BENİM GÜZEL YATAĞIM: KAYBIN, HAFIZANIN VE BAĞLANMANIN EVRENİ

YOLO Production bünyesinde tiyatroseverlerle buluşan “Benim Güzel Yatağım”, Hazal Şahin’in yazdığı, Bâlâ Atabek’in yönettiği ve Melis İşiten’in oynadığı içsel bir yolculuk hikâyesi... Kurtuluş’un yokuşlu sokaklarında bir apartman dairesine sıkışmış bir yaşamın içinden, kaybın, yokluğun, ertelenmiş hesaplaşmaların ve hiç gelmeyecek olanın izleri seyirciye doğru akıyor. Tek mekânın sınırlarında gelişen tek kişilik bu anlatı, modern insanın bağlanma örüntülerini, aile içi iletişimin sonuçlarını, çocukluk algısını ve ilişki yaralarını, sade ama derin bir dramaturjiyle sahneye taşıyor. Yapım, küçük bir yaşam ünitesinin mikro kozmosu olarak toplumsal, ruhsal ve teatral katmanlar açıyor.
Metin: İlişkilerin Psikodinamiği ve Belleğin Kırılganlığı
Hazal Şahin’in metni, bireyin iç çatışmalarını geniş bir sosyo-psikolojik bağlama yerleştiriyor ve ilişkiler ağının nesnelleşmiş izdüşümlerini özlü bir dille veriyor. Toprak’ın hikâyesi, yalnızca kişisel bir çöküşün ve çırpınmanın ya da depresif bir dönemin tasviri değil; aynı zamanda ebeveyn-çocuk ilişkisinin bireyde bıraktığı izlerin ve anne babanın kendi aralarındaki iletişimin kişinin ilerleyen yaşlarda kuracağı duygusal ilişkilere tesirinin ve aile ortamının yetişkinlikte yeniden yüzeye çıkan kırıklarının şano üzerindeki karşılığı oluyor.

Yazar, geçmiş ile şimdi arasında gidip gelen bir anlatı kurarken ve iç zaman ile dış zaman arasında sık sık geçiş yaparken geriye dönüş ve tekrar tekniklerini ritmik bir akışla kullanıyor. Bu geri dönüşler, karakterin bilinç akışına gömülüyor ve izleyici, Toprak’ın zihinsel haritasını içerden okumaya başlıyor. Şahin bu stratejiyle, hafıza epistemolojisini ve travmatik anıların episodik doğasını vurguluyor ve anlatısal ekonomiyi koruyarak duygusal yoğunluğu dağıtmadan sunuyor. Dolayısıyla oyun, minimalist yapı içinde maksimum psişik derinlik üretiyor. Çocukluğa dönüş, ergenlik hezeyanları, arkadaşlık kavramının izdüşümleri ve zorunlu yalnızlık ile tercih edilmiş yalnızlık arasındaki ayrım da çok fazla altı çizilmeden, gösterişten uzak bir anlatımla işleniyor.
Reji: Sadelik Üzerine Kurulu Bir Sahneleme Dili
Bâlâ Atabek’in rejisi, metnin esas meselesini koruyarak fazlalıklardan arındırılmış bir sahneleme dili kullanıyor. Yönetmen, anlatının psikolojik ağırlığını bozmadan, karakteri dramatik sürecin merkezinde tutuyor. Reji, minimal hareket ve kontrollü bir ritim tercih ediyor; böylece oyuncunun içsel eylemlerinin görünürlüğü artıyor.
Flashback geçişleri rejisel açıdan temiz ve organik kurgulanıyor lâkin oyuncunun bazı sahnelerde fazla es vermesi, ritmin yer yer düşmesine neden oluyor; bu durum, oyunun dramatik ivmesini geçici olarak zayıflatıyor. Bunun dışında yönetmen, metnin duygusal ve düşünsel omurgasını bozmadan sahne üzerinde akıcı bir atmosfer kuruyor. Oyunun aksiyona yaslanmayan yapısı düşünüldüğünde, bu sade reji tercihi yerindelik ve tutarlılık arz ediyor.

Oyunuluk: Melis İşiten’in Odaklı ve Çok Katmanlı Performansı
Melis İşiten, oyunun duygusal ve psikolojik yükünü başarıyla taşıyor. Depresyonun hem majör hem manik uçlarını içeren dağınık ruh hâllerini, dengeli bir ivmeyle birbirine bağlıyor. Sahne boyunca odaktan hiç kopmuyor; özellikle saçını örme sahnesinde ulaştığı oyunculuk yoğunluğu, performansın en güçlü anlarından biri hâline geliyor.
İşiten’in jest ve mimik kontrolü, flashback anlarında daha da öne çıkıyor. Geçmiş ve şimdi arasında gidip gelen duygu kırılmalarını incelikli bir beden diliyle oluşturuyor. Ses tonunun netliği, Türkçe kullanımının temizliği ve cümlelerinin berrak akışı, karakterin duygu sıkışması içinde bile izleyicinin metnin dışına düşmesine engel oluyor.
Tek eleştirel not, zaman zaman gereğinden uzun verilen duraksamaların tempoyu düşürmesi fakat bu küçük dengesizlik dışında oyunculuk, bütünlüğü ve sahne hakimiyetiyle övgüyü hak eden bir çizgide ilerliyor.
Tasarımlar: Sembolizmin Temiz ve İsabetli Kullanımı
Cansu Dönmez’in dekor tasarımı, oyunun derdini anlatmak için gereken tüm gösterge alanlarını doğru dozda kullanıyor. Sahnenin ortasında dağınık ama tamamen beyaz bir yatak yer alıyor. Çarşafın, yorganın, yastığın ve yatak gövdesinin beyaz seçilmesi, karakterin iç dünyasındaki saflığın, özündeki temizliğin sembolik karşılığına dönüşüyor. Aynı zamanda bu beyazlık, dikkati oyuncuya sabitliyor (tasarım başka bir renge kaysaydı dramatik odak zayıflıyor olabilirdi).
Sahne kenarına bırakılmış küflenmiş pasta, konuşulmamış onca şeyin küçük ama etkili bir metaforu olarak oyunun semiyotik evrenine yerleşiyor. Nesnenin çürümesi, bir bakıma ilişkilerin ve zamanın sessiz çürümelerine karşılık geliyor.
Utku Kara’nın ışık tasarımı, hafif aralıklı güneşliklerden süzülen loş bir gerçeklik hissi yaratıyor. Işık geçişleri, flashbacklerin duygusal tonunu destekliyor. Gölge ve parlaklık ilişkisi, karakterin zihinsel dalgalanmalarına eşlik ediyor.

Sonuç: İç Dünyanın Yatağına Kurulan Sahne
Benim Güzel Yatağım, yalın bir mekânda geçen ama duygusal olarak çok katmanlı bir deneyim sunuyor. Bağlanma kuramından aile içi ilişkilerin sarsıcı tesirlerine, kayıptan yalnızlık kavramına kadar geniş bir psikolojik atlas açıyor ancak bunu hiçbir kavramı didaktikleştirmeden incelikle yapıyor.
Metnin kurduğu düzenli dramatik yapı, yönetmenin sade ve bir o kadar da isabetli reji anlayışı, tasarımların imgesel gücü ve Melis İşiten’in sahneye hâkim olan yüksek yoğunluklu performansı birleşince, ortaya hem düşünsel hem duygusal olarak çarpıcı bir oyun çıkıyor.
Hasılı; iç dünya penceresinden bakıp psikolojik gerçekçiliği estetik bir üslûpla buluşturan yapımları takip eden herkes için Benim Güzel Yatağım kaçırılmaması gereken bir çalışma…
Anahtar Kelimeler: benim güzel yatağım, yolo prodüksion
0 Yorum