Arjantinli ünlü yazar Julio Cortazar'ın 'Takipçi' adlı öyküsünde Johnny karakteri vardır. Bir müzisyen. Enstrumanını kaybettiği metroya her bindiğinde tuhaf şeyler düşünür Johnny.
Duraklar arasında geçen her bir buçuk dakikalık zaman dilimleri içinde çocukluğuna dair anıları tam da yaşadığı şekliyle bir kere daha deneyimler. Tümden bir geceyi ya da saatler süren bir aile yemeğini o kısa anlarda saniyesi saniyesine yaşayarak zaman içinde başka bir zaman boyutu yaratır. Geçmiş, şimdiki anın içinde yeniden var olur. O, artık bindiği metronun içinde sarkaç gibi salınan duraklar arası bir zaman yolcususudur. Babası, annesi ve kardeşleri sadece o metrodayken hayat bulur ve eskide olduğu gibi onunladır. Emmanuelle Marie'nin, ölümünden iki yıl önce yazdığı (2005) 'Beyaz' adlı oyunu okurken de, sahnede izlerken de benzer hissiyatlar öne çıkar.
Cortazar'ın fantastik olduğu kadar gerçeğin arka penceresinden gelen sesi ve düşüncesi sarar her yeri. Bir oyun yazarı olarak Marie'nin olgunluk yapıtı olan 'Beyaz', bolca çağrıştırdığı Coltazar'a özgü katmanlı yapıda yoğun öyküsellik barındırıyor. Bir öykü yazarı olarak Özen Yula'yı tanıyanların çok iyi hatırlayabileceği boyut içinde başka boyutların varlığı, bu nedenle edebiyat meraklılarını da kendine çekecektir 'Beyaz' adlı oyun. Martin Krimp tiyatrosuna özgü dil ile Fransız tarzı konuşma yapısını harmanlayarak inandırıcı olmaktan çok duygulara dalmayı seven Emmanuelle Marie bu yönüyle Özen Yula ile aynı kumaşa sahip. Cortazar, Marie ve Yula üçgeninde izlemeye doyulmaz hazlar vaat eden 'Beyaz', prömiyere gelen izleyicinin kalbine işte böyle dokundu. Elitist, şiirli ve has tiyatroya giden yoldan.
Şık bir şarap kadehi gibi iç gıcıklayan sahne tasarımı (Tomris Kuzu), bir mutfağın modern ayrıntıları içinde kalem kalem dert sıralıyor, kederin fildişi yemek takımı oluyor. Kırık beyazın üzerine yansıyan acılı ışık, yakınlaşan ve değişen açılarla kimi zaman kısılan, kimi zaman yükselen aydınlığın ipini çekiyor. Orada da Yakup Çartık adı okunuyor.
Işığın müzikle kol kola geçerek bir saat boyunca bir hüzün denizi yaratması yönetmenin seçimi. Çiğdem Erken, final şarkısı dahil olmak üzere oyunun her yerinde varlığını hissettiriyor. Titiz bir orkestra şefi gibi yönettiği oyunlardaki tüm enstrumanlara tedirgin yaklaşan Özen Yula yine kusursuzluk dersi veriyor. Ankara Devlet Tiyatrosu yapımı Gayri Resmi Hurrem gibi 'Beyaz' da iyi yönetilmiş. Ani sesler ve duyguyu bölen tınıları yakalayıp uygulamada bir efekt harikası olan bu oyunun en az kendi oyunları kadar etkili olduğunu düşünüyorum. Onca küçük ayrıntıyı bir arada ve muntazam şekilde görmek 'Beyaz'a çok yakışmış.
Ölmek üzere olan yaşlı bir annenin bir araya getirdiği iki kadını deneyimli oyuncular oynuyor. Erkeklerden ve paradan yana şansı yaver gitmeyen evin sanatçısı ile evlilik mağduru hizmetçi ruhlu mutsuz kız kardeş hayatla öyle bir hesaplaşıyor ki, gözyaşı ve buruk bir tebessümle kalakalıyoruz. Kabulleniş ve isyan duygusu arasında enfes bir yorum yakalayan Deniz Çakır, sinemadan sonra ait olduğu gerçek yerde; sahnede.
Usta oyuncu Derya Alabora ise özlemleri ve öfkesi arasında gidip gelen ablada heyecanlı ve yüksek tonda bir oyunculuk tercihi yapmış. Beni iki yerde ağlatan tiratların en iyisi ondan geldi. Kutlamak gerekirse başta oyuncular, sonra da tüm bir ekip ve elbette Özen Yula harikalar yaratmış. Zor ve iddialı bir metni olması gerektiği gibi sahneye taşıyarak biz fanilere uygun hale getirmiş.
Beyaz,
19 Mart Pazartesi 20 30 Avcılar Barış Manço Kültür Merkezi,
24 Mart Cumartesi 20 30 Kadıköy Halk Eğitim Merkezi,
29 Mart Perşembe Mecidiyeköy Artısahne,
30 Mart Cuma Kozyatağı Kültür Merkezi'nde izlenebilir.
Anahtar Kelimeler: emmanuelle marie, özen yula, beyaz
0 Yorum