Hatırlıyorum, gri gökyüzülü bir günsonuydu.Yağmurun eli kulağındaydı.
Dalya Uçankuş ve Serkan Aydın ile NCC Laboratuvarı'nda karşılaşmıştım ilk kez.Çıkışsız bir deneyin içindeydik, farkındaydım...bir o kadar da tedirgin.
" İnsanlar kuşları o kadar çok sevdiler ki onlara kafes yaptılar."
Ne tuhaf, hepimiz yek diğerimiz için kobay, yem ve ökse, yara ve bıçak, av ve avcı, kurban ve katil, ölüm ve acıydık aslında.Evet, hem de içe işleyen bir acı.
Sayrı dolu bir hayal dünyasına eşlik eden humma gibi, cinnet gibi ufunetli ödeşmeler yaşıyorduk hiç durmadan.
Dizgin tanımaz hırs, kibir, korku, duygusal ve cinsel sarsıntılarla yüzleşme zamanıydı artık.
Dalya Uçankuş'un yazdığı, Erbil Göktaş ve Dalya Uçankuş'un birlikte yönettiği, " Çember", şimdi düşünüyorum da, enerjisi hayli yüksek, gerilim dolu, nasıl derler, şimşek çakımında, soluksuz izlenen bir oyundu.
Dalya Uçankuş ile Serkan Aydın, şimdiye kadar " Şevki ve Ofelya", " Gitmek", " Duvar ", " Sonsuzluğa ", " Çember ", " Elma Dersem Çıkma " adlı oyunlarda rol aldılar.Tiyatro onlar için çok önemli...sahi, bir de tiyatroları var : Tiyatro Uçankuş.
" Bu tiyatroyu, sadece istediğimiz oyunları, özgürce sahneye taşımak, sözümüzü söylemek, öğrenci yetiştirmek için kurduk, diyebiliriz."
" Mecburiyetlerimiz vardı, hiç kuşkusuz.Yüksek telif tutarları, salon kiraları...oyunu kendim yazdım.Yönettim.Oynadık.Başka çaremiz yoktu.Yirmi yıldır bu mesleğin içindeyim.Bir gün bile giysim, ayakkabım, makyaj malzem önüme hazır olarak gelmedi.Dekor kurulurken, kaldırılırken hep yardımcı olduk.Provalardan tutun, salonun temizliğine kadar, aklınıza gelecek her detaydan sorumluyduk.Bu durum güçlendirdi bizi.Zorluklar karşısında çözümler bulmamızı sağladı.Yaratıcılığımızı besledi.Mesela Serkan'a birkaç tahta parçası, bir keser, çivi, boya verin hemen bir dekor oluşturabilir."
Zaten en başından, sıradanlığa, alışılmışa, her şeyi kabullenmişliğe, her an özdenetimle törpülenmeye karşıydılar.Dahası tiyatroya dair virgüllerle dolu, tamamlanmamış cümleleri yoktu.
Güncelliğin uçuculuğundan uzakta, kalıcı nitelikler içeren piyesler yazıyor Dalya Uçankuş.Serkan Aydın'a göre 'tek yumruk' olarak mücadele ediyorlar zaten.Kültür Bakanlığı desteği almamış olsalar da, arkalarında genç ve deli bir destek var.Tiyatronun gücü var.Aşk da var, tabii.Yaşadıkları bazen gerçek olamayacak kadar inanılmaz, düş olmayacak kadar sahiciydi, desem...
" Tiyatro sanatıyla, hayatın gerçeğini birbiri içinde eritmek amacıyla çıktık yola.Dipsiz kuyularda yapılan tartışmalara, her defasında kulaklarımızı tıkadık.Yan yollara sapmadık, doğrularımızdan ödün vermedik hiç."
" Bazı popüler isimlerin tiyatroyu tramplen gibi görme eğilimi, giderek sanatın çıkara tahvil edilmesine, yol açtı..."
" Tiyatroda altın yıllar da, altın izleyiciler de geri gelecek.Belki o ateş biraz azaldı ama sönmedi, sönmeyecek, o ateşi bizler harlayacağız...hep diri tutacağız."
" Bazen Sisifos efsanesi gibi kayayı tepeye çıkarmaya çalışıyoruz.Varsın kayıp, aşağı yuvarlansın.Yine çıkartırız.Yılmak, vazgeçmek yok lügatımızda."
Konudan konuya geçmeyi oldum olası çok severim.Neşeli sohbetlere bayılırım.Ortalığı karıştırmayı da.
Pınar Çekirge - Birden aklıma takıldı, nasıl bir yönetmensin ?
Dalya Uçankuş- Author yönetmenim aslında.Yani, herşey tam olarak kontrolüm altında, benim yükümlülüğümde olmalıdır.Sanırım tiyatroda oyun akışa geçene kadar da bu tavrım, devam ediyor.
Serkan Aydın - Bu süreçte solo çalışmayı seviyor, diyebilirim.( Karşılıklı gülüşmeler.)
D.U- Akış ortaya çıktıktan sonra, oyuncuların önerilerini, fikirlerini dinleyebilirim.Şunu da belirteyim, gitmek isteyen oyuncuya kalması için asla ısrar etmem.Her oyuncu, gerekirse oyundaki karakter bile değişebilir ama tiyatro perde kapatmaz.Kapatamaz!
S.A- Dalya, oyunun kaderini oyuncunun tekeline bırakmıyor, yani.
P.Ç - Tam da bu noktada şunu sorayım, beraber çalışmak kolay mı ?
S.A - Tartıştığımız oluyor, elbette.Biz, sanırım fikir ayrılığı yaşayan oyuncu ve yönetmen mi, yoksa eşler mi bunu çok iyi ayırdığımız için, meseleyi kolayca çözebiliyor, uzatmıyor, tatlıya bağlayabiliyoruz.
D.U - Birbirimizi tamamlıyoruz.
S.A - Sadece...
P.Ç - Evet, sadece ?
S.A - İkinci sınıfta okurken, biraz havalara girmiştim...kızmak, mesafe koymak yerine, hoşgörüyle karşıladı bu tavrımı.Zaten hemen farkına varıp, hani derler ya, toparlanıp kendime geldim.
P.Ç - Neyse, lafı değiştireyim.Gerilim yaratmayayım.Dalya, şimdi aklıma geldi, " Çember " baştan sona dozu giderek artan belli bir gerilim yaşatıyordu izleyiciye.
D.A - Doğru, temposu yüksek, gerilim tiyatrosu yapmayı seviyorum.Şuan provası devam eden " Kelle " adlı oyun da benzer bir çalışma...
P.Ç - Röportaj öncesi sizi beklerken, kuşlar bana bir bilgi Meğer : "Seyirciye dekoru, zamanı, mekanı, kostümü, aksesuarı gösteriyoruz da kokuyu hissettiremiyoruz", diye zaman zaman üzüldüğün olurmuş.Ve bir oyun öncesi...
D.U - Bunu Serkan anlatsın...
S.A - " Çember " oyununda kullanmak üzere satın aldığımız saman ıslakmış.Dekoru kurduk, samanı sahneye taşıdık ki, dayanılmaz bir ahır, hatta gübre kokusu...
P.Ç - Eyvah, güneş görmüş gelincik gibi boyunlar büküldü tabii.
S.A - Hem de nasıl... kapıları açtık, olmuyor.Kokuyu gidermenin imkanı yok.Derhal aktara koştum.Durumu izah ettim.Yirmi beş adet tütsüyle geri döndüm.
P.Ç - Sonra ?
S.A - Tütsüleri salonun muhtelif yerlerine yerleştirdik, ilk üç sırayı boş tuttuk ve oyun başladı...izleyici farklı kokular eşliğinde oyuna dahil oldu.Ve dediğiniz gibi, kokuyu hissetti.
Herkes hayatı boyunca öyle ya da böyle birini bulur.Ama gerçekten birbirini bulmak enikonu zor iştir.Kısmettir, şanstır, çoğu kez de hayaldir.Dalya Uçankuş ile Serkan Aydın birbirlerini bulmuşlar.Serkan Aydın'a göre bu buluşma hayatının en önemli mucizesi olmuş.
S.A - Tekstil, otomotiv sektörlerinde çalışmıştım.Tiyatroyla, oyunculukla en ufak bir ilgim yoktu.Kendimi yalnız, umutsuz, çıkışsız, tümüyle çaresiz hissettiğim bir zamandı.Sanki herşey, baştan sona ters gidiyordu.Ruhsuz, duygusuz, amaçsızdım sanki.Ve bir gün Kağıthane Halkevi'ni aradım.Oyunculuk kursları hakkında bilgi almak istediğimi söyledim.
Hattın diğer ucunda Dalya Uçankuş vardı.
Sonrası bilinen hikaye, Dalya Uçankuş Serkan Aydın'ın öğretmeni oldu, onu konservatuar sınavına hazırladı...bir süre sonra aynı oyunlarda rol aldılar ve hayatlarını birleştirdiler.
P.Ç - Dalya neredeyse çocuk yaşta İzmir'den İstanbul'a, günün birinde tiyatro için " ahh keşke " dememek adına geliyorsun...
D.U - Tiyatro eğitimi alıyordum.Hep bir şeyler yapmak, kendini aşmak, gerçekleştirmek istiyordum.Sadri Alışık Kültür Merkezi'nde burslu öğrenci oldum.O dönemde, " 72.Koğuş " oyununda Kemal Başar'ın asistanlığını yaptım mesela.Uygur Çocuk Tiyatrosu'nda çalıştım.Kocaeli Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümü'nde yüksek lisans eğitimimi tamamladım.Kağıthane Halk Eğitim Merkezi'nde ders verdim...
P.Ç - Bu arada Moliere'in altı karakterini bir araya getirip yazdığın ve zamanı gelince sahnelenmek üzere beklettiğin" Tuhaf Bir Moliere Hikayesi " adlı oyunun yüksek lisans tezinle ilgili olduğunu da, yine kuşlar fısıldadı kulağıma.Sahi, dokuz yıldır talebe yetiştiriyorsun...neler öğütlüyorsun onlara ?
D.U - Öncelikle diksiyon, tiyatro tarihi, oyunculuk dersleri veriyorum.Ama her hafta Cehov, Shakespeare, Pinter, Millar, Brecht gibi yazarlardan bir piyes okumalarını istiyorum.Dönem içinde en az altmış eser okumuş, belli bir birikim elde etmiş oluyorlar böylece.Bu meslekte metin analizi, deneyime saygı, yorumun önemini de vurguluyorum sık sık.
P.Ç - Son yirmi yıldır gözlemlediğim bir durum var, sanatta yaratıcılık, sanatla varoluş yerine tanınılırlık ve popüler olmak arzusu ön plana çıktı.Ne dersiniz ?
D.U - Öğrencilerimin sadece, evet sadece yüzde otuzu oyuncu olmayı, geri kalan çoğunluğu ise bir biçimde ünlü olmayı, tiyatro sahnesinde olmaktansa bir televizyon dizisinde rol almayı yeğliyor.
S.A - Yani, ' ihtiyacım kadar oyunculuk ' ve hemen, fazla emek vermeden elde edilmesi gereken bir şöhret...sosyal medyada en çok takipçiye sahip olmak ise bir başka amaç oluyor.Neticede genç oyuncu yüzeyselliğe, genelgeçere teslim oluyor, farkında olmadan.
D.A - Mesela öğrenci kuramsal derslere çok önem vermiyor, oyunculukla ilgili teknikleri öğrenmek ona yetiyor.
P.Ç - Dalya, " Sanat ve sanatçılık kavramları bir düdük olmuş; parası olan ve bir biçimde kan bağı tutan herkes de bu düdüğü öttürür olmuş, " diye bir açıklaman vardı...biraz açar mısın konuyu ?
D.U -Öncelikle şu soruları irdelememiz gerekiyor.' Sanat; topluma ışık olur. Peki, tiyatroyla meşgul olan herkese 'sanatçı' denir mi? Sanatçı olmak için; sanatla ilgili olan yerlerde bulunmak, sanatsal deneyimler kazanmak, bu vasfa (sanatçı) sahip olmaya yeterli midir? Sanatçılık, herkesin sadece belli bir çaba harcayıp sahip olacağı bir vasıf mıdır?'
Kesinlikle hayır, sanatçı olmak bu kadar basit bir şey değildir. Sanatçılık, günümüzde bir meslek gibi görülmeye başlanmış, gerçeğinden küçültülmüş, özünden saptırılmış ve herkesin sahip olabileceği basit bir unvan haline gelmiştir. Dört yıllık bir üniversiteyi bitirmek kişiyi bir sanatçı yapmaya asla yetmez.
Toplumumuz sanat yaparak geçimini sağlamana yardımcı olan bir sistem sunmuyor; fakat önemli olan kendini, tutkunu olduğun sanat denen şeye adayabilmen. Hayatını sanata adarsan, ancak o zaman belki gerçek bir sanatçı olabilirsin.
Şu dönemde "herkes", kendini gerçek bir sanatçı olarak görebilme küstahlığında bulunuyorken çok düşündüm; acaba kendilerine bunu (sanatçılığı) yakıştıran kimselerin kafasının içindekinin insanı yöneten gerçek bir şey yerine, büyük bir boşlukla mı kaplı diye düşünmeden edemiyorum. Dönemimizde sanatçılık bir miras gibi babadan oğla, kıza, torunlara ve akrabalığın birçok derecesine geçen bir durum almış; ya da kan bağı olmasına da gerek yok; ‘camia’ diye adlandırılmış kısır bir kalabalıktaki birinin eşi, yakını olman da sanatçı olman için yeterli; hatta sevgilisi olman bile yeterli.
Anlayacağınız git gide genetik bir hal almış durumda sanat ve birçok sanat okulunda okumaya değer görülen öğrencilerdeki seçimler... Malum, istisnalar kaideyi bozmuyor tabii. Adeta huysuzluk, cimrilik, tembellik, sevecenlik gibi sanatçılık da bir huy şeklinde değerlendiriliyor günümüzde.
Ve maalesef ki, sanat ve sanatçılık kavramları bir düdük olmuş; parası olan ve kan bağı tutan herkes de bu düdüğü öttürür olmuş.
P.Ç - Bir süredir nitelik, nicelik, kalite, estetik yoksunu oyunlar izler olduk.Seyirci böyle giderse tiyatrodan kopup, uzaklaşacak...
D.U - Bu konuda şöyle bir değerlendirmem var:Tiyatroları üç ayrı grupta topluyorum.İlk grup kadrosuna ekrandan tanınmış bi veya iki adet ismi alıp, ticari kaygıları önemseyerek piyasa işi yapan tiyatrolar.Diğer grup ise kapitalist sistemi kınayıp, kendi içindeki kapitalist çarkın içinde kaliteli yapımlara imza atan, ancak dışarıya kapalı tiyatrolar.Ve hem yaşadığı toplumun bilincinde, hem sanatsal değeri önemseyen, yüzeysellikten uzak, salt sanat adına seslerini seslerimize katmaya çalışan tiyatrolar.Seyirci kalitesi, rejisi, oyunculukları, iletisiyle ses getiren kaliteli eserlere karlı asla duyarsız kalmıyor, biliyorsunuz.
P.Ç - Ve gelelim son soruya... buğulu bir pencere camına ne yazardınız ?
S.A - " Kovalamayı sakın bırakma çünkü hayallerin teslim olmak zorunda."
D.U - Herhalde " Umut etmekten asla vazgeçme " diye yazardım.Bize verilmeyen şeyleri, oluşturmak, üretmek için çabalamak zorundayız hep.Kaçak güreşmemek, cesur davranmak, hayat kaçağı olmamak gerekiyor.Mesela, hüzne, depresyona hiç yer yoktur hayatımda.Depresyona ancak bir buçuk gün katlanabilirim.Çünkü sıkılırım.
Ben bu satırları yazarken, Dalya Uçankuş ve Serkan Aydın kısa metrajlı bir filmin çekimi, yeni oyunları " Kelle "nin provaları, kendilerini bekleyen projelerle yeni sezona çoktan ' merhaba " dediler bile...
Anahtar Kelimeler: Dalya Uçankuş, serkan aydın
0 Yorum