MAKALELER

Karıncalar - İstanbul Şehir Tiyatrosu

2018.07.16 00:00
| | |
10851

İsimsiz asker… Kaybı ne ifade eder ki zaten bu kirli oyunda? “Yüz dokuz milyon dokuz yüz doksan dokuz bin dokuz yüz doksan dokuza” düşer dünyadaki insan sayısı....

İnsan Ne Uğruna Savaşmaz?
    
İstanbul Şehir Tiyatroları, Boris Vian’ın; Karıncalar öyküsünü ve John Steinbeck’in Bir Savaş Vardı romanını, Gökhan Aktemur’un uyarlaması-oyunlaştırması ile sahneye koyuyor. Oyun; aynı isimle tek perde olarak, Ergün Üğlü’rejisi ve Mert Turak’ın tek kişilik performansı ile seyirciyle buluşuyor.
   
Savaş, ’şiddet üniformalarını ’giydikleri andan itibaren kişiyi dönüştürmeye başlar. Kendi amacı etrafında aynılaştırır. Kişilerin sivil hayatta, kim olduğu ne düşündüğü ve ne hissettiğiyle ilgilenmez. Onları aynı üniforma altında dost, farklı üniforma altında düşman ilan eder. Savaş, kendisinden faydalanmayanların tahmin edemediği bir zamanda başlar ve biter. Genelde en büyük zararı da onlara verir. Savaşa sürüklenen bir asker, savaşın devamını sağlar ve savaşın gerçek nedenini hiçbir zaman bilmez.


   
Oyun, savaşmak isteme (me)sine rağmen, savaşmak zorunda kalan isimsiz bir askerin hikayesini anlatmasıyla başlar. Asker, savaşın başlarında ayrılık acısına ve savaşın acı ve şiddet dolu mantıksızlığına alışmaya çalışır. Bu arada kalmışlık ile mücadele etmenin altını oyun boyunca eşeler.
   


Sahne, bir savaş cephesi izlenimi de uyandıracak şekilde tasarlanmış. Dekor, öne doğru 30 derece eğimli olan ve sahneyi kaplayan geniş bir tahta kaideden oluşuyor. Bu eğimli tahta zemin, cepheye giderken geminin güvertesi, cephedeyken savaş alanı ve oyunun sonuna doğru bir mayın tarlası işlevi görüyor. Tahta zeminin, ön tarafında su ile doldurulmuş ve oyun içinde deniz kıyısı olarak kullanılan bir bölüm de var. Sahne solunda askerin çadırını kurup, uyumak ve dinlenmek için kullandığı farklı yükseltilerde olan bir alan ile, sahne sağında; tahta kasalardan oluşan değişik büyüklerde iç içe geçmiş tahta kutular var. Oyuncu, sahne üstündeki dekoru, gerçekte öyle olmasa da kendi kullandığı bağlamda, farklı araçlara dönüştürebiliyor, tahta kutuların tanka dönüşmesi gibi. Bu durum ‘hikâyenin akışı içinde, ’sahne gerçekliğiyle ilgili yadırgatıcı-yabancılaştırıcı bir etki uyandırmıyor, organik şekilde değiştiriliyor.


    
Askerin, sevgilisi Jacqueline için günlüğüne yazdıkları, bize içinde bulunduğu dünyayı gösterir. Savaş ortamında; yaşadığı çaresizliği, acı ve şiddetin rengi ve sertliği hakkında uzunca bilgi verir. Bunu sevgilisine seslenişe çevirerek bize aktarır. Günlüğü aracılığıyla ilk ağızdan kendi hikayesini ve arkadaşları” Azman” ve” Çapkın”ın hikayelerini de şahitlik ederiz. Karakterler arası geçişler, oyuncunun beden ve ses kullanımındaki farklar oldukça belirginleştirilmiş.
    
Cephedeki bir askerin sürünmesi, sularda yatışı, yağmurda ıslanması, patlamalara maruz kalması gibi yoğun fizikselliğe dayanan hareket rejileri, oyuncunun enerjisinin yüksek olmasından dolayı, hikâyenin anlaşılmasını kolaylaştırıyor. Coğrafyamızdan kaynaklı hikâyenin tanıdık oluşu, anlatı dünyasının içine çekilmemize sebep oluyor. Tablolar arası bağlantılar, organik şekilde yapılıyor ve oyunu takip etmemizi sağlarken dramatik bütünlüğe de hizmet ediyor.
    
Oyunda kullanılan ışıklar, savaşın farklı aşamaları, askerin ruh hallerindeki değişimlere göre tasarlanmış. Daha açık ifadeyle sahnede aydınlatma işlevi dışında, sahne etkisini güçlendiren bir etki içinde kullanılıyor. Sahne değişimleri; ışık karartmaları ile yapılıyor ve müzik ile destekleniyor. Işık açılınca, yapılan ufak değişikler, eslerin süresinin uzunluğunu düşündürtüyor. Sahnedeki fon perdesi deniz olarak kullanılıyor. Denizin içinde ölen askerleri simgeleyen; boş kasklar, altlarına bağlanan botların sallanarak kullanılışı, oyun boyunca ‘gözümüze sokuluyor.’ Savaşın acımasızlığının altını daha kalın çiziyor. Savaş ortamını gerçekçi kılan söylemler, böylelikle yaratılan sahne tasarımı ile pekiştiriliyor. Ses efektleri ile verilen silah ve bomba sahnelerinde, sahne-seyirci ayrımı yok oluyor. Bu durum, savaş alanının içindeymiş hissiyatı uyandırıyor. Yağmur ve gök gürültüsü efektlerinde özellikle yüksek ses tercih edilmesi ‘’rahatsız edici’’ bir çarpıcılık katıyor. Sis ile yer yer doldurulan sahne, oyuncunun mayın üzerinde beklerken yağmurla ıslanması gibi reji tasarımları, tiyatro sahnesinin gerçekliğini katmanlı hale getiriyor.


    
İsimsiz Asker, savaşın içinde oluşunu sorgulamaya başladığı an firar etmeye karar verir. İşgal için gittiği bilinmez ülkeden kaçarken bir mayına basar. Asker, sevgilisine kavuşma hayaliyle, yaşama isteğini anlatırken, cebindeki fasulye filizini umudun simgesi yapar. Savaşın kim tarafından kazanıldığı ya da ne uğruna yapıldığının pek bir öneminin olmadığının altını çizer. Toplum içindeki insan, savaşta hayatta kalma içgüdüsüyle bir hayvandır. Bu sıkışmışlık arasında daima dürtülerinin esiri olacaktır.
    
Oyun, taraf yaratmadan, savaşın evrensel yıkıcılığı üzerine, savaşın genel manzarasını bir askerin gözünden kuş bakışı gösteriyor. Askerin anlattıkları ‘’büyük savaş resminin’ izdüşümüdür. ’Savaşta ölmek değil, kaçmak kahramanlıktır. ’Veya ‘’ Savaştaki en büyük şey korku değil yalnızlıktır. ’sözleri savaş üzerine yapılan güzellemeleri de tekrar düşündürtüyor. Savaşla mücadele etmek için nasıl umut etmeliyiz sorusunu, doğrucu bir çözüm sunmadan yineliyor? Savaştan kurtulmak için kaçmak yeterli olacak mıdır yoksa başka bir yol var mıdır?                                                                                                        
 

Anahtar Kelimeler: karıncalar, istanbul şehir tiyatosu



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir