Mitolojiye göre eskiden insanların Unutma Irmağı’nın – diğer adıyla Lethe Irmağı’nın geçtiği bir şehirde yaşadığı söylenir. Lethe, yeraltından kaynağını alır. Doğarken insanlar ırmağın suyundan geçerler ve özlerinden, gerçeklikten uzaklaşırlar ve asıl olanı unuturlar. Platon’a göre doğmadan hemen önce içilen, özün ve gerçekliğin unutulmasını sağlayan bir sudur. Geçmişi kayıtlıdır, fakat insan tekrar doğduğunda hiçbirini hatırlamaz.
İnsan doğduğu ilk andan itibaren aslında tüm gerçekleri – özlerini, hakikati bilmektedir ama sadece unutmuştur. Her şeyin farkındadırlar içten içe. İşte bu noktada da Lethe ırmağı kavramından kaynağını alan Aletheia kavramı ortaya çıkar.
“a-“ olumsuzluk ekiyle türemiş olan “Aletheia” kavramı unutmama, hatırlama, hakikate erme anlamı taşır. Unutulanı hatırlama, özümüze geri dönme ve arınma bilgilerini içinde taşır. Keza Aletheia kavramının en çok tartışıldığı ve görüldüğü oyun olan “Kral Oidipus” oyununda Oidipus Lethe ırmağından ötürü unuttuğu gerçekliğe aslında en başından beri hakimdir. (Annesi ile yatmış olma bilgisine) Sadece henüz aymamıştır. Ancak oyunun sonunda aslında bildiği gerçekliğe hakim olur; yani Aletheia’ya varır. Gerçekliği ve doğruyu en başından bilen insanoğlu, Aletheia’ya ulaşma ve özüne dönme arzusu taşır ancak buna ulaşmak için çaba göstermeli ve bir mücadele vermeli; bir şeylerden vazgeçmelidir. Bu kimi zaman farkında olmadan yaşananlardan kaynaklanır ve kişiyi o ayma anına getirir. (bknz. Kral Oidipus)
Ekip Tiyatrosu bu sezon çağdaş bir Aletheia öyküsü anlatıyor bizlere. Oldukça başarılı hazırlanılmış metin, çağdaş bir unutma oyunu. Gerçekliği bilmemize rağmen reddediyor oluşumuzun hikayesi.
Unutma kavramı Antik Yunan Tiyatrosu’nda “Kral Oidipus” hikayesi ile vücut bulabilmişse bunun yirmi birinci yüzyıldaki yansıması olarak çıkıyor karşımıza “Parti” oyunu. Başarılı bir dramaturji çalışması ile teori ile dramatik yapı başarılı bir şekilde harmanlanıyor. Çağdaş bir metin olarak, Türkiye gerçekliğine de hakim olan ve günümüzün tiyatrosu için umut veren bir oyun oluyor “Parti”. Toplum hafızasının silik ve zayıf oluşu bilgisinden hareketle Cem Uslu’nun yazdığı oyun özelden hareketle unutuyor oluşumuzun sorgusunu yapıyor.
Usta bir kurguyla unutmanın ve ayamama durumunun yirmi birinci yüzyıldaki tablosu sunuluyor. Antik Yunan’da hatırlama yolunda çilelere katlanan karakterler ve bu uğurda her şeyden vazgeçip kör bir şekilde çöllere atılanlar, yirmi birinci yüzyılda çağın getirdikleri ile beraber Aletheia’dan uzaklaşıyorlar ve Lethe’nin suyundan hırsla içmeye devam edip unutmaya devam ediyorlar ve bundan mutluluk duyuyorlar. Yirmi birinci yüzyıl, unutmanın olanaklarını her bir yolla gösteriyor ve sağlıyor. Medya, Psikoloji, Kişisel çıkarlar, küreselleşme, şöhret...vs. Oyun temel kurgusuyla bu değişimi ve yüzyılın unutma sebeplerini başarılı bir şekilde seyirciye sunuyor ve her şeyi unutmaya devam edeceğimizi acı acı söylüyor. Serpiştirilen imgelerle ve repliklerle de oyunun basit bir hikayeye sahip olmadığı ve metnin ayrıntılı bir masa başı çalışması ile oluşturulduğunu gösteriyor. Lethe’nin heykelinin havuzda olması gibi usta buluşlarla, seyircinin bu tatlı yolda keşifler yapmasına olanak sağlıyor. Oyun bunu sadece mitolojideki Lethe kavramı ile değil; kutsal kitap göndermeleri, tarihsel enformasyonlar ve günümüzün sosyolojik yapısıyla da derinleştiriyor ve günümüz Türkiye Tiyatrosu için gurur duyulacak bir iş çıkartıyor.
Oyun gerçekçi bir oyunculuk üslubu ile oynanıyor. Bu noktada şaşırdığımı söylemem gerek. Daha önce Oyun sonu ve Largo Desolato (ikisini de izleyememiş olmama rağmen) gibi oyunlar çıkaran bir tiyatrodan bu şekilde bir yorum beklemiyordum. Ancak Avrupa tiyatrosu dahi yeniden dramatik yapıya yönelirken “aşırı gerçekçi oyunculuğu” seçmiş olmaları sorun değil. Ancak böyle bir noktada dekorsal tercihin ve kimi sahnelerin sorunlu ve çelişkili olduğunu söylemekte fayda var. Bu kadar derin dramaturji ile yeni metinler yaratabilen bir tiyatronun daha sorgulayıcı ve açık sözlü bir yorum seçerek daha başarılı işler yapmasına olanak sağlayabilir.
Dramatik oyun katmanlardan oluşur. Üst katman öykünün kendisidir. Basit olay akışından – giriş, gelişme ve sonuçtan oluşur. Öykü algısı üzerinden hareket eder. Bir alt katman anlatılan özün katmanıdır. Basit bir deyişle anlatmak istediğimiz özün, alt metnin, derdin akışıdır. Üçüncü katman ise imgeler katmanıdır. “Parti” her üç katmana da sahip derin bir oyun. Hatta kıskanılacak, gurur duyulacak bir oyun. Ancak ne yazık ki üst katman dışındaki katmanları ana seyirciye aktarmakta zorlanıyor. Hele ki dizilerle ve Hollywood yapımlarıyla uyuşan ve alternatif sahnelere dahi sadece moda olduğu için giden -tiyatrocu ve eleştirmenler dışındaki- seyirciler için sadece ilginç bir öykü olarak kalıyor. Bunda en önemli etkenin de yorumlama olduğunu düşünüyorum. Aslında kendi başarıları başarısızlığa yol açıyor. Başarılı ve gerçekçi oyunculuk, üst katmanın altındaki katmanları algılamamızı zorlaştırıyor. Seyirci olarak ana hikayeye kendimizi kaptırıyor ve “düşünmemeye” başlıyoruz. Bu noktada çeşitli reji buluşlarıyla farkındalığın arttırılması gerektiğini düşünüyorum. Çağdaş sahneleme yöntemlerine de hakim olduklarını düşündüğümden bu şekilde bir yolla yeniden göz atılabileceğini düşünüyorum.
Oyunculuklar oldukça başarılı ve umut verici. Oyuncuların başarısının da aşırı çalışmadan kaynaklandığını hissediyorum. Oyuna gerçekten iyi çalışılmış. Ancak kimi noktalarda koptukları gözlemleniyor. Yine bir sorun da “aşırı gerçekçiliğe” bazı karakterlerin uyamayışından kaynaklanıyor.
Cem Uslu’yu bu sezon hem “Nerede Kalmıştık” oyununda da izleme şansına eriştim. Müthiş bir yetenek. Doğru duygular, doğru duruşlar, doğru geçişler. Kusursuz. Ancak buradan yazmak ne kadar doğru bilmem ama her iki oyunda da fark ettiğimden olacak; titremesinden hoşlanmadım. Sinirinin bozulduğu kısımlarda titremese her şey çok daha güzel olacak. O doğal yeteneği, bakışları, duygu aktarımı ile zaten her şeyi güzelce anlatırken o yapay yüz titretmeleri hoş durmuyor. Naçizane fikrim.
Onun dışında oyun içinde Pınar karakterini canlandıran Ayşegül Uraz’ı tebrik etmek isterim. Oyun boyunca seyri ve değişimleri o kadar doğru ve iyi özümsenmişti ki; izlerken keyif aldım.
Oyun izlediğim gün arayla beraber tam üç saat sürdü. Bu benim için oldukça uzun bir süreydi. Oyunun tek kusurlu yanı bu. Üç saat bu oyun için fazla geldi. Normalde program kitapçığında 160 dakika yazarken 180 dakika olmasını izlediğim güne bağladım. Ancak 160 da fazla. Oyunun bazı reji değişimleri ve metin kısaltmaları ile arayla beraber iki saate düşürülebileceğine inanıyorum. Evet, süre seyircinin süreci özümsemesine, sahte bir keyifle başlayan ve aslında hepimizin sürekli yaşadığı “parti” havasından sıyrılıp sineklerle beraber güdülerimize dönüşümüze yardımcı oluyor olabilir. Ancak yine de üç saat fazla. Kimi noktalarda; hele ki psikolog olan oyuncu girdikten sonra sabrımızın aşırı şekilde zorlandığını belirtmekte fayda var. Bu konuda bir şeyler yapılması gerekiyor ne yazık ki.
Sahne kullanımı, sahne yapısı ve dekor kullanımı başarılı. İkea bugünlerde alternatif tiyatrolarda bol bol reklamını yapabiliyor-artık sponsor mu olsa ne?
Ekip tiyatrosu bana doksanlardaki üniversite tiyatrolarını hatırlattı. Doksanlarda benim de genç olduğum o dönemlerde üniversite tiyatroları ekipçe üretir, ekipçe yaşar ve sonucu gözler önüne dererdi. Enerjileri değişimi sağlar, tiyatroyu geliştirirdi. Ekip’te bu havayı aldım ve umutlandım.
Bugünlerde genç yazarlar alternatif mekanlarda metinlerini seyirci ile buluşturabiliyorlar. Bu benim için kimi zaman kabusa dönüşüyor. Az önce de sözünü ettiğim gibi diziler ve Hollywood yapısı genç yazarları etkisi altına alıyor. Ucuz Avrupa filmleri taklitleri şeklinde yüzeysel ve sadece ucuz olay örgüsünün olduğu oyunlar yazılıyor. Karekterler yüzeysel, analizler zayıf, anlatım üstten ve dramaturji yok! Sanattan bihaber sadece gişe derdi. Hatta doğru sanat budur etiketiyle gişe derdi. Prodüksiyon karşıtı maskesiyle prodüksiyon! Ne kadar karmaşık olay örgüsü içerirse o kadar başarılı oyun yapıldığı sanılıyor. Ne kadar ajitasyon o kadar başarılı oyun. Ne kadar ünlü oyuncu, nedense o kadar başarılı metinli bir oyun. Ne kadar çok kitlesel seyirci o kadar başarılı oyun. Mekan oyunu başarılı kılıyor artık. Ne kadar ünlü tiyatro salonu o kadar başarılı oyun! Bu durum da oyunlara gitmeme engel oluyor. Genç yazarları istemeye istemeye desteklememeye başlıyorum. Ancak istisnalar çıkıyor. Ekip tiyatrosu bu konuda önyargılarımı kırıyor ve abartmadan söylemem gerekirse Dünya Tiyatrosu’na başarılı bir oyun metni sunmuş oluyor.
Parti’mizde bizler hayatımızı sürdürüyoruz. Ekip ise, bizleri her hafta sahneledikleri “Parti” ile bir süreliğine partimizin gerçek olmadığını hatırlatmaya çağırıyor. Mutlaka ama mutlaka izleyin!
Anahtar Kelimeler: ekip tiyatrosu, parti
0 Yorum