Wuppertal Tanztheater’ in kurucusu ve Dance theater’ ın yaratıcısı olarak bilinen Pina Bausch, Rite of Spring’ten sonra en büyük eseri olan Café Müller ile 27. İstanbul Tiyatro Festivali’nin açılışını gerçekleştirdi. Daha önce 1998 yılında Fensterputzer adlı muhtesem bir gösteriyle hafızalara kazınan yönetmen, 2003 yılında Türkiye’ye gelip ‘İstanbul’ adında dans gösterisini sergilemişti. Çok uzun bir aradan sonra Işıl Kasapoğlu küratörlüğünde yeniden İstanbul Tiyatro Festivali’ne katılan dünyaca ünlü grup, yine bizleri sarhoş eden çarpıcı bir başyapıtla Türkiye’deki tiyatro sahnelerini sarstı. 2009 yılında aramızdan ayrılmasına rağmen, bugün halen Pina Bausch ismi tiyatro sahnelerine damga vurmaya devam ediyor. Café Müller, varoluşçu simgesiyle, oluşturduğu atmosferle, insanın bu dünyada ne için yaşadığının sorusunun cevabını tokat gibi yüzümüze çarpan muhteşem bir çalışma.
Pedro Almodovar’ın ‘Talk to Her - Konuş Onunla’ filminin açılış sahnesinde karşımıza çıkan, dünya sinemasının hafızasına kazınan Café Müller, kendi iç dinamiğinin peşinden giden bir kadının arayışını aktarıyor. Aslında bu arayış gitgide değişen insan ruh haliyle özdeş. Sonuçta ruhunun götürdüğü özgür alanlarda, sandalyelerin arasında, gerçek aşkı, sahici insan bedenini hissetmek isteyen bir kadının sistematik biçimde durdurulmaya çalışması üzerine bir kurgu. Pina Bausch, çocukluk yıllarını Nazi Almanyası’nın kalıntıları üzerinde geçirirken, ailesinin işlettiği cafede kendi sanatsal dinamiklerini yarattı. Dün izlediğimiz oyunda Pina’nın içsel dünyasının izlerini sürmek çok mümkün. Bu, canlı, içgüdüsel bir tiyatro, bu filmlerden elde edemeyeceğiniz bir şey. Hakim müziğin dramatik temposuna sadık kalan koreografi, amansız bir ritüelin, özgür iradenin olmadığı bir güçlü bir dünyanın izlenimini veriyor.
Oyunda sessizlik içinde ve aryalarının trajik sesi eşliğinde altı karakter gelip gidiyor, ortada duran objelere çarpıyor ve birbirlerine tekrara tekrar sarılıyor. Bir erkek ve bir kadın kucaklaşır, sonra başka bir adam onları farklı bir kucaklaşmaya yönlendirir, ancak ilk kucaklaşmaya yeniden başlarlar, böylece yönlendirme ustası onları istediği gibi geri yerine koyar ve döngü defalarca tekrarlanır. Süreç hızlandığında ortaya çıkan etki komiktir, ancak çalışma boyunca tekrarlanan, alışkanlığın gücüne ilişkin temel nokta acımasızdır. Acımasızlıktır. Neye göre, kime göre yaşayarak ruhumuzun derinliklerini yansıtabiliyoruz?
Oyun, yaşamın yaralarını ve mutluluklarını, rüyalarını ve gerçekliklerini paylaşılmadıkça, varlığın anlamsız kaldığını haykırıyor adeta. Masa ve sandalyelerden oluşan sahne tasarımı içinde deyim yerindeyse kayboluyorsunuz. Dean Biosca, Emily Castelli, Maria Giovanna Delle Donne, Taylor Drury, Reginald Lefebvre, Christopher Tandy isimlerinden oluşan oyuncu kadrosu çok yeni. 1978 yılından bu yana sahnelenen yapıtta, Pina Bausch ve bir çok dansçı yıllar yıllar boyunca sahneye çıkarken, bu kadronun dinamik beden ritmi, oyunu bambaşka arayışlara sürüklemiş.
Pina Bausch'un "Cafe Müller" anlatımı sona erdiğinde, zihinlerde varoluşsal tefekkürler dolaşmaya başlıyor. Dansçıların bitmek bilmeyen muhteşem çabaları, hayatın anlam arayışını yansıtıyor. Bu performans varoluşçuluğun bilindik kaygılarının sorularını etkileyici bir şekilde hatırlatıyor ve seyirciyi hayatın iç içe geçmişliği ve yalnızlığı içinde amaç bulmaya doğru itiyor. İKSV 27. İstanbul Tiyatro Festivali, Işıl Kasapoğlu’nun liderliğinde akılları zorlayan bir başyapıtla açılmış oldu.
Anahtar Kelimeler: cafe müller, Dance theater, pina bausch
0 Yorum