" Ağladım " ve " İzlanda'nın Başkenti " ile tanımıştım Selena'yı...nezaketi, saygısı, zarafeti ve başarısıyla, bilseniz öyle özel, öylesine farklı bir oyuncu ki.
Selena bugüne kadar röportaj yaptığım en genç konuğum oldu... yaşını yazmamda şimdilik hiç bir sakınca yok zaten.Henüz yirmi beş yaşında.Hem Kaan Erkan'da " Yazdığım oyunu küçücücük bir kızın rejisine emanet, ettim, " dememiş miydi ?
- 'Ağladım' ve 'İzlanda'nın Başkenti' oyunlarındaki başarılı oyunculuk performanslarıyla tiyatroseverlerle tam not alan bir oyuncu olarak, " Montaigne " ilk yönetmenlik denemen.Bu projeye nasıl dahil oldun ?
- Öncelikle değerli cümleleriniz için çok teşekkür ederim. Evet, şu an her iki oyunda da ‘oyunculuk’ görevim devam ederken ilk kez bir projeye ‘yönetmenlik’ göreviyle dahil oldum. Daha doğrusu, ilk defa bir projenin hayata geçmesinde bu denli büyük bir paya sahibim. Temmuz ayının ilk haftasında, bir gece oyunumuzun yazarı Kaan Erkam, bana ‘Bir oyun yönetmelisin.’ dedi. Takdir edersiniz ki bu, yirmi beş yaşında, yolculuğunun başında olan genç bir oyuncu için o an oldukça uzak ve bir o kadar da görkemli bir fikirdi. Daha önce yüksek lisans tek kişilik mezuniyet projem dışında,bir oyunun tüm dünyasını sahne üstünde inşa etmenin nasıl bir tecrübe olduğunu hiç tatmamıştım. Hele ki profesyonel tiyatro sektöründe, maddi – manevi bin bir türlü sıkıntıyla mücadele etmeye çabaladığımız şu sezonda, böyle bir görevi üstlenmek benim için başta biraz çılgınlıktı da diyebilirim.Her şeye rağmen o gece, içimdeki o ısrarcı sesi dinleyerek ve o meraklı, cesur hisse kapılarak Kaan Erkam Hoca’ma uzun süredir hayata geçirmeyi istediğini dile getirdiği ‘Montaigne’ metni başta olmak üzere, yazdığı tüm metinleri, izni olursa okumak istediğimi belirttim ve o gece kendinin yazdığı tüm oyunları okudum. ‘Montaigne’ metnini okur okumaz hayal gücümü dizginleyemediğimi fark ettim, zihnim, belleğim, düşüncelerim sanki yağmurlu bir Fransa akşamında şarkı söylüyordu. O melodinin peşinden koşmaya hiç düşünmeden, gözümü bir anda karartarak karar verdim ve ‘Hocam bu oyun benim olsun.’ dedim. Gece 3 civarıydı ve o geceden sonra da başka bir şey düşünemez oldum.Tam beş aydır ‘Montaigne’ projesinin hayata geçmesi için çok güzel bir ekiple çalıştık, kendi mesleğinde ayrı ayrı profesyonel, çok değerli insanları bir araya getirdik ve bebeğimiz 17 Kasım 2023’ te sonunda sektöre doğdu!
- Yazar ve yapımcı ve oyuncu üçgeni karşısında yönetmen olarak zorlandığın zamanlar oldu mu ?
- Şunu kesinlikle en baştan çok iyi biliyordum ki ‘yönetmenlik’ bir oyunun sahne üstündeki veya arkasındaki yaratım sürecinde yaratıcı bir güç olmanın ötesinde, ilk önce, bir tiyatro oyununun sahneye taşınma sürecindeki aşamalara dair gerekli bilgiye, fikre ve yetkinliğe sahibi olmayı gerektirir. Bir oyunun oluşum sürecindeki aşamalara hakimiyet ve bilgi, gerçekten çok önemli. Tarihi bilgi –ki çok gerekli olduğunu düşünüyorum- yeterli olabilecek kadar teknik bilgi, inceleme ve yorumlama becerisi, objektif bir bakış açısı, bence her alanda alternatif üretebilme kabiliyeti,pratiklik, dekor, kostüm, oyunculuk, reji, ışık, müzik, metin, karakter vb. gibi bir oyunu var edecek tüm unsurlara dair bir inceleme yapabilme, fikir oluşturabilme, gerektiğinde hızlıca net bir karar alabilme becerisini, kendi içinde geliştirebilmiş olmalı bir yönetmen. Ben elbette ki yolun henüz çok çok başındayım; ancak önümdeki örnekleri çok iyi gözlemleyebilirim. Genç bir oyuncu olarak, tiyatroyu var eden ve ona dolaylı veya doğrudan etki eden her unsura dair merakım çok büyük. Gerek yüksek lisans tiyatro bölümünde eğitim aldığım akademik süreç boyunca; gerek Darülbedayi Atölyesi’nde; gerek içinde oyuncu olarak bulunduğum projelerde, ustalarımı, hocalarımı, yönetmenlerimi en ince ayrıntısına kadar gözlemledim.Takip ettim. An be an yol alış biçimlerini izledim. Bugün,onlardan farklı farklı alanlarda bana miras kalan, kendi kişiliğim ve yürümek istediğim yol ile harmanlayabileceğim özellikleri, kendi bünyemde taşıyorum. Birbirinden farklı, hatta zıt gelenekleri biraraya getirmeyi, bunların üstüne koyarak yeni bir bakış açısı geliştirmek adına çabalamayı, çok seviyorum. Bu sebeple ‘Montaigne’de, belki ‘yönetmenlik’ deneyimi açısından uygulama haznem dolu değildi; ama merakım, arzum ve en önemlisi; farklı yönlerden bakabilmek adına, karşılaştırabilmek ve analiz yapabilmek adına, bugüne kadar kendime sunduğum derin bir hazırlığım vardı, ben gerçekten çok çalıştım ve bu hazırlığımı hayata geçirebilmem için ‘yönetmenlik’ çok özgür bir alandı;Oda Tiyatrosu, bana bu hazırlığımı özgürce hayata geçirebileceğim alanı sundu. Yani üçgenin ‘yapımcı’ ayağı zaten benim evim olarak gördüğüm, ait hissettiğim,çok kıymetli,güçlü bir gönül bağım olan ‘Oda Tiyatrosu.’ Bu sebeple maddi-manevi her şeyi açıklıkla konuşabildiğim bir süreç geçirdim. ‘Oyuncu’ ayağında gerçek iki büyücü vardı: İçinde bulunduğu projeleriyıllardır büyük bir ilgiyle takip ettiğim değerli oyuncu Serdar Deniz ve audition sürecinde tanıdığım ve yeteneğiyle, yaratıcılığıyla, eğitimiyle, enerjisiyle ilk andan beri ‘Montaigne’ye ait olduğunu hissettiren Büşra Şensoy. İkisi de zaten oldukça profesyonel, oyunculuk mesleğine kendilerini adamış, bir karakteri ve oyunu yaşar kılmak için sonsuzca fikir ve malzeme üreten ve her şeyden önce oldukça disiplinli iki meslektaşım. Oyunculuk benim de konforlu alanım tabii. Bu sebeple onlarla çalışmak ve kolayca birbirimizi anlamak benim için de büyük bir şans. Elbette ki, zaman zaman bir ‘yönetmen’in üstlendiği görevlerin, hemen her şeyi, doğrudan ve dolaylı olarak kapsadığını bizatihi yaşayarak deneyimlemek zordu; ilişkileri dengelemek için çok mantıklı davranmak gerekiyor, ben ise gayet duygusal bir yapıdayım. Törpülendiğimi, büyüdüğümü, olgunlaştığımı hissediyorum bu sayede. ‘Montaigne’ benim hayatımın ve kişisel gelişimimin de dönüm noktalarından biri oldu.
- Oyuncuyu özgür bırakan yoksa müdahale eden bir rejisör müsün ?
- başarılı ve yaratıcı bir oyuncuyla çalışıyorsak, onun karakteri kendi bedeninde doğurma sürecine alan tanımak, hayal gücünü harekete geçirmesine izin vermek, bizi en doğru ve en organik noktaya taşıyacaktır diye düşünüyorum; oyuncunun bu süreçte de bir fikre veya yardıma ihtiyacı olduğunda,elbette ki çeşitli önerilerde bulunurum. Neticede ben de bir oyuncuyum. Karakter üstüne her zaman tartışırım, sonuçta metnin bize sunduğu çok fazla malzeme var ve oyuncunun göremediği malzemeleri görünür kılmak da yönetmenliğin bir inceliği. Karakter sahnede yaşamaya başladığı an ise oyuncunun bedeninde doğurduğu karakterin, artık sadece sağa veya sola bakmasını söylerim. Sahnenin doğası, doğal olarak bana neyi öneriyor, hangisi daha doğru, sahici ve estetik duruyor, bunu dinlerim ve karakterin mizansenini, hareketini yani eylemini kurarım. Bu noktada da kendi hayal gücüm devreye girer, yani yönetmenin. Bu bütünlük ve ortaklık‘Montaigne’de tam hayal ettiğim gibi işledi.
- ' Montaigne ' için ilk başta kurduğun hayalin şuan itibarı ile yüzde kaçını gerçekleştirdim, diye sorsam..
- İnanır mısınız, kendimi bir rüyanın içinde gibi hissediyorum. Takdir edersiniz ki bir yönetmen kendi hayalinde ve tasarısında kurduğu rejiyi ne kadar hayata geçirebilirse geçirsin, metin, oyunculuklar, ışık tasarımı, sahne tasarımı, kostümler, dekor, prodüksiyon, müzikler; her şey bir oyuna çok fazla etki ediyor. Ben fikrimi ve hayalimi olabilecek en doğru ve şeffaf şekilde aktarsam da her unsurun birebir hayalimdeki gibi olamayabileceğine, bir yönetmenin, oyunu tüm şartların elverdiği ölçüde, en doğru ve en yüksek noktaya taşımakla yükümlü olduğuna dair kendimi hazırlayarak çıkmıştım yola. Ta ki Oda Tiyatrosu’nda sihirli bir ekiple karşılaşana kadar. İzninizle onları anlatmak isterim. Yazarımız Kaan Erkam’ın metni zaten benden önce de pek çok yönetmen tarafından sahneye konulmak istendi, metin, 1592 yılında geçse de konvansiyonel tiyatroda uygulanan teknikleri de, modern dönemde çalışılan teknikleri de aynı anda kullanmaya, bir araya getirmeye fazlasıyla alan tanıyordu; Kaan Erkam, metninde çok hassas bir denge yaratmıştı; onu emanet almak büyük bir gurur, büyük bir onurdu benim için. Oldukça kapsamlı ve bol malzemeli bir metinle yola başladım. Ardından dupduru, içten, yaratıcı, gerçek bir genç kadın oyuncuyla karşılaştım: Büşra Şensoy. Fayette karakterinin hikayesini ilmek ilmek ruhuna işledi, bazen görünmeyeni dolan gözleriyle gösterdi; bazense o genç ama ruhu, maneviyatı yüz yaşında olan kadının bir tebessümünde, seyircisini ‘o karakter’ olarak kucakladı. İlk andan beri sıcacıktı, ses tonundan sürahiyi dolduruşuna kadar Fayette idi. Ardından onu yakından gördüm: Serdar Deniz. Ruhu çağlayan, göğüs kafesine belki binlerce acıyı, kederi, neşeyi, yaşanmışlığı doldurmuş, kendi deyimiyle tüm o duyguları ‘içinden çeken’ koca bir dev. O oynamaya başladığında, ‘Montaigne’i yaşatmaya başladığı o saniye, göz pınarlarında, göz çizgilerinde, dolu bakışlarındaki sahicilikte, havalanan ellerinde bu hayatın delice mutluluğu ve acı kahrı okunmaya başlıyordu. Gerçekti, yaşıyordu. Sesinin tınısını duyduğum an ‘bitti’ dedim. Bir başkası olamazdı artık benim için. Onun bizimle yol alıyor olması, onun gibi bir oyuncuyla çalışıyor olmak, genç bir oyuncu olarak benim de hayatımın en büyük şanslarından biri. Ardından Şebnem Kılınç –Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekor ve Kostüm Tasarımı bölümü mezunu-Doğu Fransa’nın Dordogne şehrinde bulunan ‘Chateau de Montaigne’nin yazı odasını tasarladı. Aynı zamanda 300 e yakın kağıda, kendi elleriyle Montaigne’nin ‘Denemeler’ini, yazarın kendi yazı stiline en yakın formatta olacak şekilde , ince ince işledi ve tüm kağıtları çeşitli tekniklerle saatler boyunca eskitti. Sahne tasarımı hayalimdekinin çok ötesinde bir boyuta ulaştı. Işık Tasarımımızı, Mahmut Çaymaz –Düzce Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümü Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturgi mezunu- üstlendi. Oyunu okur okumaz aynı şeyleri düşündüğünüz bir tasarımcının olması çok büyük bir şans. Hikayenin sunduğu, aynı mekanda bulunan iki zıt varlık. Mahmut Çaymaz, dramaturjik temellerle desteklenen, bu iki zıt yaratılışı gayet profesyonelce yer yer yakınlaştıran, yer yer uzaklaştıran; psikolojik temellerle desteklendiği gibi görsel bir haz da sunacak, derinlikli, katmanlı bir ışık tasarımı hazırladı. Sonra döneme uygun kostümlerimiz, Sefa Eraslan tarafından,uzun süren bir araştırmanın sonunda tasarlandı ve tek tek dikildi. Fayette’nin elbisesini ayrıca Mitra Atölye dikti. Yanı sıra projenin yapay zeka görselleri ve afişleri Avrupa çapında ödüllü bir reklam firması olan, PromediaWorks ve İlker Ulubey tarafından hazırlandı.
Fotoğraflarımızı,videolarımızı değerli yönetmen Cumhur Kaplan çekti. Yönetmen yardımcımız ve Ses Operatörümüz Ezgi Baştan, süreç boyunca elim, ayağım, kolum, kalbim, gücüm oldu; çok büyük bir emek ile projeye sayısız katkı sundu. Hala da öyle. Melek Karateke reji asistanlığımızı, üç yıldır birlikte çeşitli projelerde çalıştığımız ve yeteneğine, başarılarına üç sezondur yakından tanık olduğum meslektaşım Taha Aykın, yardımcı yönetmenliğimizi üstlendi. Böyle bir ekip ile üretmişken, herkes kendi alanının profesyoneli iken mutlu olmamak, gurur duymamak elde değil. ‘Montaigne’ ekibimiz ile çalışıyor olmaktan gurur ve onur duyuyorum. Hepsine ne kadar teşekkür etsem az. Onlar sayesinde, ‘Montaigne’ benim de Kaan Hoca’mın da hayal ettiğimiz dünyanın sınırlarını, boyutlarını aşan,çok katmanlı bir yapıya ulaştı. Yolumuzun açık, başarılı ve uzun olmasını dilerim.
Bu satırları yazarken, Selena'yı " Anna Frank " rolünde düşündüm birden ya da " Besleme " de ' Sultan ' karakterinde, belki " Kelebekler Özgürdür " ün ' Kill Tanner'ı, neden olmasın ?
Anahtar Kelimeler: Selena Demirli Doğan
0 Yorum