İBB ŞEHİR TİYATROLARI – MAVİYDİ BİSİKLETİM

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları bünyesinde sahnelenen Maviydi Bisikletim, Dinçer Sümer’in yaşamına, anılarına ve İzmir’e duyduğu aşka selâm çakan bir oyun… Yazarın “Bir Düş müydü O İzmir?” romanından da izler taşıyan metin, yönetmen Ersin Umulu’nun ellerinde otobiyografik bir anlatıya dönüşüyor. Kâğıt üzerinde kulağa romantik, nostaljik hatta şiirsel gelen bu yolculuk, sahnede maalesef aynı sıcaklığı yakalayamıyor.
Sümer’in yaşamına odaklanan bir oyun kurgulama fikri oldukça kıymetli zira o yalnızca bir yazar değil, aynı zamanda sahneye ruhunu vermiş bir tiyatro insanıydı. Onun kaleminden çıkan bir öyküyü sahneye taşımak, izleyiciyi de ister istemez duygusal bir bağın içine çekiyor ancak Maviydi Bisikletim’in bu yorumu, bağın içine girmek yerine kenarında dolaşıyor. Hatıralar, hikâyeler, aşk ve İzmir özlemi sahneye uğruyor da ne yazık ki bir türlü yerleşemiyor. Seyirci, içsel bir yolculuğa çıkmak isterken, birbirinden kopuk anıların arasında yönünü bulmaya çalışıyor, nihayette bir yere varamıyor. Metin, anlatı ile eylem arasındaki dengeyi kuramıyor; sözcükler çok, sahne eylemi az kalıyor

Ersin Umulu’nun rejisinde temel fikir anlamlı, hatta yer yer edebî bir tını da barındırıyor. Yönetmen, bir tiyatro insanının hayatının belirli kesitlerini, onun dalgalanmalarını ve geçmişle hesaplaşmasını “modern meddah” biçiminde aktarmayı amaçlamış görünüyor lâkin bu amaç sahneye tam anlamıyla sirayet etmiyor. Sahnede beliren durum; meddahın doğrudan, seyirciyle temas eden, doğaçlamaya ve anlatı dinamizmine yaslanan tarzından ziyade klâsik bir anlatım hattına dayalı, durağan bir duygu ve düşünce akışı oluyor.
Oyunun yapısında, hikâyeyi taşıyan değil, hikâyeye dışarıdan bakan bir reji anlayışı seziliyor. Yönetmen, sahnede söylenen her sözü bir tablo gibi donduruyor; oysa bu metin yapısı gereği akışkandır; devamlı nefes alıyor ve an içinde yeniden doğuyor. Sergilenen yönetimde ise her şey plânlı, fazlaca temkinli ve dolayısıyla cansız… Metnin zenginliği, sahne düzeninin monotonluğunda eriyip gidiyor.
Rejide en büyük eksikliklerden biri de ritim duygusu... Sahnede bir hareket, bir aksiyon bekleniyor ancak beklenen o an bir türlü gelmiyor. Uzun süre boyunca sahne, yalnızca sözcüklerle doluyor. Kelimeler sahnede yankılanıyor olsa da bedenle, jestle, devinimle buluşmadığı için seyircide bir titreşim yaratmıyor.
Dekor, salonun kenarlarına yayılmış bir çerçeve gibi göze hoş geliyor da ruha dokunmuyor. Oyuncu, o çerçevenin içinde kayboluyor. Dekor, bir öyküyü taşımıyor, orada öylece duruyor. Oysa iyi bir dekor, oyunun gizli oyuncusudur; işlevselliğiyle metni ve oyunu ciddi anlamda tamamlar. Burada o işlev yerini bir süs ve mânâsız bir fon görüntüsüne bırakıyor.
Bu nedenlerle oyun, niyet olarak iyi bir zemine sahipse de sahneleme tercihleriyle kendi potansiyelini sınırlıyor. Yönetmen, seyirciyle oyun arasına ciddi bir mesafe koyuyor; bu mesafe anlatıcının dolaysızlık özelliğini yok ettiği gibi, anlatının hissî çekirdeği de görünmez oluyor. Reji, metni taşımak yerine metnin ağırlığı altında eziliyor.

Dramaturgi
Hatice Yurtduru’nun dramaturgi çalışması, eseri sahneye taşımak konusunda doğru bir gayeye sahip olabilir fakat sonuçta ortaya çıkan yapı, parçalı bir hikâyeler zinciri gibi salınıp duruyor. Bahse konu olan karakterlerin geçmişleri, ilişkileri, kırılma anları, ana karakterle olan iletişim şekilleri havada kalıyor. Anlatıcının bazı anlarda kim olduğunu, sahnede kiminle konuştuğunu, neden onları o anda anlattığını da tam olarak çözülemiyor. Oysa bir metnin başarısı, o metinde geçen diğer karakterlerin arka plânlarının doldurulmasında yatar.
Oyun, duygusal ilinti kurmak istiyor ama bunun dramaturjik karşılığını bulamıyor. İzmir özlemi, ilk aşk, meslek tutkusunun iç içe geçtiği bir yapı yerine; hatırlanmış, yarım kalmış anıların bölük pörçük temsiline dönüşüyor.
Oyunculuk: Heyecan Var, Deneyim Eksik
Çağrı Büyüksayar, sahneye genç bir enerjiyle çıkıyor ancak bu enerjiyi yönetmekte zorlanıyor. Tek kişilik, tek perdelik, 80 dakikalık bir temsil… Dolayısıyla izleyenlerin dikkatinin diri tutulması gereken bir oyunda beden hâkimiyeti, diksiyon, ses, nefes, tempo, jest, mimik her şey hayati önem taşıyor. Büyüksayar, bu doğrultuda çabalıyor olsa da bir türlü sahnenin ağırlığını taşıyamıyor. Ellerini kollarını nereye koyacağını bilemiyor, jestler yarım kalıyor, mimikler sahici bir duyguya dönüşmüyor. Anlatının yükü kelimelerde ve tümcelerde fakat onlar da diksiyon, artikülasyon, ezgileme, tonlama ve vurgu sorunları yüzünden seyirciye tam ulaşmıyor. Bahse konu edilen kişilerin taklitleri bile aşırı derecede yüzeysellik taşıyor; aynı ses tonuyla yapılmış benzer denemeler, sahneye renk katmak yerine tekdüzelik yaratıyor.

Dekor
Sahne tasarımı ve kostümler Ayşen Aktengiz’e ait... Dekor, henüz oyun başlamadan ilk bakışta estetik bir cazibe sunuyor ve merak uyandırıyor. Her bir köşede bambaşka epizotlar gerçekleşecekmiş izlenimi veriyor. Salonun kenarlarına yayılmış, dış hat gibi duran bu dekor, mekânı biçimsel açıdan tamamlıyor belki ama oyun başladıktan sonra sahneye hiçbir derinlik kazandırmıyor. Tasarım, oyuncunun ruhsal evrenine eşlik etmek yerine, onu kuşatıyor ve adeta yutuyor. Oyuncu, baba yerine koyup yaşar kıldığı kukla haricinde neredeyse hiçbir objeye dokunmuyor; birkaç an dışında da dekorun yanına yöresine dahi uğramıyor. Bu durum, sahne ile oyuncu arasındaki enerjiyi emiyor. Başarılı bir dekor, yalnızca göze hitap etmez; sahneye anlam, yön, duygu ve ritim katar. Bu oyunda ise dekor, işlevselliğini yitirerek yalnızca bir manzaraya dönüşüyor. Orada olmasının nedeni anlatıya katkı sağlamak değil de boşluğu doldurmak gibi görünüyor.
Işık ve Müzik: Oyunun Kurtarıcıları
Maviydi Bisikletim’in en güçlü tarafı ışık tasarımı… Murat İşçi’nin ışığı oyuna ruh katıyor, sahneye zamansal bir doku kazandırıyor. Özellikle geçmiş ve şimdi arasında kurulan geçişlerde ışığın tonu, oyunun duygusunu taşıyor.
Sinan Arslan’ın besteleri, Doğa Gençalioğlu’nun sahnedeki canlı performansıyla birleştiğinde, oyunun ritmini ve tonunu belirleyen aktif bir unsur hâline geliyor. Müzik, sahneye bir anlık da olsa canlılık ve samimiyet katıyor ve duygusal geçişleri daha organikleştiriyor. İzleyici, müziği sadece duymuyor; onun sayesinde karakterin haletiruhiyesiyle etkileşime giriyor. Bu minvalde Doğa Gençalioğlu, oyunun diğer bir anlatıcısı gibi işlev görüyor; oyuncunun sözsüz duygularını, ışıkla birlikte müzik aracılığıyla görünür kılıyor ve bazen oyunun eksik kaldığı bağlantıyı ve modülasyonu tamamlıyor.
“Meddahlık” İddiası
Broşürde yönetmen, meddah geleneğinden yola çıktığını söylüyor. Şu anki hâliyle bu söylem, temelsiz bir iddiadan öteye geçemiyor çünkü sahnede gördüğümüz şey, meddah geleneğiyle yakından uzaktan ilgisi olmayan bir monolog…
Meddah, seyirciyle doğrudan iletişim kuran, doğaçlamayı merkeze alan, taklit ve mizahı birleştiren, anlatı ile eylemi iç içe geçiren, elindeki basit aksesuarları büyük bir beceriyle çeşitli objelere çevirmesini bilen bir halk tiyatrosu formudur. Bu oyunda ise doğaçlama yok, konuklarla iletişim yok, mizahın izi bile yok. Sahnede anlatılan her şey, önceden ezberlenmiş bir roman pasajı gibi... Hâl böyle olunca “meddah” ifadesi yanlış bir çağrışım yaratıyor. Eğer gerçekten meddahlıktan beslenmek isteniyorsa, o zaman oyunun direkt seyirciyle ilişki kurması, anlatının içinde anlık tepkiler üretilmesi, canlı bir sahne dili kullanılması gerekiyor.
Sonuç: Güzel Bir Fikir, Eksik Bir Sahneleme
Maviydi Bisikletim, maksadı değerli, fikri kıymetli bir oyun… Dinçer Sümer gibi bir ismi sahnede anmak, onun yaşamına teatral bir saygı duruşu olmasına rağmen, beklenenin aksine uygulama o fikrin altını dolduramıyor.
Oyunun ışığı, müziği ve atmosferi kimi zaman izleyiciyi içine çekiyor lâkin oyunculuk ve dramatik yapı salondakileri orada tutamıyor. Zihinlerde hikâyeden ziyade çoğu birbirinden bağlantısız hatıralar kalıyor.
Hasılı, Maviydi Bisikletim şık bir “kutu” gibi duruyor: İçi yaşanmışlıklarla dolu fakat kapağı tam olarak açılamamış bir kutu... Biraz daha sahne eylemi, biraz daha derinlik olursa o vakit belki o bisiklet gerçekten daha bir mavi görünebilir.
Anahtar Kelimeler: Maviydi Bisikletim, İstanbul Şehir Tiyatrosu
0 Yorum