Meçhul Askerin Çığlığı
‘’Önce zıplamak…mayının üstünde…beni buraya diken herkesin üstünde zıplamak istiyorum…her şeyi eze eze koşmak istiyorum…söz, karıncaları ezmeyeceğim.’’
Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün 1980’lerde yayınladığı bir raporda, son üç yüz yılda dünyanın herhangi bir yerinde savaşın olmadığı sürenin yalnızca yirmi altı gün olduğu belirtilmiş. Beş yıl süren İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği yıkımdan sonra, savaş karşıtı iki yazardan ABD’li John Steinbeck, ‘Bir Savaş Vardı’ ve Fransız Boris Vian ‘Karıncalar’ kitaplarını yayınlamışlar.
Gökhan Aktemur’un, bu iki kitaptan alıntılar yaparak yeni bir dille oluşturduğu tek kişilik oyunu, ‘Karıncalar – Bir Savaş Vardı’ adıyla Şehir Tiyatroları’nda sahneliyor. Yönetmenliğini Ergun Üğlü’nün yaptığı oyun, neden savaştığını bilmeyen bir askerin, sevgilisine kavuşmak için savaştan kaçarken bir kara mayınına basması ve hemen sonrasına kadar yaşadıkları ve tanıklıkları üzerinden, savaşların bireylerin savaşının olmadığını, onların da kurban olduklarını anlatıyor. Bunu yaparken de seyircinin tahmin edemeyeceği ya da etmek istemeyeceği dehşetli sahneleri sıradan eylemlermişcesine betimliyor.
Sahnede, gemi güvertesi ya da kara olarak kullanılmak üzere öne eğimli siyah bir platform, iki yanında cephaneliği de çağrıştırabilecek sandıklar kullanılıyor. Yalın dekor, bir bölümünde su, yağmur, ışık ve ses efektleriyle destekleniyor. Çatışmanın anlatımından sonra ölen askerleri temsilen, üstlerine miğfer geçirilmiş postallar yukarıya yükseliyor.
Mert Turak’ın canlandırdığı askerin anlattığı öyküde, sevgilisi Jaklin, arkadaşı Azman, Çapkın ve tanımadığı ama öldürdüğü ya da ölümüne tanık olduğu ‘’meçhul’’ askerlerin öyküleri de izleniyor. Savaş kararında hiçbir etkisi olmayan, ölmeyi de öldürmeyi de istemeyen büyük kalabalıkların kendi küçük hikayeleri, ümitleri ve beklentileri etrafında, savaşın korkunç yönünü ve ‘insan’ın zorunlu olduğunda sınırlarını ne kadar zorlayarak ‘insanlıktan’ çıkabileceğini gösteriyor. Gemide savaşa giderken tüm askerlerin, dönüşte yapacaklarının hayalini kurduğu, küçük kumarlar oynadığı, iddialaştığı, şakalaştığı bir ortam oluştuğu görülüyor. Karaya çıkarma yapıldığında düşman askerleriyle karşılıklı bekleşirken ‘’Onlar da korkuyorlar mı?’’ sorusuyla, tanımadığı ve kendi gibi ‘emir kulu’ insanları düşman görüp, ölmek ya da öldürmekten başka bir seçeneğinin olmadığını da anlıyor. Hemen yanındaki, arkasındaki, önündeki insanların parçalanarak ölümüne, tankların cesetlerin üzerinden geçerken çıkan seslere, değerli bir ganimet olan tankı ele geçirmek için sürücüsünün katledilişine varıncaya kadar ayrıntılarıyla anlatıyor. Artık bambaşka biri olduğunu ‘’…Ama savaştan sonra ne olacak? İşte bu beni çok korkutuyor.’’ derken, savaşın kazananının olmadığını, insan benliğini yıktığını da yansıtıyor. Savaşmanın anlamsızlığını keşfedip kaçmaya çalışırken dünya genelinde gömülü olan iki yüz milyon kara mayınından birine basıyor. Ayağını kaldırırsa ya da uyursa ölecektir.
Mert Turak, seksen dakika boyunca seyircinin dikkatini ve ilgisini kaybettirmeden, sevinç, üzüntü, korku ve umut dolu duygu geçişlerini ‘kurbanın’ gözünden yansıtıyor ve sahnenin her yerini kullanıyor. Oyun boyunca seyirciye savaşın korkunç yönünün yansıtılması ve bir mayından şans eseri kurtulduktan sonra bir başka mayına yakalanması çıkışsızlığı ve kaçışın olmadığını vurgulayarak seyircinin harekete geçmesini sağlamak yerine ümitsizliği pekiştirme riski taşıyor.
İkinci Dünya Savaşı’ndan yetmiş üç yıl sonra hala meçhul askerler umutlarını, sevdiklerini geride bırakmaya devam ederken ve herkes savaşın korkunç bir şey olduğu konusunda hemfikir ve kimse savaşı istemezken; ‘’Ve birilerinin elinde planlar, krokiler hala çalışıyorlar’’. Kim bunlar?
Anahtar Kelimeler: karıncalar
0 Yorum