"Absürt Senfoni" izledikten sonra, fuayede Serkan Abel ile kısa bir röportaj yaptık.
Pınar Çekirge - Öncelikle neden durdun, neden bekledin ve neye baktın diye sorsam ?
Serkan Abeş - "Durmak iyi. Risksiz. Durmak kim ne istiyorsa, o olabilmek."
"Beklemek iyi. İhtimalleri öldürmüyorsun. Her zaman kazanma ihtimalin var. "Bakmak iyi. Hem biliyorsun hem susabiliyorsun."
Oyundaki karakterler böyle cevap veriyorlar ya da itildikleri, sıkıştırıldıkları ve/veya kendilerini sıkıştırdıkları durum için kendilerini böyle ikna etmeye çabalıyorlar.
Kendi adıma cevap vermem gerekirse de, eylem alanlarımızı kaybettik gibi geliyor bana.
Eylemsizliğe itildik ya da eylemsizliği tercih edip, kendimize belli konfor alanları yaratmaya çalışıyoruz sanki.
Bir çoğumuz büyütülürken "Yavrum sen olaylara karışma", "Aman sakın, çok konuşup da göze batma", "Sen mi kurtaracaksın dünyayı. İşini yap sen” denilerek büyütüldük. Dahası "Sigortalı bir işin olsun, şu yaşa geldiğinde evlen, şu okulda oku, patronunla ters düşme, büyüklerine her zaman saygı göster." Aslında bunların hepsi hayata katılmaktan ziyade kendini kurtarma çabasının bir ürünü gibi geliyor. Ve bunlar yaşamak ile ilgili değil de hayatta kalmakla ilgili sanki daha çok. Yaşamaksa biraz eylem meselesi.Ne yaptığımız ile ilgili.Ben de bu hepimize işlemiş zihniyetten ayrı değilim pek.Kendimde de bazen bu yaklaşımı görüyorum ve her defasında yüzleşmek
zorunda hissediyorum bu durumla. Kendimle çokça kavgasını verdiğim bir durum bu. Çünkü hem uyum sağlamak zorunda bırakılıyoruz, hem de böyle bir dünyaya uyum sağlamak, mide bulandırıyor.
Bir de geçen yaz Kafka'nın "Dönüşüm”ünü tekrar okuduğumda Kafka'nın kendi eseriyle ilgili şu cümlesine rastladım : "Hayvana geri dönülüyor. Çünkü insanca yaşamaktan daha kolay," diyor.Üstelik bunu 20. Yüzyıl başlarında söylüyor. Bana sanki 21.Yüzyıl insanı olarak bizler de çoktan nesne-ye dönüştürülmüşüz gibime geliyor. Hatta kendimizi doğrudan metaya çevirip pazarlamaya başladık bile sosyal medyalarımızdan. Kendi hayatlarımızın performansını pazarlamak gibi garip bir durum oluştu. Yaşamaktan ziyade yaşamın performansı gerçekleştirilip, pazarlanmaya çalışılıyor.
Aslında bunların hepsine karşı hem durup, hem bekleyip hem bakıp bir yandan da bu durumla yüzleşmeye,kendime bunun hesabını vermeye çalışıyorum.
Sanki bir soru üç cevap gibi oldu. Ama kafam da böyle çalışıyor benim. Arkadaşlarım falan nefret eder bu huyumdan ama galiba cevap hepsinin de toplamı. Tek bir cevabın olmadığı bir durum.
Hayatımızın en minör alanından en majör alanlarına yayılmış bir konu. Durmak, beklemek, bakmak ve eylemsiz kalmak konusu.
Pınar Çekirge - " Absürt Komedi " ye nasıl hazırlandın ?
Serkan Abeş - Evde tek başıma hazırlandım, diyebilirim.Masa başı sürecini tümüyle bitirdikten sonra, artık oynaması kalmıştı. Evde ufak bir odaya ışığımı kurup, iki ay boyunca kendimi kapatıp, tek başıma prova alıp, deneyip yanılıp, sonra tekrar deneyip yanılıp, oyun için en doğrusunun peşinden koştuğum bir süreçti bu. Böyle bir yapı kurduğunuzda sınırlarınızı da zorlamak zorunda kaldığınız ve kendinize dair çokça şey keşfettiğiniz bir laboratuvar süreci oluşturmuş da, oluyorsunuz aslında. Tabii, ben en başta "Proje Eksi Bir" olarak tek başıma yapmayı düşünüyordum. Oyun provalarda kendini tamamlamıştı ama süreç benim için o kadar yorucu olmuştu ki, oyunu
oynayacak maddi, manevi gücüm kalmamıştı.
Pınar Çekirge - Neden ?
Serkan Abeş - Maalesef oyun üretmek, bir oyunu sürdürmekten daha kolay olmuş durumda ülkemizde. Oyun üretmek mesleğimizin bir parçasıyken, diğeri mesleğimiz dışında her şey ile mücadele etmemizi gerektiriyor. İşte o sırada, Tiyatro Mora ile yollarımız kesişti. "Madem oyunun var. Gel, biz senin istediğin konularda bu sezon sana destek olalım. Beraber girelim bu işe " dediler ve yapım ortağı oldular.
Pınar Çekirge - Şanslısın, diyorum.
Serkan Abeş - Haklısınız. Daha oyunu bile izlemeden sadece bana güvenerek bu süreçte elim kolum oldular. Onların katılımıyla beraber oyunun sahnelenmeye başlama süreci hızlandı. Tek başıma olsam, bir ay sonrasına ya da sonraki sezona kalacak süreç, onlarla beraber hızlandı.Destekleri çok değerli benim için.
Pınar Çekirge - Yazmak, yönetmek, tasarımı yapmak ve oynamak bir koltukta dört karpuz, diyelim.Nasıl bir süreçti bu ?
Serkan Abeş - Oyun süreciyle ilgili en sağlıklı süreç elbette ki benim yaptığım değildir. Oyunu yazarken aslında rejisiyle beraber tasarlıyorum. Bir performans metni oluşturmaya ve ancak sahnedeki o yapıyla istediğim etkiyi yaratacak bir dünya kurmaya, çalışıyorum. Benim için biçim ve içeriğin birbirini tamamlıyor olması bu anlamda çok önemli. Dekor ve ışığı da aslında bunlardan ayrı ve farklı, düşünmüyorum.Hepsinin iç içe girdiği ve aslında birbirini tamamladığı bir süreç oluyor aslında benim için. Elimdeki ufak imkanlarla o oyunun bulmacasını, çözmek gibi. Oyunculuk da aslında bütün bu süreci bir araya getiren, tiyatronun vazgeçilmezi olan o “şimdiki zaman”da her seyi birbirine bağlayan ve seyirciye de o süreci açan olmazsa olmazımız tabii ki. Zaten oyuncu olarak kendimi zorlamayı, başıma bela açmayı da çok sevdiğimden olacak benim için ilginç ve keşif dolu bir laboratuvar süreci oldu. Kendi yarattığım bir dünya olunca da, onun içinde nasıl hareket edeceğimi daha rahat bulabildim. Bu da daha fazla
deneme yapmamı sağladı oyuncu olarak. Ama tek olmanın dezavantajları da var tabii ki. Kendinizi olabilecek en üst seviyede disipline etmeniz gerekiyor. Bir yanınızın “ Yaa
burası da böyle olsun ne olacak" demesine müsaade etmemeniz, olası moral bozuklukları sürecinde kendinizi tekrar ayağa kaldırmanız gerekiyor. Bunlar da tabii olması gerekenden, daha fazla yoruyor sizi.
Pınar Çekirge - Ve biraz geriye dönelim...Şahika Tekand Studio Oyuncuları’nda oyunculuk ve sanat eğitimini tamamladın. Sonrasıında Studio Oyuncuları’na katıldın.Bu dönemden bahsetsen...
Serkan Abel - Şahika Tekand ve Studio Oyuncuları hayatımın en özel dönemiydi kesinlikle. Çok genç yaşta da böyle bir sürece dahil olduğum için de kendimi çok şanslı hissediyorum. Sadece oyuncu olarak değil aynı zamanda insan olarak da büyüdüğüm bir süreçti. Hala Studio'yu evim gibi görüyorum. Studio’ya her gidişimde eve dönmüş gibi hissediyorum. Studio’nun tiyatroya getirdiği bakış açısı, entelektüel yapısı benim için çok değerli. Bugün bir şey yapabiliyorsam eğer, kesinlikle oranın bana kazandırdıkları sayesinde. Studio’da eğitim almış olmak, oyuncu olarak içinde yer almak mutluluk verici. Türkiye’nin en önemli tiyatrolarından birinin parçası olmak müthiş bir duygu.Oyun yazarken ya da bir metne çalışırken, prova alırken kafamın içinde Şahika Hoca'nın, Esat Hoca'nın seslerini duyuyorum.O dönemde bana söyledikleri şeylerin bazılarını yeni yeni idrak ediyorum bazen. Bu yüzden orası ve bana kattıkları çok özel. Yaptığım iki oyunda da oranın izlerini taşımaktan gurur duyuyorum.Tasarlayan ve tasarladığını oynayabilen bir oyuncu olarak yetiştirdiler bizi. Bence bu çok değerli ve önemli.
Pınar Çekirge - Dalton Trumbo'dan uyarladığın "Sir Yes Sir"ü de, yönettin, ışık ve sahne tasarımını yaptın. Biraz da bu oyundan konuşsak mı ?
Serkan Abel - “Proje Eksi Bir” olarak ilk oyunumuz. Bu yüzden özel de bir yeri var. Çok şey öğrendiğim zor bir süreçti O dönem çıkan her oyun gibi pandemi şanssızlığı yaşadı. Dalton Trumbo'nun "Johnny Got His Gun" romanı uzunca bir süredir aklımdaydı aslında. Ama çok da üzerinde durmamıştım. Bir tekrar bakayım, dediğimde daha önceki okumamın üzerine çok başka bir yerden çarptı beni ve yapabilir miyim diye düşünmeye başladım. Bu anlamda ilk iş romanı sadece okumak ile sınırlı tutmamak derin bir analizine soyunmak oldu. Dalton Trumbo yazarken, nasıl bağlantılar kurmuş, bunu neden yazmış olabilir sorularını kendimce cevaplamaya çalıştım.Tabii ki, bir romanı sahneye uyarlamak bazı şeylerden vazgeçmenizi de gerektiriyor çünkü, henüz tamamlanmış bir eseri tamamen farklı bir mecrada yeniden üretmek istiyorsunuz. Bu anlamda uyarlamadan çok bir yeniden yazım oldu "Sir Yes Sir". Romanın özünde olan, beni harekete geçiren durumu korumak ve kendi dünyamda yeniden yaratabilmek
meseleseydi. Yaptığım analizler ve romanın kendi bağlantılarını keşfettikten sonra bunları kendi yaratmak istediğim dünya için nasıl yeniden kurarımın peşine düştüm aslında. Burada döneme dair yaptığım araştırmalar, savaş hikayeleri, Dalton Trumbo'nun hayatı ve röportajları hem dayanak oldu hem de kendi yaratımımı güçlendirmemi sağladı. Yaratmak istediğim biçimle beraber metin de, yavaş yavaş şekillenmeye başladı.Az önce de dediğim gibi, biçim ve içeriğin birbirini tamamlıyor, dönüştürüyor olması benim için çok değerli.Tüm bunlar oluştuktan sonra da iki buçuk aylık yoğun bir prova sürecine girdik zaten. Oyunun da yüksek performans isteyen, tempolu bir yapısı vardı. Oyuncu olarak da, kendimi bu yapıya uygun hale getirmem gerekiyordu.
Pınar Çekirge - Yani ?
Serkan Abel - Kondisyonumu arttırmak için prova dışında ekstra antrenmanlar, oyuncu olarak yeni keşifler, yeni denemelerle ve bol bol kendimle kavgayla geçen bir süreçti.
İki oyunda da provada tasarladıklarımla oyuncu olarak tekrar yüzleştim aslında.Masa başında farkedemediğiniz şeyler sahnede oynarken çok açık bir şekilde karşınızda duruyor.Bu durum da, ister istemez oyuna farklı açılardan bakmanızı sağlıyor bir yandan. Ve metnin olanaklarını daha rahat keşfedebiliyorsunuz. Tabii ki, oyuncuyken her istediğinizi yapmamanız, dahil olduğunuz dünyanın içinde kalmanız şartıyla.O disiplini kaybetmemek de çok önemli geliyor bana. Aslında "Absürt Senfoni" de "Sir Yes Sir" de kendimle çokça kavga ettiğim süreçler oldu. Umarım, verdiğimiz onca emeği iyi bir oyuna, dönüştürebilmişizdir. Amacım sadece bu.Oyuncu olarak, her seferinde “daha iyisi nasıl olur”un peşine düşüyorum.Dilerim, bu oyunlarımıza da yansıyordur. “Sir Yes Sir” sürecinden beri çok güzel insanlarla karşılaşıyoruz.Bu nedenle seyircilerimize
çok teşekkür ederim. İyi ki, yanımızdalardı.İyi ki, bizimle şimdiki zamanı paylaştılar. Bize kattıkları çok, ama çok değerli. İyi ki varlar.
Röportaj sonrası merdivenlere yöneldiğimde Lauren Bacall'ın şarkısını duyar gibi oldum :
" Welcome to the theatre
To the magic, to the fun
Where painted trees and flowers grow
And laughter rings..."
Anahtar Kelimeler: Absürt Senfoni, Serkan Abel
0 Yorum