Tiyatro Oyun Kutusu bu sezon perdelerini Serdar Saatman’ın yazıp yönettiği Çarpıntı oyunu ile açacak.
That Face, Sekshop, Son Zenne gibi oyunları ile beğeni toplayan ekibin provalarına Grandpera ev sahipliği yapıyor. Oyunun başrollerini Yarkın Ünsal ve İrem Deniz paylaşıyor. Oyunun dekor ve kostüm tasarımı ise Oğuz Şahin’e ait. Dramaturgi kısmında ben olduğum için hem oyun metni hakkında hem de prova süreci hakkında birkaç söz söylemek istedim.
Çarpıntı oyunu, 2047 yılında yeraltındaki bir metro istasyonunun ucunda geçiyor; yazarın deyimi ile “sondan sonraki yer”de. Oyunun yeraltında geçmesi önemli bir karşıtlığa zemin oluşturuyor: yerin üstü ve yerin altı karşıtlığına. Ancak 2047’deki bu dünya için yerin üstü de yerin altı kadar tekinsizdir. Yukarıda iç savaşların, toplu katliamların hüküm sürdüğü bir dünya vardır. İnsanların toplu bilgilendirme seansları ile “bilinçlendirildikleri”, iç savaşlarda taraf olmak zorunda bırakıldıkları, nefretin ve öfkenin hakim olduğu bir dünya… Sadece yöneticilerin ayrıcalık sahibi olduğu, diğerlerinin ölmesinin bir sakıncasının olmadığı, özellikle kadınların yaşamasının bile mucize olduğu bir dünya... Peki aşağısı? Aslında aşağısı da yukarıdan farksız değildir. Aşağıda lağım boruları, pis kokular, fareler, hayatta kalma çabası ve ölüm vardır. Nefret ve öfke buraya da sızmıştır.
Sondan sonraki bu yerde iki insan vardır. Tüm bu savaşların arasında iki insan… Biri erkek biri kadın. Biri Cihan biri Ceylan. Cihan’ın tarafı bellidir ki zaten bu uğurda yetiştirilmiştir. Aldığı askeri eğitimin etkisinde bir inanç ve düşünce sistemi vardır. Kendisi gibi olmayanlar düşmanıdır ve çözüm çok basittir; ölüm. Ancak… Yaşayıp öğrendiği bunca şeye rağmen yine de içindeki sesi susturamaz: “Vicdanım zifir gibi enseme yapışmış. Dudaklarımın üzerinde. Kapkara. Her an kokusunu alıyorum.”… Cihan sondan da öteye geçtiği için vicdanının sesini duyabilmektedir belki de. Çünkü burası her şeyin bittiği, yok olduğu, sonun da bir sonu olduğu yerdir ve Cihan burada yapayalnızdır, iç sesi vicdanı olmuş konuşmaktadır. Ceylan’ın yeraltına gelişi ile birlikte Cihan’ın vicdan muhasebesi derinleşir. Cihan, Ceylan’ı başlangıçta düşmanı olarak görür - zaten ona göre herkes düşmanı değil midir? Aslında Ceylan süregelen savaşta tarafsızdır ve her zaman kendini iyiliğin tarafında görmüştür. Ceylan’ın amacı dünyayı yok etme planını Cihan’a uygulatmaktır ve bu o kadar da kolay olmayacaktır.
Farklı yaşam amaçlarına sahip iki insan, Cihan ve Ceylan, karşılaşmalarının tedirginliklerini atlatıp birbirleri ile iletişime geçtiklerinde iç savaşın iç yüzünü ve savaştaki iki tarafı görürüz adeta. Bu öyle bir savaştır ki Ceylan’ın tarafsızlığı da bir taraf olagelmiştir. Neticede sahnede iki farklı insan vardır ve sırf bu farklılıkları da düşman olmaları için yeterlidir... Sahneler ilerledikçe iki karakterin konuşması neredeyse savaş bombardımanı etkisi uyandırır. Anlatılanlar öylesine sert, konuşulanlar öylesine acıdır ki yeryüzünde yaşanan korkunç kabusun tam ortasında buluruz kendimizi. Cihan’ın kabusunda, Ceylan’ın kabusunda kayboluruz. Yazar-yönetmen Saatman, kabus metaforunu sert üslubu, güçlü karakterleri ve tekrara dayanan diyalog örgüsü ile güçlendirmiş. Hem metin, hem reji ve oyunculuk bir an olsun bu kabustan çıkılmasına izin vermeyecek şekilde tasarlanmıştır.
Yazar Saatman, metnin bazı bölümlerine tekrar eden diyalog örgüleri yerleştirmiş. Metni okuduğumda yaşadığım kafa karışıklığını hatırlıyorum. Kendini ara ara tekrar eden bir metni okumak oldukça şaşırtıcı ve heyecan vericiydi. Prova aşamasında ise zorlayıcı kısımlardan birisiydi. Çünkü birçok soruyu beraberinde getiriyordu: Aynı ritmde mi oynanmalı? Duygusu nasıl olmalı?.... Yine de bu bölümler oyuncular açısından oldukça verimli değerlendirildi. Hikayenin tekrarlı yapısı sahnedeki zaman algısını da sorgulatacak nitelikte. Gerçek bir zaman mı, kurgusal bir zaman mı, hayal mi, sanrı mı gibi sorular da beraberinde geliyor. Hikayenin karmaşık yapısı bir labirenti andırırken tekrara dayalı bölümler dönüp dolaşıp aynı noktaya geldiğimizi gösteriyor. Bu da kendimizi çıkışı olmayan bir labirentte dolayısıyla da bir kabusta hissettiriyor.
Karakterlerin kendi hikayelerini anlattıkları tiratlar, insanda, zaman zaman tek kişilik oyundaymış hissi uyandırıyor. Aslında Çarpıntı için “iki kişilik tek kişilik oyun” da denilebilir. İki oyuncu hem partneri ile bir diyaloğu sürdürürken hem de kendi monologlarını devam ettirirler. Yani sahnede hem ikili bir iletişim vardır hem de kendi içlerinde yaşadıkları bir süreç ve geçmişten getirdikleri hikayeleri vardır. İki oyuncunun da kendi geçmişlerini anlattıkları uzun tiratlarda anlatılan olaylar ve duygular o kadar yoğundur ki içinde kaybolmamak mümkün değildir. Bu bölümler oyuncular açısından zorlayıcı olduğu gibi biz seyirciler açısından, kendilerindeki farklı renkleri ve çizgileri görmemiz nedeni ile oldukça verimli.
Cihan ve Ceylan karakterlerindeki değişim, yeryüzündeki savaşın şiddetlenmesinden sonra belirginleşiyor. Çünkü onlar için pek bir çıkış yolu kalmıyor. Yeraltından çıkamayan Cihan ve Ceylan’ın birbirleri ile geçirdikleri vakit arttıkça düşmanlık duyguları azalıyor, duyguları ve zaafları ortaya seriliyor. Benzer şekilde düşünmeye başlıyor, benzer çözüm önerileri sunuyorlar. Tekrar eden diyalog yapısı burada birbirini tekrar eden iki karaktere dönüşüyor. Aslında sahneler ilerledikçe iki karakterin bir olma hikayesine tanıklık ediyoruz. Cihan ve Ceylan iç içe geçiyor ve birbirine karışıyor. Bu da iki kişilik tek kişilik oyun benzetmesini haklı çıkarır nitelikte.
Özetle, distopik bir dünyada geçen Çarpıntı oyunu, seyirciye, 2047’deki bir kabusu tekrar tekrar yaşatıyor. Hikayedeki karakterlerin travmatik geçmişlerini uzun uzun anlatmaları kabusu daha da derinleştiriyor. Bitti sandığımız yerde kabus yeniden başlıyor ve bu sefer daha da şiddetli şekilde… Oyun bittiğinde sarsılmış bir halde kalan seyirci oyunu anlamlandırmaya çalışıyor. Çünkü oyun boyunca anlamlandıramadığı birçok nokta var. Çünkü kabusu sadece yaşarız. Ancak uyanınca kabusta olanlar ve anlamları hakkında kafa yorarız. Çarpıntı oyunu, izleyenlerde böyle bir etki uyandıracak gibi. Oyun, sahnede bittiğinde seyircinin zihninde devam edecek.
0 Yorum