Martı çığlıklarının, vapur düdüklerine karıştığı, lodosu hep yosun kokan Samatya'da geçmişti çocukluğu.Rum, Ermeni komşuları vardı en çok.Pas yürümüş teneke kutularda sardunyalar, fesleğenler, küpe çiçekleri.Balkondan balkona gerilen iplerde çivide yatırılmış, sakız beyazı çamaşırlar.Danteller, kolalı çarşaflar, örtüler.Aralık pencereden uçuşan tüller.Ayçiçeği dolması ve pilaki.Bol tarçınlı muhallebiden yükselen o buğu...susmak bilmeyen muhabbet kuşları.
Aslında hep aklındaydı tiyatro, müzik ya da resim.Evet, ilk annesi fark etmişti yeteneğini.Engin Alkan'ı müzik kursuna, tiyatro kursuna yazdırmıştı.
Serüven neredeyse başlamak üzereydi.Hatta kimbilir, belki de çoktan başlamıştı bile.
Zaman buldukça, Şehir Tiyatrosu'nun Fatih Sahnesi ve Çevre Tiyatrosu'na gidiyordu Engin Alkan.Samatya'ya ikisi de çok yakındı çünkü.
Çevre Tiyatrosu dedim de, Kamuran ve Mete İnselel'in sahnelediği "Keloğlan" adlı çocuk oyununda kısacık da olsa rolü vardı Engin Alkan'ın.O sahneye ayak basmak için öylesine heyecan duyuyordu ki, oyunun kalabalık bir bölümünde ara sıra aralarına karışmasına izin vermişlerdi.O kadar sevimli, o kadar yeteneği olan bir çocuktu ki, bir gün elde edeceği, o büyük başarılarının ilk işaret fişeği, İnseleller'in gözünden kaçmamıştı demek.Böylece alkışın, sahnenin tadı alınmış, toz yutulmuştu bir kez.İflah olmayacağı kesindi artık.
"Aslında güzel sanatlara karşı belli bir yatkınlığım olduğunu biliyordum.Şöyle izah edeyim, lise son sınıfa geldiğimde müzik, resim, tiyatroda onay görmüş bir öğrenciydim.Önümde bir yol ayrımı vardı.Ya akademiye girecektim, ya konservatuvara.Tabii, konservatuvarda tiyatro mu, yoksa şan bölümüne mi, devam etmeliydim...işte, bu konuda hayli kararsızdım. "
1984 yılında konservatuvara kaydını yaptırır Engin Alkan.1985 yılında ise, hem harçlığını çıkartmak, hem kendini yetiştirmek için, çok ufak bir yevmiyeyle Şehir Tiyatroları'na adımını atar.Yeni hem okullu, bir o kadar da alaylıdır o günlerde.Mutludur.Heyecanlıdır.
Ama bir gün..
O sabah provaya geç kalır Engin Alkan.Gencay Gürün, provaya gelenlerin listesini ister.Selma Kutluğ, çok sevdiği, takdir ettiği, kabiliyetini gördüğü genç oyuncu adayını idare eder usulca.Yokluğunu gizler.Engin Alkan'ı, belki de gerisin geriye okula dönmekten, son anda kurtarır.
Evet, öğrenci olarak girdiği Şehir Tiyatrosu'nda senelerce, tam tamına on yıl yevmiyeli, bir ara stajyer, sonra yine yevmiyeli çalıştırıldıktan sonra nihayet kadroya alınır.Şehir Tiyatrosu oyuncusu olmaya tam olarak ne zaman karar verdiğini hatırlamasa da, kendisini tiyatrodan çalmak isteyen tüm televizyon projelerini bir kalemde geri çevirme konusunda hiç duraksamaz.
" Ben tiyatroyu meslek olarak seçtiğimde ne şimdi kadar çok oyuncu yetiştiren okul/kurslar vardı, ne de bu kadar televizyon kanalı...seslendirme sektörüyse kısıtlıydı.Zor, çetin bir hayat vardı önümde.Öyle evim, arabam, yazlığım olmayacaktı...baştan kabullenmiştim bu gerçekleri.Dahası içine dahil olmak istediğim sanat hayatı son derece katı ve çıkışsız seçenekler dayatmaktaydı.Sonradan bu katı dayatmayı reddedecek arayışların izini sürecek olsam da; o dönemde iki seçenekten birine yönelecek ya tam anlamıyla popülist olacak, ya da elitleşip kendim için tiyatro yapacaktım...siyah ve beyaz gibi.Bu kadar net.Açık ve kaçınılmaz bir durumdu bu yüzleştiğim. Evet, arada "Yedi Numara" gibi bir televizyon dizisi oldu, bir kaç reklam filmi...bunlar bir tür ikramiyeydi benim için.Sadece bir ikramiye.O kadar !"
Birkaç çocuk oyunu, "Mikado'nun Çöpleri", "Kral da Ölür", "Vanya Dayı", "Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe", "Döne Döne", "Genç Osman'ın ardından Macit Koper'in yönettiği "Deli Eder İnsanı Bu Dünya" da yaşar kıldığı meyhaneci Barba rolüyle dikkatleri bir anda üstüne çeker Engin Alkan.
"Savaş ve Barış" da Napoleon Bonaparte'dır. "Askerliğim", "Kuşlar", "Altı Derece Uzak",derken 1989 yılında" Evita" müzikali'nde koroda yer alır. "Evita'nın 90'lı yılların ilk yarısındaki yeni kadrosundaysa Albay Peron'dur Engin Alkan.
"Kuşlar da rol alırken, altı sezon boyunca, sofitaya çıkar, o daracık mazgal gibi yerden Ayla Algan'ı izlerdim.Ayla Algan'ın performansını incelerdim resmen...müthiş bir eğitimdi bu.Zihni Göktay, Suna Pekuysal gibi pek çok ustayla sürdü bu eğitimim.Düşünsenize Suna Pekuysal'ın sahnede izleyiciyle kurduğu o iletişim, o uçsuz bucaksız oyunculuk nüansları...sorsanız, bilinen herhangi bir tekniğe dayandırılması zor...tümüyle yetenek ve içgüdünün harmanlanması.Açıklaması, ifade edebilmesi güç.."
1997-98 sezonunda " Godot'u Beklerken" de Engin Alkan Savaş Dinçel ile aynı oyunda buluşur.
"Bir dönüm noktasıydı benim için.Tanıdığım en ahlaklı oyuncuyla...dahi diyebileceğim, bir tiyatro adamıyla karşılıklı oynuyordum, onun partneri olmuştum.Sahnede karşısındaki oyuncuyla rekabete asla girmeyen, beraber üreten, başarıyı eşit paylaşan biriydi Savaş Dinçel."
İşte tam da o günlerde şu soruyu sorar kendine :
Oyunculuğun ne kadarı tam olarak öğretilebilir ?
Savaş Dinçel'in Müjdat Gezen Sanat Merkezi'ndeki derslerine katılır.Aktör nasıl eğitilirden yola çıkar...rejisörlüğe açılan kapıya erişir zamanla.Oyunculuğunu beslemek, kendini ifade etmek, bir şeyleri öğretmek, aktarmak için oyun yönetecektir.İlk rejisi "Küskün Kahvenin Türküsü" oldukça başarılı olur."Metro Canavarı", "Dönüşüm", "Ben Anadolu", "Bernarda Alba'nın Evi", "Kadınlar da Savaşı Yitirdi", "Tohum ve Toprak-Alemdar", " Huysuz", "İstanbul Efendisi"," Tarla Kuşuydu Juliet ", "Şark Dişçisi", "Vişne Bahçesi", "Şekerpare", "Çürük Temel", " Antigone", "Hamlet" gelir ardından.Her yönettiği oyunda elde ettiği başarı bir sonrakinin eşiği olur aslında.
"Arslan'a Benzer", "Herkes Aynı Bahçede", "Kral Ölüşüyor", "Danton'un Ölümü", " Keşanlı Ali Destanı", "Profesör ve Hulahop", "İstanbul Efendisi", "Tarla Kuşuydu Juliet", "Vişne Bahçesi", " Şekerpare " de aktör Engin Alkan çok başarılı kompozisyonlar çizer.(Ve bir parantez açmam gerekiyor; Geçen akşam 'oyuncu ve yönetmen dalında aldığı ödüller'i saymaya kalkıştım beceremedim.Afife Tiyatro Ödülü, İsmet Küntay, Altan Erbulak, Avi Dilligil, Suna Pekuysal, Tobav, Selim Naşit, Sadri Alışık ödülleri ilk aklıma gelenler).Bu arada iki sinema filminde Orçun Benli ve Reha Erdem ile çalışır Engin Alkan.Televizyon dizilerinde de rol alır.Özellikle "Yedi Numara"da gerçek bir yıldızdır.
İlle “Engin Alkan Tiyatrosu”, demek istiyorum. Ya da “ Engin Alkan'ın oyuncu/yönetmen olarak Türk Tiyatrosu'ndaki yeri”.
Her biri ciddi, son derece özenli, sert çalışmalar sonucunda meydana getirilmiş, insanca şeyler anlatan bir tiyatro çizgisi bu bahsetmeye çalıştığım. Baştan sona bir tılsım, çok ince bir nüans, uçsuz bucaksız bir etkileşim becerisi ile kendi kendini aşan bir ritim ve sıcaklık. Dahası, titiz bir reji, nefes kesen bir oyunculuk tekniği. Her defasında basma kalıp tiyatro öğelerine sırt çeviren, kolaycılık tuzağına asla düşmeyen, tek boyutlu, tek düze olmayan bir yönetim anlayışı.Tiyatroyu, insanı, duyguları, çağını tanıyan bir yönetmen/oyuncu Engin Alkan. Gerçek bir şifre çözücü aynı zamanda. Umulmadık durumları sürprize çeviren bir sahne dehası bana göre. Eğer doğru hatırlıyorsam, seneler evvel şöyle bir açıklama yapmıştı Cüneyt Gökçer:
"İyi bir rejiden anladığım, rejinin ön plana çıkması değil, tersine rejinin oyuncu ile metin arasında adeta buharlaşmasıdır.”
İşte, Engin Alkan,o sözü edilen” rejisör” kimliğinin en doğru ifadesidir, diyebilirim.
Yaşamımın çok önemli bir kesitini geri sardırıp, kendimi yeni baştan gözden geçirme fırsatı bulduğum “ Bernarda Alba” 'yı defalarca izlediğimi itiraf ediyorum. Her sahnesi belleğimde. Tıpkı içimi ürperten “Alemdar” , kaç defa izlediğimi yazdığım defteri kaybettiğimden en az yirmi diyebiliyorum (ama belki daha bile çok)” İstanbul Efendisi“, “ Tarla Kuşuydu Juliet” , “ Ben Anadolu“, " Kral Ölüşüyor“ , " " Çürük Temel " ve diğerleri. Şimdi nasıl unuturum, “Generaller, Savaş ve Barbekü“ yü? " Şark Dişçisi", "Vişne Bahçesi"ni ?
Meyerhold'un bir cümlesini hatırlıyorum:
" Bir oyunun sahnelenmesinde, iki unsur çok önemli bir gereklilik arz eder. Birincisi, yazarın sahici düşüncesini bulup çıkartmak, diğeri ise, bu düşünceyi en teatral biçimde sunmak.“
Engin Alkan, bu tekniği, 'A jeu De Teatre'yi o kadar doğru kullanan bir yönetmen ki. Onun yönettiği oyuncular persona olmanın ötesinde, tüm davranışlarıyla inandırıcı birer karakterdir sahnede. Öylesine tanıdık, bildik.
“Bir provanın son günleri en acılı günlerdir benim için. Ruhuma binlerce kez neşter atmış, en acıyan yaralarımı defalarca kanatmış olduğum sürecin son safhalarıdır. Yaratma eyleminin o insana çok ağır gelen sancılarının çekilmez hale geldiği anlardır. Kim bilir belki de insan Tanrı' yla aşık atmasının yakıcı bedelini ödüyordur. Çoğalan bir yalnızlık halüsünasyonu, kırılgan bir kalp, tuhaf bir kendini yok etme isteği... “ demişti bana gönderdiği iletide.Dört cümlede bir yönetmenin yaratma süreci ancak bu kadar güzel bir biçimde anlatılabilirdi. Kuşkusuz, hayli sinirli, gergindi o zaman sürecinde. Gözünün pek birşey görmemesi doğaldı.Hatta zaman zaman kırıcı bile olabiliyordu.
"Genelde yerli oyun tekstleriyle çalışmayı daha çok seviyorum.Çeviri oyunlardaysa bir tür uyarlamalar yaptığım, doğrudur...yani, bizdeki davranış kodlarına, imgelere göre bir ayarlama, diyelim."
"Yönettiğim oyunlarda her oyuncuya hünerini gösterebileceği imkanlar yaratırım.Oyuncu izleyici karşısında solosunu yapar..alkışını alır.Bu bireysel haz,ister istemez oyuna yansıyacaktır.."
" Yerli yapıtların pek çoğu edebi bir perspektifle kurgulandığından rejisörlerin yaratıcı çözümlerine ihtiyaç duymakta,hele ki eski bir metinse rejisör restorasyonu kaçınılmaz oluyor, ben de öyle yaptım.Yani, çoğunlukla rejisör restorasyonu gerektiren oyunlar seçtim.Çünkü yazıldığı dönemden günümüze izleyicinin algısı, değerleri, yaşam biçimi, vizyonu değişmiş; Zamanın filtesi girmiştir devreye ister istemez.Dolayısıyla oyun yazarının gerçekte ne anlattığı, rejisör tarafından doğru kavrandıktan sonra şimdiye aid kodların peşine düşmek kaçınılmazdır."
"Biliyor musunuz, oyun yönetmekten daha fazla keyif aldığımı hissediyorum."
" Yönetmen öncelikle tekste özgürce yaklaşmalı...ve bana göre, eğer ekleyecek, söyleyecek, öne çıkaracak yeni bir cümlesi yoksa o metni en başından ele almamalı...düşünsenize, en arka parterden, localara, en ön sıradan, merdiven kenarında oturanlara kadar bütün izleyicilere aynı anda dokunmak zorundasınız...olmazsa, olmaz çünkü.Eksik kalır..."
" Oyuncu, rejisör olarak uzmanlaşmak adına bir ömür adarsın ve karşına rating ve tanınmak şöhretli olmak gibi iki ölçüt çıkıverir.Popülizmden çok şey yitiriyoruz.Popülerlikten değil, popülizimden.Sadece gişe hasılatına bağlı başarı öyküsü sorgulanmaya muhtaçtır bana göre."
"Yeni bir bakış açısı sağlayacak, tiyatroya yeni izleyici çekecek rejisörler yetişmedi pek.."
"Şehir Tiyatrosu'nun ana dokusunu oluşturan geleneksel olan ile modern olanın, alaylı ile okullu olanın kaynaşmasıydı aslında.Bu denge korunmak zorunda."
"Mesleğim benim için ödül oldu.Tanrı'nın hayatın cömertçe sunduğu bir ödül.İçtenlikle söylüyorum ne pişmanlık duydum, ne küstüm tiyatroya."
"Oyuncu herkes olabilir aslında.Sanatçı olmak başka bir şeydir.Bir ömür kendine yatırım yapmaktır..."
" Oynarken rolümü sürekli doğaçlarım...bir tür mekanikleşmiş oyunculuğa karşı önemlidir bu...yani hiçbir akşam bir öncekinin aynısı olmaz."
" Buğulu bir cama ilk ne mi yazardım ;' Susma ! "
Anahtar Kelimeler: engin alkan
0 Yorum