MAKALELER

FORA - İstanbul Tiyatro Festivali

2025.11.19 00:00
| | |
2377

Paylaş:
29.İstanbul Tiyatro Festivali, tiyatronun nabzını tutan bir arena olarak kapılarını araladı ve bu sezonun dikkat çeken yerli yapımlarından biri olan Fora, ParibuArt sahnesinde perdelerini açarak

FORA (2025): “Aile Masasının Altındaki Fırtına”

29.İstanbul Tiyatro Festivali, tiyatronun nabzını tutan bir arena olarak kapılarını araladı ve bu sezonun dikkat çeken yerli yapımlarından biri olan Fora, ParibuArt sahnesinde perdelerini açarak izleyiciyi hemen yakaladı. Hikmet Hükümenoğlu’nun kaleminden çıkan bu ilk tiyatro denemesi, Mert Öner’in ustalıkla şekillendirdiği rejisiyle, aile dinamiklerinin ince bir iplikle örülmüş halini masaya yatırıyor. Tek bir mekânda, tek bir akşam yemeğinde geçen oyun, sıradan bir restoranın masasını bir savaş alanına dönüştürerek, seyircinin kendi aile albümünden sahneler çıkarmasını sağlıyor. Festivalin kalabalık programında Fora, hem gülümseten hem de iç burkan bir ayna tutuyor önümüze; çünkü hepimiz o masanın bir ucunda oturmuşuzdur bir zamanlar.

Oyunun kalbi, bir İtalyan restoranında atan bir aile yemeğinde atıyor. Kontrolcü bir anne, suskun bir baba, hayata tutunmaya çalışan bir oğul ve onun yanına ilişen, ama bir türlü tam oturtulamayan bir sevgili… Bu dörtlüye, yılların birikmiş kırgınlıklarıyla dönen kayıp bir kız kardeş eklenince, makarna tabağının altında kaynayan lavlar patlamaya başlıyor. Hükümenoğlu, romanlarından alışık olduğumuz o keskin gözlemi tiyatroya uyarlarken, diyalogları bir satranç hamlesi gibi yerleştiriyor: Her cümle, bir sonraki gerilimi tetikliyor, ama aynı zamanda beklenmedik bir mizahla hafifliyor. Kuşak çatışması, bireysel kimlik arayışı ve aile içi iletişimdeki o derin uçurumlar, oyunun omurgasını oluşturuyor. Yazar, “fora” kavramını –yani dışarı atılma, dışlanma hissi– sadece fiziksel bir mekândan değil, duygusal bir boşluktan türeterek, seyirciyi kendi “dışarıda kalmış” anılarına sürüklüyor. Mizah burada bir kalkan; kahkahalarla güldüğümüz sahneler, aslında gözyaşına bu kadar yakın ki, alkışlar arasında bir sessizlik çöküyor salona.

Mert Öner’in rejisi, oyunun bu daracık çerçevesini bir avantaja dönüştürüyor. Hikâye anlatıcılığına yaslanan yaklaşımıyla, sahne-seyirci mesafesini adeta yok ediyor; restoran masası, izleyicilerin burnunun dibinde kuruluyor ve biz de o yemeğe davetli gibi hissediyoruz kendimizi. Öner, tempoyu ustalıkla yönetiyor: Yavaşça kaynayan gerilim, ani patlamalarla kesiliyor ve her çözülme, yeni bir düğümle yerini alıyor. Bu rejide, tiyatro sadece izlenmekle kalmıyor, yaşanılıyor – sanki biz de o sandalyelerden birine sıkışmışız, bir kadeh şarap elimizde, ama yutkunamıyoruz. Sahne tasarımı minimalist ama etkili: Karanlık bir köşe restoran, loş ışıklar altında parlayan bir masa örtüsü ve etrafındaki boş koltuklar, ailenin içindeki boşlukları simgeliyor. Işık ve ses tasarımı da Öner’in elinde birer karakter gibi işliyor; bir makarna çatalının tıkırtısı bile, sessiz bir fırtınayı müjdeliyor. Teknik unsurlar abartısız, ama tam da bu sadelik, oyunun duygusal katmanlarını ön plana çıkarıyor.

Oyuncular ise Foranın en parlak yıldızları; her biri, Hükümenoğlu’nun yarattığı karakterleri ete kemiğe büründürerek, seyirciyi büyüleyen bir uyum yakalıyor. Şenay Gürler’in Emel’i, kontrolcü annenin o keskin dilini ve altında yatan kırılganlığı öyle bir dengeyle taşıyor ki, her repliğinde hem nefret ettiriyor hem acındırıyor. Şerif Erol’un Cevdet’i ise suskunluğun gücünü somutlaştırıyor; kelimesiz anlarında bile, gözleriyle bir roman anlatıyor, yılların birikmiş pişmanlığını omuzlarında taşıyor. Kubilay Aka’nın Cem’i, gençliğin o çaresiz enerjisini yansıtıyor – hayata tutunma çabası, sahnede bir yumruk gibi iniyor izleyiciye. Aslı İnandık’ın Banu’u, dışlanmışlığın inceliğini öyle doğal bir zarafetle oynuyor ki, onun sahnedeki her bakışında kendi yalnızlığımızı görüyoruz. Şükran Ovalı’nın Cemre’si ise oyunun dönüm noktası; yılların özlemiyle dönen kız kardeş, masaya oturduğunda gerilimi zirveye taşıyor, ama aynı zamanda bir umut kıvılcımı yakıyor. Eray Karadeniz’in yan rollerdeki dokunuşları da unutulmaz; hepsi bir arada, bir aile portresi çiziyorlar ki, sahneden indiklerinde bile o masadan kalkamıyorsunuz.

Fora, festivalin ruhuna cuk oturan bir yapım: Yerli ama evrensel, komik ama düşündürücü, hafif ama derin. Hükümenoğlu’nun tiyatroya ilk adımı, vaat dolu bir başlangıç; mizahı acıyla harmanlama becerisi, onu gelecek sezonların vazgeçilmez yazarlarından biri yapacak gibi duruyor. Öner’in rejisi ise, tiyatronun en güzel yanı olan “yakınlığı” hatırlatıyor bize – salonu terk ederken, yanımızdaki yabancının gözlerinde kendi ailemizi arıyoruz. Eksik yok mu? Belki bazı diyaloglar, o yoğun tempoda biraz daha nefes alacak alanlara ihtiyaç duyabilirdi, ama bu, oyunun genel akışını bozmuyor. Sonuçta Fora, bir aile yemeğinden öte, hepimizin masasında eksik kalan bir sohbeti tamamlıyor. Festival izleyicisine, hatta ötesine, şiddetle tavsiye ederim: Gitmekle kalmayın, o masaya oturun ve kendi “fora”nızı sorgulayın. Alkışlar, uzun süre diner mi bilmem, ama oyunun yankısı kulaklarımızda kalacak.

[email protected]

Anahtar Kelimeler: FORA, İstanbul Tiyatro Festivali, 29. istanbul tiyatro festivali, Fora Tiyatro, Mert Öner, Aslı İnandık, Eray Karadeniz, Kubilay Aka, Hikmet Hükümenoğlu, Şenay Gürler, Şerif Erol, Şükran Ovalı



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir