MAKALELER

'Marat' mıyız 'Sade' mı?

2018.03.17 00:00
| | |
5773

Alman yazar Peter Weiss’ın 1963 yılında kaleme aldığı Marat/Sade, Fransız ihtilâlinden sonra ihtilâle öncülük eden isimlerden biri...

Peter Weiss’ın ünlü oyunu Marat/Sade, uzun adıyla "Jean-Paul Marat'nın Takip Edilip Öldürülmesinin, Charenton Akıl Hastanesi'nde Marquis De Sade Yönetiminde Hastalar Tarafından Canlandırılması", İzmir menşeili ekip Praxis Perform tarafından yeni bir uyarlamayla sahnelerde. Başarılı tiyatrocu ve akademisyen Ant Aksan’ın uyarlayıp yönettiği Jean Paul Marat adlı oyun, Ayşegül Sünetçioğlu’nun tek kişilik muhteşem performansıyla izleyiciyle buluşuyor. Daha baştan muhteşem diye niteledim ki sonuna dek hak ediyor ancak oyuna dair daha detaylı görüşlerimi belirtmeden önce kısaca Weiss’ın oyununu hatırlamakta fayda var.


Alman yazar Peter Weiss’ın 1963 yılında kaleme aldığı Marat/Sade, Fransız ihtilâlinden sonra ihtilâle öncülük eden isimlerden biri olan Jean Paul Marat’nın nasıl öldürüldüğünü anlatır. Ömrünün son zamanlarını yakalandığı bir deri hastalığı yüzünden küvette geçirmek zorunda kalan Marat, gizli bir devrim karşıtı olan Charlotte Corday tarafından hançerlenerek öldürülür.

Weiss, bu tarihi olayı oyunlaştırırken karakterlerini akıl hastalarına oynatarak bu kişilerin delilikle (!) kıyaslayabileceğimiz yaşantılarına dair incelikli bir perspektif oluşturuyor. Oyunun yönetmenlik koltuğuna da Sadizmin babası olarak kabul edilen yazar Marquiz de Sade’ı koyar. Sade’ın kökten bireyci tutumuyla Marat’yı sorgular. Çünkü bir devrim olmasına rağmen halk perişan vaziyettedir. Marat’da kökten devrimci yönüyle Sade’ın tutumunu sorgular ve suçu düşünce sisteminde değil de yöneticilerde yani sistemin uygulayıcısı olan bireylerde arar. Bir tartışma söz konusu değildir oyunda. Amaç, devrim günlerinde yaşananlara, olana ve olması gerekene bir pencere açmak ve izleyiciye bugünü sorgulatmaktır.


Oyun, Marat’nın ölümü ve deliler (halk-devrim yanlıları) tarafından Napolyon’un yüceltilmesiyle son bulur. Temsilin bitimiyle tüm deliler olağan kişiliklerine dönüp çığırlarından çıkarlar. Hemşireler, oyun boyunca olduğu gibi delileri orantısız bir güçle bastırarak yerlerine oturtur. Bu sırada Sade, sadistçe kahkahalarla gülmekte ve perdenin kapatılmasını işaret etmektedir. İki sahne ve otuz üç epizottan oluşan oyun, yazıldığı dönem itibariyle hem konusu hem de tekniği bakımından oldukça sıra dışıdır.

Topluca mı Tek mi? 

Ant Aksan’ın toplu hareketi ve devrimi yücelten Marat ve bireyci bakış açısını yücelten Sade’ın karşıtlığını tek bir bünyede toplamasının işlevsel yönü, günümüzde hâlâ sorgulama yetisini kaybetmemiş olanlarımıza, bu oyunun içinde barındırdığı karşıtlığın çatışmasını yaşatıyor olmasıdır. Bireysel refah mı, yoksa toplumun refahı mı daha önemli sorusunu beynimize çakıyor sanki. Toplumsal hareketlerin her zamankinden daha ustaca bastırıldığı bir dönemde birey, kendi yaşam ve özgürlük alanını korumaya itiliyor erk tarafından. Hem de bir başkasını düşünmeden… Çünkü kendi yarattığımız sisteme karşı girişeceğimiz topluca bir hareketle bireysel hak alan ve konforumuzu kaybetme korkusu yaşıyor yada yaşatılıyoruz. Bireyin giderek yalnızlaştı(rıldı)ğı bir düzende kimse sisteme karşı örgütlenecek, kişisel konforundan vazgeçecek gücü bulamıyor kendinde. Oysa bizi bunu yapmaya iten nedenler artarken... Dolayısıyla gün geçtikte toplum adına pasifleşiyor ve yalnızca bireysel alanımızı genişletmeye çalışıyoruz. Bu, bireysel bir cennet arayışı ne yazık ki! Kuşkusuz, orijinal metinde Weiss’ın bu konu için geliştirdiği bir çözüm yok. Yalnızca bizi hayatta tutan, belki de toplumları daha iyiye götüren şeyin bu çatışma olduğunu söylemek istiyor olmalı ki “Önemli olan, insanın kendi kendini saçlarından kavrayıp ayağa kaldırması, kendini bir eldiven gibi ters yüz edip, evrene yepyeni gözlerle bakmasıdır.“ diyor.

Jean Paul Marat’yı izleyince bu açıdan bir kere daha kıvılcımlanıyor zihnimiz. Toplumsal değişime, sisteme, geleneğe ve yeniye karşı olan duruşumuz konusunda bir kez daha sorguluyoruz kendimizi.


Ant Aksan, Weiss’ın oyununu uyarlarken karakterleri harmanlayarak tek bir bünyede toplamış. Bu dramaturgi açısından oldukça parlak bir fikir. Sade, Marat ve Charlotte Corday karakterlerini Ayşegül Sünetçioğlu canlandırıyor. Devrim ve devrim sonrasında cevap arayan soruları tek bir ağızdan bir kez daha soruyor karakterler. “Marat ne oldu devrime, Marat yoksuluz biz hâlâ?” 

Kökten devrimci Marat’la kökten bireyci Sade’ın aynı çerçevede, tek bir bünyede toplanması yukarıdaki paragrafta ifade ettiğim gibi harika bir fikir. Ayrıca, iki sert erkek şahsiyetle bütünleşik tasarladığı karakteri, bir kadın oyuncunun canlandırıyor olması da üzerinde durulması gereken ayrı bir konu. 

Aksan, orijinal metnin yapısına sadık kalarak açık biçim bir oyun tasarladığı gibi rejiyi de kendisi yapmış. Sahnede yoğun ve devingen bir performans izliyoruz. Sünetçioğlunun oyunculuğuna diyecek yok. Oyunu izlediğim Kadıköy Küçük Salon’un alabildiği kısıtlı izleyici kitlesi karşısında var gücüyle oynuyor. Oyunun tansiyonu öylesine yüksek ki izlerken nefes alacak vakit bulamıyoruz. Ayşegül Sünetçioğlu, uç kutuplardaki Marat ve Sade’ı başarılı biçimde yorumluyor. Sadece güçlü ve belirgin karakterler olan Marat ile Sade’ı da değil, oyunla ilintili olan diğer tipleri de canlandırıyor. Aynı anda birden çok rolün altından muazzam biçimde kalkıyor. Karakterden karaktere geçiş yaparken de aynı karakterin duyguları arasında geçişlerde de çok iyi. Vücudu, mimikleri ve sesi o kadar esnek ki kalıptan kalıba hiç zorlanmadan girebiliyor. Güçlü sesiyle okuduğu şarkılar da bir başka takdir nedeni. 

Sünetçioğlu, küçük detaylarla ve hafif renklendirmeler ve gölgelerle onlarca anlam yerleştirilmiş olan sahnedeki küvetle adeta karşısında koca bir oyuncu kadrosu varmış gibi oynuyor. Müzikler de oyunun bu yüksek ritmini iyice arttırarak bizi Weiss’ın Mara/Sade’da oluşturduğu atmosfere biraz daha yaklaştırıyor. 

Her ne kadar sahnede yalnızca Sünetçioğlu’nu görsek de bu oluşumun arkasında koca bir ekip var. Orijinal müziklerin besteleri, Babaros Göksan, Gökay Koçanoğlu, Ozan Gökmen ve Sinan Göksan’a, müzik kayıtları Utku Güçoğlu ile Gökay Kaçanoğlu’na, dekor-kostüm ise Ali Altunsoy’a ait.

Altunsoy, sahne tasarımında övgüye değer bir iş çıkartmış. Yarı küvet, yarı koltuk, tek parça aksesuardan oluşan, minimal olduğu kadar işlevli ve iyi bir dekor tasarımı görüyoruz sahnede. Jacques Louis David’in ünlü eseri “Marat’nın Ölümü’nden” yola çıkan tasarımcı, eserdeki sadeliği sahne üzerine hakkıyla taşımayı başarmış. Dolayısıyla metin ve plastik arasında estetik bir bağ kurulmuş. Bu bakımdan oyun boyunca adeta ‘Marat’nın Ölümü’ adlı eserin canlanmış bir tasvirini izleyeceksiniz.

Kaçırmayın!

Anahtar Kelimeler: jean paul marat, kadıköy emek sahnesi



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





TİYATRONLİNE

E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir