MAKALELER

Geç Kalanlar - Sanat Organizasyon 39

2025.11.23 00:00
| | |
1365

Paylaş:
Sanat Organizasyon 39’un titiz prodüksiyonu ve Nihat Alpteki’nin olgun, derin rejisiyle yeniden hayat bulan eser, 2025 İstanbul sezonunun en çok konuşulan...

GEÇ KALANLAR (2025): “Zamanın Acımasız Aynasında Bir Yüzleşme”

Pervin Ünalp’ın kaleme aldığı Geç Kalanlar, sahnede yalnızca bir oyun değil, adeta bir vicdan muhasebesidir. Sanat Organizasyon 39’un titiz prodüksiyonu ve Nihat Alpteki’nin olgun, derin rejisiyle yeniden hayat bulan eser, 2025 İstanbul sezonunun en çok konuşulan, en çok hissettiren işi olmayı fazlasıyla hak ediyor.

Oyun, sıradan bir akşamüstü başlar – ya da öyle sanırsınız. Orta yaşını geçmiş bir adam, karısı tarafından terk edilmiş, bomboş bir evde tek başına oturmaktadır. Buzdolabı boş, hayatın tüm sesi kısılmış gibidir. Kapıdan içeriye bir kadın girer. Gelen, adamın hiç beklemediği, hiç tanımadığı bir kadındır. Bu gizemli misafir, “Yanlış adres” der ve bir anda kendini evin içinde bulur. İlk başta nezaket gereği başlayan sohbet, kısa sürede derinleşir; kadın, sanki adamın bütün geçmişini biliyormuş gibi konuşur. Söylediği her cümle, adamın içinde yıllardır bastırdığı pişmanlıklarını tek tek ortaya dökecektir.

Tam her şey bir itiraf gecesine dönüşürken kapı bir kez daha açılır. Bu kez gelen, adamı terk eden karısıdır. Eve dönmek için bir bahanesi vardır ama gerçekte, bir türlü koparamadığı bağın son kırıntılarını toplamak istemektedir. Ardından, hiç beklenmedik bir anda kızın annesi sahnede belirir. Dört kişi, aynı gece, aynı salonda, yıllardır söylenmemiş sözleri, yapılmamış hesaplaşmaları, ertelenmiş sevgileri bir anda masaya yatırır. İlk başta gergin bir nezaket, sonra sert bir kavga, ardından kahkahalarla karışık gözyaşları… Geç Kalanlar, bir gecede bir ömrü sıkıştırıyor. Evlilikteki aşınmayı, aldatılma şüphelerini, çocukluk yaralarını, affetmenin imkânsız gibi görünen ağırlığını ve en önemlisi “zamanı geri getirmenin” mümkün olmadığını acı bir tatlılıkla anlatıyor. İzlerken görürsünüz: Asıl dram, büyük felaketlerde değil, her gün biraz daha ertelenen küçük sevgilerde, söylenmeyen “özür dilerim”lerde, sarılınmayan anlarda gizli.

Sahne, terk edilmiş bir evin soğuk yalnızlığını taşıyor; boş buzdolabı, dağılmış eşyalar, kırık dökük fotoğraflar, çerçeveler… Bu yalın dekor, izleyiciyi hemen hikayenin kalbine çekiyor. Teknik ekip, oyunun duygusal yoğunluğunu görünmez bir el gibi taşıyor. Emre Albayrak Şahin’in sahne tasarımı, gereksiz hiçbir detayla dikkati dağıtmıyor; her obje, karakterlerin geçmişinin bir parçası gibi duruyor. Kostümler ise günlük hayatın içinden çıkmış kadar sade ve gerçek; izlerken “Bu benim evim, bu benim eşofmanım” hissi yaratıyor.

Yönetmenin akıl dolu yaratım algısının ışığında, bu prodüksiyonun gizli kahramanı kesinlikle ışık. Murat Selçuk’un ışık tasarımı, oyunun ruhunu adeta yeniden yazıyor. İlk sahnelerde soğuk, mavimsi bir tonla terk edilmişliğin buz gibi yalnızlığını hissettiriyor. Karı-koca arasındaki gergin diyaloglarda ışık yüzlerde sert gölgeler yaratıyor, kelimelerin keskinliğini vurguluyor. Çiçek Dilligil’in karakteri kapıyı çaldığında ise ışık yavaşça ısınıyor, bir umut kırıntısı gibi sızıyor sahneye. Ve o final… O meşhur ayrılık sahnesi… Işık, önce ikisinin yüzlerini yakın plana alıyor, sonra yavaş yavaş geri çekiliyor; sanki bir ömür gözlerinin önünden geçiyor. Son ışık kademesiyle birlikte karanlık çöküyor ve seyirci, nefes almayı unutmuş bir şekilde o karanlığın içinde kalıyor. Bu kadar az ışıkla bu kadar çok şey anlatmak, ancak büyük bir ustalıkla mümkün. Murat Selçuk, bu oyunda ışığı bir oyuncu gibi kullanmış; sessiz, ama her an varlığını hissettiren, duyguyu kat kat derinleştiren bir oyuncu. Deniz Noyan' ın müzikleri ise duygusal geçişlere uygun, psikolojik analizleri seyircinin belleğine yerleştiren bir yapıda. 

Alpteki, yılların birikimiyle metni öyle incelikle işlemiş ki, her sessizlik bir çığlık, her kahkaha bir iç çekiş gibi geliyor. Tempo yer yer bilinçli olarak yavaşlatılmış; çünkü oyun, aceleye getirilecek bir hesaplaşma değil, uzun uzun sindirilmesi gereken bir yüzleşme. Bu tercih, duygusal derinliği o kadar yükseltiyor ki, finaldeki patlama salonu adeta sarsıyor. Özellikle karakterlerin son sahnedeki çırpınışlarını muhteşem aktarıyor. Duygusallıkla abartı arasındaki ince çizgiyi öylesine doğru yorumluyor ki, yönetmen oyuna damgasını vurmuş.

Oyuncular ise kelimenin tam anlamıyla döktürüyor.

Çiçek Dilligil, bu oyunda kariyerinin zirvesini yaşıyor. Gizemli misafir rolünde sahneye adım attığı andan itibaren zaman duruyor. Sakin, bilge ama bir o kadar da keskin; her cümlesi bir hançer gibi saplanıyor, her bakışı bir ayna tutuyor. Bu performans, sadece oyunculuk değil, adeta bir terapi seansı. Yılların birikimi, sahne disiplini ve duygusal derinliği bir araya gelmiş; Dilligil, Türk tiyatrosunda unutulmayacak bir iz bırakıyor.

Ece Özdikici ve Ümit Erlim, karı-koca rolünde adeta birbirlerinin içine işliyor. Özdikici’nin kırılmış ama hâlâ seven kadını öyle gerçek ki, salondaki her kadın kendini onun yerine koyuyor. Erlim ise öfkesini yutmuş, gururuyla boğuşan adamı öyle doğal oynuyor ki, erkek izleyiciler çoğu zaman gözlerini kaçırıyor. Özellikle oyunun son sahnesi… O veda, o “artık çok geç” bakışı… İkisi de gözyaşlarını tutamıyor; çünkü o an rol değil, gerçekten bir ömür bitiyor. Seyircinin nefesi kesiliyor, uzun bir sessizlik oluyor. Bu, ender rastlanan bir oyunculuk ortaklığı; iki oyuncunun kariyerlerinin en yürek burkan anlarından biri. Tuba Oral, anne rolünde girdabı tamamlıyor. Sahneye girişiyle bütün dengeler altüst oluyor; kaosu, öfkeyi, şefkati öyle yoğun getiriyor ki, diğer üçlüyle kurduğu enerji inanılmaz bir gerilim ve duygusallık yaratmış.

Oyunla ilgili spoiler verme taraftarı değilim. Sadece zamanda geriye gidip şimdiye geldiğimiz anda; rüya ile gerçeklik algısının oluşumunda insanlar kendi dünyalarını sorgulamaya başlıyor.

Geç Kalanlar, izleyeni kendi hayatıyla yüzleştiren, salondan çıkarken “Ben de geç kalmış olabilir miyim?” sorusunu yüreğe kazıyan bir oyun. Nihat Alpteki’nin harika rejisiyle, dört usta oyuncunun muhteşem performansıyla ve teknik ekibin –özellikle Murat Selçuk’un büyüleyici ışığıyla– kusursuza yakın uyumuyla, 2025’in en güzel, en sarsıcı tiyatro hediyesi olmayı başarıyor.

Eğer bir oyun sizi hem güldürüp hem ağlatabiliyor, hem eğlendirip hem dönüştürebiliyorsa, işte o oyun görülmeyi fazlasıyla hak eder. Geç kalmayın. Bu sefer gerçekten geç kalmayın.

[email protected]

Anahtar Kelimeler: geç kalanlar, Yaşam Kaya, Sanat Organizasyon 39, Nihat Alpteki, Çiçek Dilligil, ece özdikici, ümit erlim, tuba oral



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir