Kim Arslana Benzer?
Neresinden bakarsanız bakın, bu bir karar verme oyunu. Karar vereceğiniz iki şey var:
1. Bir arslana benzeyeceksiniz.
2. Bir arslana benzemeyeceksiniz.
Eğer birinci seçeneğe ''karar'' veriyorsanız bu arada işin içinde mutlaka aşkın olduğunu unutmayın. Zaten aşık iseniz böyle bir karar verebilirsiniz - bu durumda aşık olmaya da karar vermeniz gerekiyor tabi-. İkinci seçeneği işaretlediğinizde bütün bir ömrünüzü bir kedi ya da kendinize uygun gördüğünüz bir tür olarak geçirmeye karar veriyorsunuz demektir. Yine de karar vermek tamamen sizin eliniz de -bir de bunu bilmeniz gerekiyor tabi- ''Arslana Benzer''i izleyin. Karar vermenizi kolaylaştırabilir. Üstelik oyunu beğeneceksiniz. Ben kararımı aşktan yana verdim. Ve yönetmenin izniyle bu röportajı ''karar'' vermeyi başaranlara ithaf ediyorum.
T.O: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nın genç oyuncularından birisiniz. Kendinizden söz eder misiniz?
Engin Alkan: 1965 doğumluyum. Şimdi Kocamustafapaşa olarak bilinen Samatya'da doğdum, büyüdüm. 1984 yılında konservatuara girdim. Uzun süre Yıldız Kenter ile birlikte çalıştık. 1989'da konservatuarı bitirdim ve master yapmak için başvurdum. Okulun hemen ardından, 1985'de Şehir Tiyatroları'nda oyuncu olarak çalışmaya başladım. Yaklaşık 15 yıldan bu yana oynuyorum. Çok sayıda oyunda rol aldım. Şehir Tiyatrosu'nun dışında da pek çok grup kurduk. Bu arada yönettiğim oyunlar da var.
T.O: İyi bir oyuncu musunuz?
Engin Alkan: Oyunculuk mesleği üzerine sürekli düşünüyorum ve farklı bir oyuncu olmaya çalışıyorum.
T.O: Farklı bir oyuncu, ne demek?
Engin Alkan: Oyunculuğun tarifini yeniden yapmak.. Konservatuarda da oyunculuk üzerine araştırmalarım sürüyor. Oyunculuk özellikle de ülkemizde bir uygulama sanatı olarak algılanıyor ve uygulanıyor. Oysa oyunculuğun en önemli özelliği yaratıcı bir alana sahip olması.. Tiyatroda as olan yazardır. Bu sıralama da yönetmen, yazardan sonra gelir. Oyun da ikisinin karşımından çıkar. Bu tanımlamalar içinde ''oyuncu'' yazar ve yönetmenin sunuculuğunu -uygulayıcılığını- yapan olarak düşünülüyor. Oysa bu oyunculuğu öldüren, içini boşaltan bir çalışma şekli. Tiyatro tarihine baktığımızda karşımıza şu çıkıyor: Sahnede as olan oyuncu ve seyircidir. Diğerlerinin tümü sonra gelir. Oyuncunun alanını boşalttığınız ya da daralttığınız zaman bir çeşit mekanik araç olmaktan öteye gidemiyor. Oyuncunun ''araç'' olmaktan vazgeçmesi gerekir. Bu kaderi değiştirmeliyiz.. Tabi bu sorunun, tiyatronun geleneksel yapısı içinde çözüme kavuşması kolay değil. Farklı bir oyuncunun tanımı tiyatronun tanımına kadar uzanıyor. Bu durumda ortaya ''Nasıl bir tiyatro?'' sorusu çıkıyor. Ben, böyle konulara kafa patlatan bir oyuncuyum..
T.O: Ve bu durumda tüm bu düşünceleriniz oynadığınız ya da yönettiğiniz oyunlara da yansıyor. Kafanızdaki sorulara cevap ararken bugünün sistemi içinde çalışmalarınızı sürdürüyorsunuz. Bu zor olmuyor mu?
Engin Alkan: Aslında zor değil.. Zaten bu konulara kafa patlamaya başladığında oyunculuk üzerine ders vermek ya da araştırma yapmak gibi açılımlar hayatınıza giriyor. Biz oyuncular bir araya geldiğimizde ödenekli tiyatronun sorunlarından, Türkiye'de tiyatro yapmaktan, sanatçının Türkiye'deki konumundan v.b. pek çok konu üzerine konuşuruz. Olumsuzlukları ayırt ederiz. Ancak ''Ne yapmalı?'' sorusunun cevabı için çok fazla mesai harcayan arkadaşlarımız yok.
T.O: Sanırım eski kurumların içinde çözüm üretmek çok daha zor.
Engin Alkan: Doğru. Ama öte yandan dirsek temasında olduğunuz insanlarla aynı düşünceleri paylaştığınızda iletişim içine giriyorsunuz. Ortak düşünceleri bulup, çoğaltmak gerekiyor.
T.O: Peki, bu düşüncelere uygun olarak yaptığınız çalışmalar var mı?
Engin Alkan: ''Küskün Kahvenin Türküsü'' için bu söylenebilir sanırım. Bu yıl da insanlık tarihinde bilinen en eski aşk hikayesini -Sümer Mitolojisi'nden yararlanarak- Müjdat Gezen Sanat Merkezi öğrencileri ve asistanlarım ile birlikte oyunlaştırdık. Bu çalışmayı Şehir Tiyatrosu'na önerip, sonra geri çekmek zorunda kaldım. Olmadı. Bu da şu anlama geliyor: Tam bir şeyleri ifade edebilme yollarını bulduğunuz -bulmak, keşfetmek anlamında değil- halde, düşüncelerinizi uygulamakta çoğu zaman zorlanıyorsunuz.. Aynı düşü başkaları kurmuyorsa eğer..
T.O: Yine de yeni projeler üretmeye devam ediyorsunuz ama..
Engin Alkan: Projeler hep var. Birbirini anlayan, ortak geçmişi olan insanlarla bir ekip oluşturmaya çalışıyorum. Az önce sözünü ettiğim projeyi hayata geçirmek istiyorum. Yaz mevsiminde asistanlar ve mezun olan öğrenci arkadaşlarımla uzlaştığımız konuları kağıda dökmek, yazılı hale getirmek gibi bir düşüncemiz var. Bilgi Üniversitesi'nde bir workshop gerçekleştirmeyi planlıyorum.
T.O: Nedir tiyatro sanatında asıl yapmak istediğiniz?
Engin Alkan: Asıl ulaşamaya çalıştığım şey gerçek bir tiyatro adamı olmak.. Klasik tanımı içinde yönetmenliği seçmiyorum. Çünkü benim amacım bu yönetmenlik anlayışını değiştirmeye çalışmak. Belki de birleştirici, organize edici bir güç gibi ortada durup, oyuncunun yaratcılığını ortaya çıkaran bir alan oluşmasını sağlamak gerekiyor. Bu yapıldı elbette.. Ama bizim koşullarımızda nasıl gerçekleşir, bilemiyorum? Bir yönetmenlik biçimi değil, bir yönetmenlik anlayışı yaratmaktan söz ediyorum. Ben de mutlaka bazı oyunları yöneteceğim ama amaçladığım şey yönetmen olarak kendimi geliştirmek değil.
T.O: Anlıyorum. Bu sezon yeni bir oyunda daha oynuyorsunuz: ''Arslana Benzer''. Oyunun yönetmeni Rüstem İbrahimbekov. Yönetmen rol dağılımından önce sizi ve diğer oyuncuları tanıyor muydu?
Engin Alkan: Hayır. Ne bizleri ne de oyunculuğumuzu tanıyordu. Türkiye'ye geldiği zaman Şehir Tiyatroları'nda bu rollere uyabilecek bir oyuncu araştırmasına başlamıştı. Dolayısıyla oyuncuları alternatifli olarak çağırdı. Ben de oyun tekstini okudum. Benim rol aldığım hiç bir oyunu izlememişti. Oyunun çevirmeni benim oyunculuğumla ilgili biraz daha fazla bilgi sahibiydi. Rüstem İbrahimbekov ile oyun hakkında konuştuk; pek çok soru sordu. Herhalde bu sorular sırasında ''tamam bu rölü anlıyor'' diye düşündü. Daha sonra rol bana verildi. Oyundaki Murat karakteri gerçekten ilgimi çekmişti. Oyun metni oldukça hamdı. Provalar esnasında çeviri çalışmaları sürdü. Ben, daha çok yönetmeni önemsiyordum aslında..
T.O: Siz yönetmeni tanıyor muydunuz?
Engin Alkan: Başka bir tiyatro oyununu izlememiştim ama ''Güneş Yanığı'' adında bir filmi vardı. En iyi senaryo dalında Oscar ödülünü almış bir filmdi. Bu filmin senaristi olduğunu öğrendiğim zaman çok heyecanlanmıştım çünkü ''Güneş Yanığı'' çok etkilendiğim bir filmdi. İbrahimbekov, Azerbaycan kökenli ama Rus kültüründen gelen bir sanatçı. Önemli bir yazar ve dünyanın pek çok yerinde oyunları sahneleniyor. ''Arslana Benzer'', sanatçının gençlik dönemlerinde yazdığı bir oyun. Oyunun bütün ön çalışmaları sırasında ''insan''dan söz ettik. ''Arslana Benzer'', çok büyük reji atraksiyonlarının yapılabilecek bir oyun değil. Biz de bu oyunla ilgili sahnede neler yapabileceğimizi bulmaya çalıştık. Murat karakteri, evlilik, orta sınıf, burjuva üzerine çok sohbet ettik. İnsanlar üzerine konuştuk. İbrahimbekov, çok engin deneyimleri ve duyarlılığı olan bir adam..
T.O: İsim birebir çeviri mi oyunda?
Engin Alkan: Evet. Ama ben oyunun ismini çok beğenmiyorum; ''Arslana Benzer''in çocuk oyunu çağrışımı yaptığını düşünüyorum.
T.O: Teksti okuduğunuzda ilk düşünceniz neydi?
Engin Alkan: İlk düşüncem şu oldu ve bunu yönetmene de açıkça söyledim: Aşkı anlatmak. Ama ahlak kurallarının karşısındaki bir aşktan söz ediyorum. Birinci perde de Murat'ın aşkından çok emin olamıyorsunuz. Çünkü bir kere öptüğü bir kadına aşık oluyor ve hemen ardından birlikte yaşamaya karar veriyor.
Bu rolü yaparken şunu fark ettim: Neden olmasın? Ben de bazı kurallar koyarak yaşıyorum aşkı. Oysa aşık olmak için yatmak, kalkmak ya da bir ay birlikte yaşamak gerekmiyor ki.. Aşk o an yaşanan. Murat, bu aşkı yaşıyor ya da bu aşk ile özgürleşiyor.
T.O: Murat, oyunun sonunda geçirdiği bir kalp krizi sonucu ölüyor. Ölmeseydi eğer bu aşk devam eder miydi? Bir araya gelebilirler miydi?
Engin Alkan: İmkansız.. Kadın, Murat'a şöyle bir söz söylemişti: ''O zaman seninle birlikte oldum, çünkü sevgilim ya da eski kocam beni terk etmişti.'' Yani kadın Murat'a aşık değildi. Dolayısıyla bir araya gelmeleri imkansızdı.
T.O: Aslında aşkın nedeni yoktur ama bu bir oyun olduğu için sorabilirim. Murat neden aşık oluyor peki?
Engin Alkan: Aşkın tarifi kolay değil.. Ama ben kendi deneyimlerime dayanarak söylebilirim; kendi kafanızda birisini -aksinizi- yaratıyorsunuz. Yarattığınız genellikle kendinizde yücelttiğiniz değerler, özelliklere sahip biri.. Bu değerler karşınıza çıkan herhangi birine biraz uyduğunda aşık olduğunuzu düşünmeye başlıyorsunuz. Aslında aşık olma potansiyeli önceden var. Aşık olacağınız kişinin kimliğini yaratmışsınız zaten. O sadece buna tekabül ediyor, denk düşüyor. Sonra da aşk başlıyor.
T.O: Rastlantı mı?
Engin Alkan: Bir çeşit rastlantı.. Ama aşkın yaşanabilmesi için bir de engelin -engellerin- olması gerekiyor. Ortada engel yoksa aşk daha sıradanlaşıyor. Aşkın içinde her türlü acı, korku, reddedilme de girmeli hatta yalnızca iç etkenler değil dış etkenler de işin içinde olmalı.. Böyle olduğunda aşk daha kuvvetli oluyor. Bir çeşit acı çekme durumu..
T.O: Siz de böyle mi aşık oluyorsunuz?
Engin Alkan: Ben iki çeşit aşık oluyorum. Neredeyse hergüne yayılan aşklarım var. Ama bunlar şey gibi, yaz yağmuru gibi.. Bir de insanın ömründe anak bir kaç kez yaşayabileceği şeyler var..
T.O: Murat karakteri siz de aşk adına ne anlamlar bıraktı?
Engin Alkan: Murat aşık olduğunda paniğe kapılmıştı. Çünkü çok uzun zamandır böyle bir duygu yaşamamıştı. Hatta hayatında ilk kez böyle bir duygu ile tanışıyordu. Sonra birdenbire hayatındaki herşeyi değiştirmeye karar verdi.
T.O: Murat, çok yalnız bir adam. Yalnız, mutsuz ve bastırdığı istekleri var.
Engin Alkan: Kesinlikle öyle.. Kesinlikle bağımlı bir kişilik yapısı sergiliyor. Kendi içindeki özel değişimleri hep birilerine bağlı olarak yaşıyor. Önceleri karısına bağımlı. Sonra karısının yerine aşık olduğu kadını koymaya başlıyor. Oysa kendi hayatında bir takım değişiklikler yapmak için bir başka kadına ihtiyacı yok.
T.O: Ama bu durumda şu ortaya çıkıyor: Ortada gerçek bir aşk yok. Sahnede, hayatını boşa geçirdiğini düşünen birisi var.
Engin Alkan: Bence bir aşk var. Hikaye kısmını bilemem ama Murat bir aşk yaşıyor.
T.O: Yaşadığını sanıyor.
Engin Alkan: Yaşamakla yaşadığını sanmak arasındaki fark nedir ki? Bir aşk yaşadığımızda genellikle yaşadıktan sonra bunun aşk olup olmadığına karar veririz. Üzerimizden o travma gittikten sonra.. Belki de bir çeşit savunma mekanizması bizi böyle düşünmeye zorlar. Ama bir insan başka bir insanın kimliğinde, kişiliğinde kaybolduğu zaman ister burada sandığı olsun, ister tek başına yazdığı bir hikaye olsun ama bu bir gerçektir. Buna dışardan bakıp ''Aslında ben bunu sanmıştım. Aşk yokmuş'' diyemeyiz. Aşkı yaşarken böyle düşünebiliyor muyuz? Bu durumu hayatımızın en önemli kararları ya da acıları saymıyor muyuz? Bu adamda acı çekiyor. Aşık olduğu kadına sahip olmak istiyor..
T.O: Kadının sirk dünyasından bir karakter olarak seçilmesi de ilginç..
Engin Alkan: Evet. Rusya'da ''sirk'' önemli bir kavram. Üniversitelerde sirklerde çalışabilmek için çeşitli eğitimler veriliyor. Yine de sirk sanatçısı olmak yani sirkte çalışmak en kötü şey olarak yorumlanıyor.
T.O: Bir de kadınsa...
Engin Alkan: Evet. Çünkü yerleşik hayatları yok. Çocuklarını bile çadırlarda doğuruyor, büyütüyorlar. Bir sürü aşk hikayeleri var. Sirk çadırında ne yaşanabiliyorsa.. Kadın kimliği de özellikle böyle bir dünyadan seçilmiş. Murat ise tamamen oturmuş bir hayata sahip ve yaşantısı başarılarla dolu biri. Murat için kadın, hayatı boyunca korktuğu, çekindiği ve böyle olabilmeyi arzu ettiği bir kimlik.. Murat, kafasındaki bu kimliğe uygun olduğu için bir anda aşık oluyor.
T.O: Murat, belki de tiyatrocu olsaydı kadına aşık olmayacaktı.
Engin Alkan: Olmayacaktı elbette.. Belki de hiç alakaları olmayacaktı. Hatta bir anda bu kadının kendisi ile hiçbir bağlantısı olamayacağını fark edecekti. Çünkü kadın aslında en başından beri Murat'ın bir kez gelmesine bile razı... Murat ''Olmaz'' diyor ''Senden ayrı yaşayamam..'' Oysa kadını tanıyalı daha üç hafta olmuş. Murat'ta sıradan biri değil; bir bilim adamı. Üç hafta önce tanıştığı bir kadına ''Ben artık senden ayrı kalamam'' demesi hiç de kolay değil.. Ancak aşık ise bu sözleri söyleyebilir. Yoksa böyle bir durum karşısında aldığı tavırlar ya da söylediği sözleri ancak bir gerizekalı yapar..
T.O: Aşk için yaşantısını değiştirmeyi düşünüyor..
Engin Alkan: Buna tam olarak karar vermiş değil. Buna karar vermeyi istiyor.
T.O: Neden karar veremiyor?
Engin Alkan: Çünkü bir çocuğu var. Bir çocuğunun olması Murat'ı karar aşamasında durduruyor. Karısını terk etmeye hazır ama ya çocuğunu? İçsel olgunluğa ulaşmış biri değil.. Çocuğu ileri sürüldüğünde asla karısını ve çocuğunu terk edemeyeceğini anlıyor. Bu durumda vazgeçmekten başka çıkış yolu yok. Ve vazgeçiyor. Bunun için neredeyse kendine koşul yaratıyor. Sanırım bu durumu şöyle toparlayabiliriz: Bu kararı vermeyi isteyen biri ama terketme kararını vermiş biri değil. Ancak aradan üç ay geçtikten sonra bu kararı verebiliyor. Karar verdikten sonra da hayatındaki herşeyden vazgeçiyor; işinden, evinden, araştırmalarından.. Belki de cebinde beş kuruş parası bile yok. Ama artık ''kendi'' olmaya kararlı.. Bu kararı herkes veremez elbette.. İnsanın hayatındaki garantilerinden, toplumdaki statüsünden ya da o güne kadar getirdiği ve önemsediği her türlü alışkanlıklarından, arkadaşlarından uzaklaşıp, yeni bir hayat kurmak yeni bir kimlik yaratmak büyük cesaret isteyen bir şey.. Kimi zaman bunu sadece istemekle kalıyoruz. Çünkü gerçekten karar vermek çok zor. Bugüne kadar çok az insan bunu yapmayı başarmış.. Biraz da bu yüzden oyunun ismi ''Arslana Benzer''. Murat uzun zaman hayatını bir kedi gibi yaşıyor. Yine de sonunda kararını vermeyi başarıyor.
T.O: Ve bir arslan oluyor. Ama ölü bir arslan..
Engin Alkan: Doğru. Murat'ın trajik bir sonu var. Ölüyor ama özgür, sınırlarının dışına çıkmayı başarmış bir arslan olarak ölüyor.
Anahtar Kelimeler: arslana benzer, istanbul şehir tiyatrosu
0 Yorum