüler mi? Hayır!.. Onların yerlerini doldurmak imkansız. Ancak onları anımsatacak insanlar bile çok az üretilebiliyor. En acısı da bu. Geçenlerde koskoca bir Kerim Afşar'ı yitirdik. Haydi Devlet Tiyatrosu bir Kerim Afşar daha çıkarsın da görelim!.. Bir Yıldırım Önal yaratmak kolay mı?..
ADEM DURSUN
Eylül 2008
[email protected]
Anahtar Kelimeler: hadi çaman
0 Yorum