II. Dünya Savaşı'ndan çıkan Avrupa Kıtası, içten içe toplumsal çürümüşlüğü de beraberinde dünyaya sunar. İnsanların bireysel duygularındaki patlamalarına şahit oluruz bu yaşlı kıtada. Savaş, kan, ölüm, yalnızlık tüm sanat dallarını belirleyen ana unsurlardır artık. Faşist olgulara karşı öyle bir tiksinti oluşur ki ırkçı söylemler yerini sosyalist/toplumcu/çoğulcu söylemlere bırakır. Sovyetlerin de 'kültür egemen' politikası sayesinde toplumcu oyunlarda patlama yaşanır. İnsanlar bir yandan bireysel oyunlara yönelirken, yeni kuşak seyirci odağı küçük burjuvazinin hayatına eğilir. Ve 1960 gençlik hareketleri… Gençliğin sahip çıktığı toplumcu tiyatro…
Yazının da başında belirttiğim üzere 1950'li yıllardan başlayarak süregelen devinim; epik, absürd, commedia dell'Arte, sürrealizm, realist, toplumcu tiyatro etkileşimlerini doğurur. Artık sahnede bireysel duygulardan yola çıkarak topluma ulaşan tiyatro denemeleri vardır. Harold Pinter, Samuel Beckett bu tip eserlerin öncüsü konumundadır. Beckett'in absürd denemelerinde bu kaynaşmış tür örneğinden yola çıkar. “Oyun Sonu” nda da bunu tüm çıplaklığıyla gösterir. Karakter Ham'ın kişisel çatışmalarının yarattığı toplumsalcılık gibi…
Elbette 1960, 70 dönemlerinde yazılan eserlerde -genel olarak İngiliz tiyatral eserler- bireysel duyguların toplumun önüne geçtiği ürünler de verilmiştir. Dramatik spektrumda çatışma yaşayan yazarlar ,örneğin Caryl Churchil, yazdıkları eserlerin toplumun önüne geçebileceğini düşünememişlerdi. Churchill farkında olmadan genç nesilin sesi konumuna dönüşmeye başlamıştır. Downstairs (Aşağı Kat) ilk kez 1958'de sahnelenmiş ve öğrencilerin drama festivali Sunday Times Gazetesi Ulusal Birlik Ödülüne layık görülmüştür. Oyunlarına yansıyan genç destekle, dönemin politik meselelerine bireysellikten yaklaşmıştır Churchil. Oyunlarının Londra' da Royal Court Tiyatrosunda oynanması Avrupa'da yeni çığırların başladığı nokta olacaktır.
Dar alanda inceleme yaparak, tiyatral hissiyata aykırı davranmak istemiyorum. Savaş Tiyatrosu, Uyumsuzluk Tiyatrosu, Töre Komedyası, Siyasi Tiyatro…vs Avrupa'nın tüm ülkelerinde çok aykırı biçemlerde ilerlemiş olsa da İngilizlerin oluşumu kadar etkili olamamıştır hiçbir ülke. İngiliz oyun yazarlarının karşılaştırılmalı türleri irdeleyerek yol aldıkları paylaşım, Rönesans ve Reform'un dalga dalga yayıldıktan sonraki yaşlı kıtanın son yeniliği konumuna dönüşmüştür. Fransa'da yükselen akımlar kuşağı, hızla temsilcili edebiyat çizgisini yukarıya çekmiştir. Egzistansiyalizm temsilcisi, yaratıcısı Jean Paul Sartre uyguladığı tekniklerle düşsel boyutun önünü sonuna dek açmıştır. Politik, ahlaki konularla edebi nitelikte tiyatral kazanım oluşturmuştur. Avrupa, sosyalist tiyatro anlayışını Dario Fo'dan Brecht'ten Hauptmann'dan öğrendikten sonra hızla artan yeni yaklaşımları da bünyesine katmıştır. Yoksul Tiyatro, Ezilenlerin Tiyatrosu, Feminist Tiyatro, Devrimci Tiyatro bu yeniliklerin birer ürünüdür.
1991 yılında soğuk savaş döneminin sona ermesi, vahşi kapitalizmin bütün toplumlarda egemen oluşunun önünü açsa da tiyatro buna direnç gösterebilmiştir. Ama sadece on sene gibi çok az bir direnç… Sovyetlerin yetiştirdiği Arbuzovlar, Stanislavskiler artık sahnede denen, üstüne birikim konmayan yazarlar olarak kalacaktır. Yeni yetişen kuşağın 1960'lardaki devinimsel süreçten 2000'li yılların başında kopması, aydın takımının içine düştüğü yalnızlık sendromunun artışı toplumcu tiyatronun önünü tıkamıştır. Bu tıkanıklık Avrupa Tiyatrosu'nu yeni arayışlara itmiştir. Doğu/mistik kökenli oyunlara yöneliş başlamıştır. Türkiye'den “Tamar, Ah Tamar” oyunu ile İngiltere'ye davet edilen Cem Düzova bu verdiğim savı desteklemektedir.
1990'larda Türkiye bu süreçten fazlasıyla etkilenmiştir. O eski günlerdeki Genco Erkal Tiyatroları, Gülruz Sururi Tiyatroları toplumda çokta fazla önemsenmemeye başlanmıştır. 80 darbesinden sonraki gelişen süreçte, sol fikrin tamamen toplumdan silinmesi toplumcu/çoğulcu tiyatral anlayışı yok etmiştir. Bu dönem içinde Mehmet Baydur, Tuncer Cücenoğlu gibi toplumcu geleneğe hakim olmaya çalışan başarılı yazarlar piyasaya girmiştir. Özellikle de Tuncer Cücenoğlu bu konuda çok başarılı olmuştur. Halk geleneğine dayalı “Çığ” oyunu ile dünyada ses getirmiştir. Şu anda yazığı “Che” isimli oyunu ise sahnelenmeyi beklemektedir.
Yazarları olduğu kadar tiyatro gruplarını da derinden vuran 90'lar, açılımların olmadığı karamsarlığa itilmiş aydın insanların çırpınış yıllarıdır. Gruplar bir araya gelse de ilerisi için ümit vermemişlerdir. Seyirci potansiyeli olmadığı için, nerdeyse her gösterimi bedava sahneye koymak zorunda kalmışlardır. Nitelik belirlemek bu denli zor duruma gelmiştir. Devlet Tiyatroları'nın bürokratik kesim içinde erimesi, işlerin daha da zorlanarak ilerlemesine neden olmuştur. Toplumcu tiyatroya önayak olacak oyuncular bu kısırdöngü içinde kendilerini vahşi kapitalizmin kollarına atmışlardır. Özel kanallarda yayınlanan anlamsız yapıtlarda rol almaya başlamışlardır. Rönesanstan bu yana devamlı gelişen tiyatro, Avrupa'da gelişimini yavaşlatsa da Türkiye'de iyiden iyiye geriye gitmiştir. Kemalist Devrimin öğretileri bir anda unutulmuştur. Aydınlanma dönemi silinirken yerine toplumsallıktan uzak tiyatral cephe meydana gelmiştir.
2000'li yıllarda Türk Tiyatrosu yeni grupların yılı olmuştur. Gençlerin bir araya gelerek oluşturduğu gruplar, yeni arayışlara -çokta olmasa- yönelmişlerdir. Ama bu yeni arayış lafını yanlış anlamayın lütfen. Avrupa'da bundan elli sene önce denenmişleri yeni denemeye kalkarak oluşturulan yapıdan bahsediyorum. Tiyatronun “araç” olduğu kanısına varan kuşak, kendi iç çatışmalarını konu alan yapıtlara yönelmiştir. Apartmanda sevgili çıkmazı, büyük şehir içinde yalnız insan, seks sorunsalları, doymak bilmeyen id'in anlamsız bütünlüğü…vs tiyatral dünyaya egemen olan konuları oluşturmuştur. Bir de en önemli konu: Komple Teorileri… Sinema ile tiyatroyu iç içe sokan zihniyetlerin uydurduğu “teknolojik tiyatro” kör bir terzinin makasından öteye geçememiştir.
Kendi sosyalist tiyatrosunu yaşayamayan Türk Tiyatrosu için söylenecek elbette çok söz var. Daha fazla incelemeye/irdelemeye kalksak belki de kitaba dönüştüreceğimiz sorunları sıralayabiliriz. Ama 2007 yılına girdiğimiz şu yeni dönemde “toplumcu/çoğulcu tiyatro” yapan kaç tane grup var çevrenizde bir bakın. Kendi toplumsal acılarımıza sırt çevirip “in year face” akımını daha ne kadar sahnelerimize uygulayabiliriz. Bu işi bilen ehli gruplar neden bu yıl repertuarlarına bir tane toplumcu oyun almıyorlar? Aslında bu söylediğimi yapmak çokta zor değil…
Dip Not
1- Her gemi biraz denizdir aslında… Şimdi dinlediğim bir şarkıdan kalmış aklımda..
2- “Sahne: Bir oyun veya filmin başlıca bölümlerinden her biri” Öğrenmek İsteyen Birilerine…
3- Ah, kaynakçayı unutuyordum. Hemen yazıyorum efendim
· Dr Peter Buse Caryl Churchil Makalesi London Ünivers. 2005
· www.theatreonline.com web sitesi
· Ezilenlerin Tiyatrosu Agoste Boal.
Anahtar Kelimeler: Sosyalist Tiyatro
0 Yorum