Geçen hafta seyredip çok etkilendiğim Tatavla Tiyatro'nun Antigone'si üzerine yazma gereği hissettim. Böylesi bir zamanda nitelikli oyunlarla karşılaşmak insanı çok heyecanlandırıyor.
Oyun hakkında kısa bir bilgi vermek gerekirse. Oyun Sophokles'in metninden hareketle Jean Anouilh tarafından döneminin koşullarına göre yeniden kaleme alınmış. Kişisel olarak bu tarz metinlerarası oyunlara ayrı bir ilgim var. Oyunu izlemeden önce iki metni de okumuştum, böylece daha oyunu izlemeden, sahne üzerindeki halinden azade metinler üzerine düşünme fırsatım oldu. Yazımın içeriğini de iki metnin karşılaştırılması ve Tatavla Tiyatro'nun yorumu üzerine oluşturmaya çalışacağım.
Sophokles'in Antigone'siyle Anouilh'in Antigone'si arasında önemli farklar var. Bu farklar üzerine düşündüğümde Anouilh'in metninin Sophokles'in kıymetli metnine kendi düzleminden nasıl yaklaştığını görebiliyoruz. Fransız yazarın, oyunu 2. Dünya savaşı sırasında Alman işgali altındayken yazması önemlidir. Nazi zorbalığını anımsatmak amacıyla yazıldığı belli olan metin karşılığını da bulmuştur. Dönemin izleyicileri tarafından Kreon, Vichy Hükümeti; Antigone, Fransız direniş hareketi olarak anlamlandırılmıştır.
Sophokles'in metninde çatışma Tanrı - Bu Dünya arasındayken Anouilh bu çatışmayı Devlet - İnsan arasına çeker. Hatta J.P.Vernant ile P.V. Naquet yazılarında bu durumu ilginç bir soruya dönüştürürler. "Antigone tarafından temsil edilen vahşi genç kız ile Kreon tarafından temsil edilen soğuk devlet mantığı arasında bir çatışma mı söz konusudur?" Bu soruya kendileri cevap verir. "Bu dramı Sophokles değil Jean Anouilh sunmuştur."
"Psikoloji"nin keşfi bir çok alanda etkisini gösterdi. Sanat ve edebiyatta karakterlerin psikolojik olarak oluşturulması ve çözümlenmesi yazarlara geniş imkanlar sundu. Malum Antik Yunan'da karakterler psikolojik durumlarından ziyade değerleriyle var olurlar. Çatışma da bunun üzerine inşa edilir. Sophokles'in Antigone oyununda Antigone'nin taraf olduğu "Tanrı Yasası" değerleri iken, Kreon'un taraf olduğu "Devlet Yasası" değerleridir. Tragedyalarda amacın Pathos olduğunu hatırlarsak oyundaki Tanrı - Bu Dünya arasındaki çatışmasını daha iyi anlayabiliriz. Sophokles, metninde bu Tanrı Yasası - İnsan Yasası ( Devlet ) çatışmasını Antigone, İsmene, Kreon üzerinden sıklıkla verir. Oyun bu çatışmanın hâlleriyle örülüdür. Antigone "Ölülere yaranmak daha iyidir dirilere yaranmaktan," noktasındayken Kreon da "Halkın başa getirdiği kişiye itaat etmeli, her konuda... İster haklı, ister haksız olsun." noktasındadır.
Sophokles'in karakterleri insani tavır gösterseler de bir fikrin, düşüncenin temsilcileridir.
Antigone'nin eylemi sevgiden ziyade bir nevi görevdir, Hades'in emrini yerine getirme görevi... Ama bu görev Kreon tarafından lanetlenir. Yer üstü tanrılarının bile yer altı tanrılarına karışmaya hakları yokken, Antigone üstelik kadın olduğu halde -Antik Yunan'da kadının bir değeri olmadığı bilgisini de hatırlayarak- bildiğini okur. Onun kadınlığı bir kusur olarak Kreon tarafından defalarca dile getirilir. " ...Hayatım boyunca hiçbir kadın çekip çeviremez beni...", "Hangi yara daha çok acı verir, yanlış seçilmiş bir yoldaştan başka?" Ve bir kadına boyun eğmemeli!"
Sophokles her ne kadar kendisinden önceki tragedya yazarı Aiskhylos'a göre koronun rolünü azaltarak bireysel karakterler üzerinde çok durmuş olsa da, oyun kişilerini karmaşık -günümüz tanımıyla- psikolojik dürtülerini işlese de oyunundaki asal etki dramatik aksiyondan gelir. Anouilh'in metninde ise karakterleri daha gerçekçi, psikolojik yanları ağır basan insanlar olarak görürüz.
Tragedyalarda oyun kahramanlarını felakete sürükleyenin onların aşırılıkları olduğunu biliyoruz. Pathos, Katharsis de bu aşırılık üzerinden gerçekleşiyor. Sophokles'in oyununda da Kreon'un aşırılığı onun felaketine yol açıyor. Tragedyaların iyi bir yurttaş yaratma görevini de hatırlarsak -Kabaca: Koskoca kralların, kahramanların, tiranların, kral çocuklarının başlarına bu geliyorsa senin başına kim bilir neler gelir ey aciz insan! O sebepten aşırı olma, ölçülü ol! Vurgusunu kastediyorum.- oyunun Kreon ve Antigone üzerinden bize/ dönemin seyircisine söylemek istediğini daha net anlarız sanırım.
Antigone oyunda "Tanrıların değişmez yasaklarını hiçe sayma gücü verecek kadar güçlü gelmedi senin emrin," diyerek Kreon'un aşırılığına işaret eder. Anouilh metninde antik tragedyalardaki karaktere felaketi getiren aşırılığı çok iyi bir şekilde işlemiş, buradan da aslında günümüzle bağ kurmuş. Demokrasinin aşırılıklar karşısındaki savunmasızlığına, tek taraflı devlet kavramı için yasaları düzenlemenin tehlikesine, insanlarca oluşturulan devlet mekanizmasının başıboş bir Minotor'a dönüşüp Minotor'un yarı insan tarafını da yitirmesine işaret eder ki işte Eraslan Sağlam tam da bu aralığa inşa ediyor rejisini.
Antigone kendisinin de bir aşırılık içerisinde olduğunu ve öleceğini bilir. Koronun kendisine aşırılık sınırını aşma üzerine telkinleri de vardır.
"Babasının inadı bu kızda da var, felakete boyun eğmeyi o da bilmiyor."
"Ey Zeus! İnsan evladının hangi aşırılığı senin gücüne karşı koyabilir ki?"
"Sınırı aştı inadın, Adaletin yüce tahtına çarptın ve yuvarlanıp düştün, ey çocuk.
Çektiğin büyük acı, belki de babanın mirası."
Antigone öleceğini Ismene'ye de söyler: "Sen yaşamayı seçtin ben ölümü, sen doğruyu burada aradın ben öte tarafta, sen yaşamalısın; ruhum çoktandır ölü ve ölmüşlerin hizmetinde." Antigone aslında Haimon'un değil Hades'in gelini olduğunu bilir. Ama hem Sophokles hem de Anouilh mezarları olan mağarada iki sevgiliyi buluşturur.
Antigone'nin dünya - tanrılar yasası arasındaki seçimi onu yıkıma götürür. Kreon ölmüş iki kardeşin cesetleri üzerinden bir ayrım yapsa da Antigone buna karşı çıkar. Çünkü iki ölüye Hades tarafından eşit haklar tanındığını söyler. Ölüm karşısında herkes için tek bir yasa geçerli olduğunu söyler durur. Bir ölünün üstünün toprakla örtülmemesi ruhun savrulması anlamına geldiği için tüm çabası Polyneikes'i gömmektir.
İki metnin farkları üzerine Vedat Günyol şöyle bir vurgu yapar, "Sophokles'te kişilerin yazgısı tanrısal güçlerin istemlerine bağlıydı ne olup olmayacağı önemliyken Anouilh'te ne olup olacağı önceden kestirilip atılmıştır, önemli olan ne olacağı değil nasıl olacağıdır." Anouilh'in metnindeki prologda anlatıcı olacakları, karakterlerin başına gelecekleri en baştan söyler. Böylece metinde Antigone ve Kreon'un karşılıklı kıyasıya hesaplaşmaları yer alır.
Anouilh'in metninde Kreon - Antigone çatışmasına farklı bir boyut eklendiğini görürüz. Bu çatışma da "Mutluluk," tanımı üzerinden yapılır. Oyunda krallık görevi nedeniyle tüm kötülüklere "Evet" diyen bir Kreon vardır. Onun için önemli olan ülkesinin esenliğidir.
Krallık için vicdanını kaybetmiş, görevin gerektirdiği bir bilince bürünmüştür. Antigone, Kreon'un ve halkın bu bilinçsizlik durumuna isyan eder ve -metindeki vurguyla- kara, kuru biri olmasına rağmen gerçek mutluluk için "Hayır" diyebilme özgürlüğünü korumaya çalışır. Çünkü elinde kalan tek insani şeyin bu olduğunun farkındadır. Antigone, Kreon özelinden aslında "Devlet" kavramının kendi yararı için her şeye "Evet," demesini, seçimsizliğin tek seçim olarak sunulmasını eleştirir. Bir insanı görünür kılan onun seçimleridir ve o seçme hakkı elinden alındığında onun ölülerden bir farkı olmadığı vurgulanıyor kanımca. Antigone'nin eleştirdiği bu seçimsizlik hali Sağlam'ın kurguladığı hareket dramatizasyonunda da oldukça vurgulanmış. Mesela masanın üzerinde Antigone ve Kreon kantarın karşılıklı ağırlıkları gibidir ve sandalye/taht/iktidar/güç/haklılık uçtan uca oyuncuların beden gücüyle salınır. Tüm bunlar Anouilh'in metnindeki seçim/seçimsizlik tartışmasına yapılan reji yorumudur.
Anouilh'in metninde Kreon, Eteokles/Polyneikes kardeşlerin tahtı ele geçirmek için babalarının ve birbirlerinin ardından yaptıkları çirkin şeyleri anlatır. Amacı iktidar kavgasının bulaştığı her şeyin nasıl kirlendiğini Antigone'ye göstermektir. Ama bu Antigone'yi etkilemez çünkü o yaptığı her şeyi kendi isteğiyle, vicdanı için yapmaktadır. Anouilh, metninde kardeşler arasındaki mücadeleye yaptığı vurguyla hem Antik dönemde Sophokles'in de eleştirdiği toplumsal siyasi karışıklığa gönderme yapar hem de günümüze bir vurgu yapar. Bu vurguyu da çok ilginç bir şekilde yapar. Şöyle ki: metinde kahramanlık / hainlik meselesinin içinin kofluğuna işaret eder. Kreon'un gözünde iki kardeş eşit değerde hatta aynı değersizliktedir. Kreon ölen kardeşlerden birine diğerinden daha yakın değildir. O, sadece sürecin devam etmesi, "istikrarın" peşindedir. Anouilh metinde, Sophokles'ten farklı olarak törenlerle gömülen ile kuşlara yem bırakılan kişileri belirsiz bırakır. İki kardeşin savaşıp ölmelerinden sonra cesetleri tanınmaz hale gelmiştir, Kreon cesetleri ayırt edememiştir. Törenlerle gömülen Eteokles midir, açık arazide cesedi kurda kuşa bırakılan Polyneikes midir bilinmez. Kreon için söz konusu olan sadece iki cesettir. Kelimenin en kuru anlamıyla "ceset." Burada önemli olan o cesetlere "Devlet" tarafından yüklenen anlamdır. Önümüzde bir kahraman ceset, bir de vatan haini ceset vardır, ötesi yok. Zaten Anouilh tam da bu noktada bize evrensel bir metne imza attığına dair bir göz kırpar. Eraslan Sağlam rejisi de bu ayrımı sahnede bize parlatır. -Oyunu izleyenler neyi kast ettiğimi anlayacaktır, merak edenler de izleyerek bunu görebilirler.-
Sophokles'in metninde Yunan siyasal ve toplumsal düzeninin savaşlarla birlikte çöküşüyle ortaya çıkan karışıklığın etkileri, sonuçları görülür. Bu sebepten Kreon sürekli bir politik isyan tehdidi altında Antigone üzerinden güç gösterisinde bulunur. Her ne kadar iki kardeş arasındaki savaş bitmiş ve yönetim kendisine geçmiş olsa da kendisini baskı altında hisseder. Bu yüzden safını tutmaya, sağlamlaştırmaya çalışır." Onu öldürteceğim dik kafalılığına göz yumacak olursam halk neler yapmaz. Halk başına getirdiği kişiye itaat etmeli... Devlet, ona hakim olanındır."
Eraslan Sağlam'ın rejisindeki "Beden vurgusunu" çok önemli buluyorum. İnsanın dünyada taşıdığı beden ve öldükten sonra taşımaktan kurtulduğu beden, hem canlı hem de cesetken bile siyasal olan her şeyi ürkütmüştür. Gerek Sophokles gerekse Anouilh ölü beden/ ceset üzerine vurgu yapar. Kreon, "Götürün bunu böylece ölümüyle biz kirlenmiş olmayacağız," diyerek yaşayan ölümlülerin bir cesetten dolayı kirlenmesinden söz eder. Doğar doğmaz bir bedene sahip olmak ve yaşadığımız her anda bedenin ölüme yaklaşması, çürümesi insan olma durumudur. Bedenle görünür olma durumu kelimenin geniş anlamındaki bütün iktidarların, kişilerin, üzerinde zulüm gösterdikleri, kendi gereklerine uygun olarak dönüştürmeye çalıştıkları bir topraktır. Haz ve acının sürekli bir arada olduğu beden, sürekli canhıraş yaşama hali Eraslan Sağlam'ın rejisinde de vurgulanmış. Oyunda kimse poz kesip seyirciye replik söylemiyor, tüm oyuncular bir hareket, koşuşturmaca halinde, sahne bedenlerin hareketiyle deviniyor. Bilhassa muhafızın Antigone'yi yakalayıp üstüne oturduğu sahne, bedenin nasıl ideoloji tarafından ayaklar altına alındığının bir fotoğrafı adeta.
Anouilh'in Antigone metni prologla başlar. Anlatıcı, sahnedeki şahısların Antigone'nin macerasını oynayacaklarını söyler. Reji yorumu olarak oyunda prolog sahnesinin çıkarıldığını görüyoruz. Çıkarılan prolog yerine oyunun başında bir hareket dramaturjisiyle sinema filmlerinin başındaki sessiz planlar gibi bütünsel bir sahne oluşturulmuş. Böylece gerilimin izlerini taşıyan prologun anlatısal bölümü başka bir anlatım diline evirilmiş. Prologdaki anlatının getirdiği dilsel yük, karakterlerin tanıtılması, mitolojik hikayenin tekrarı, önsemeler gibi bölümler ya çıkarılmış, ya hareketle anlatılmış ya da oyunun ilerleyen kısımlarında anlatı olarak oyuna yedirilmiş. Oyun, sahne üzerinde görsel bir anlatıyla başlayarak seyircinin ilgisini uyandırıyor. Bu yorumun en başarılı tarafı -bence- çıkarılan prologun içsel gerilimin altının çizilmesidir. Prolog metinden çıkarılsa da gerilimi hareket üzerinden sahnededir. Bu da prologun anlatı yükünden kurtarıp peşi sıra akan tabloların gösterilmesiyle sağlanmış. Sahnenin seyir için var olduğu düsturuna hizmet eden reji yorumu başarılı bir şekilde seyir yerine geçiyor.
Yukarıdaki satırlarda Anouilh'in metni Nazi zorbalığını anımsatma amacıyla yazdığını belirtmiştim. Sağlam rejisinde bu anımsatmayı fiiliyata geçirir. Oyuna bir final sahnesi yazar ve ekler. Metnin 1944 Paris'inde Nazi zorbalığı altındaki direnişe denk geldiği zamanın altını çizerek daha geniş bir zamana çeker. Tragedyalar lanet sonrası felakete işaret eder. Sağlam, rejisinde bu felaketi eklediği son sahneyle, özelinde Naziler tarafından kuklalaştırılmış bir yönetime, genelinde ise faşist bir yönetimin kuklalaştırdığı düzene işaret eder. Oyunun sonunda yine Polyneikes'in cesedi gömülmez, sonuç hep olduğu gibi aynıdır. Acı olan ise bu sefer emri veren Polyneikes'in kız kardeşi olan Ismene'dir. Tarih boyunca sahne aynıdır ama rolleri oynayanlar değişmiştir sadece...
J. P. Vernant ile P.V. Naquet ilginç bir duruma işaret ederler. "Genç kızın temsil ettiği saf dinle, Kreon'un temsil ettiği tam dinsizliği ya da dinsel düşünüş biçimiyle siyasal düşünüş biçimini değil, iki farklı dinsellik tipini karşı karşıya getirir. Bir yanda ölüler kültüne odaklanmış bir aile dini öte yanda kent devletlerinin koruyucusu Tanrılarının sonuçta devletin yüce değerleriyle karışma eğiliminde olduğu kamusal bir din. Bu iki dinsel yaşam alanında onmaz bir çatışmaya götürebilecek belirgin bir gerilim vardır, tragedya da bunları ele alır zaten. Nomos terimi Antigone için dinsel kuralken Kreon için devlet başkanın buyurduğu fermandır." Sophokles aslında tüm kurguyu bunun üzerine inşa eder. Böylece oyunda kadim bir vicdan - akıl çatışması gizlidir. Bunu bir nevi idealizm - pragmatizm çatışması olarak okuyabiliriz. Öte dünya bilgisi -antik dönemi düşünürsek - insanlar için hep eksik, tamamlanmamış bir bilgidir. Yaşarken bu bilgiyi biz vicdan olarak kalbimizde taşırız, nitekim Antigone de bu yüzden ölülerin yanına huzurlu olarak gitmek ister. Mutluluğu da bu şekilde arar. Kreon ise öte dünya bilgisinden yoksun olarak, bu dünya için faydası olan somut şeylerde mutluluğu arar. Anouilh'in metninde de Kreon'un ve Antigone'nin mutluluğu araması bu çatışma üzerinden yapılır.
Oyunculara geldiğimizde, çok heyecan verici bir kadroyla karşılaşıyoruz, tecrübeli ve genç oyuncuların birleşimi sahnede olumlu bir sonuç vermiş.
Anouilh psikolojinin de bilgisiyle Kreon'u çok boyutlu yazmıştır. Onun içsel çatışmasını sürekli hissederiz. Karşımızda kitap kapaklarını seven, entelektüel seviyesi olan, Antigone'ye ilk bebeğini verecek kadar duyarlı bir adam vardır. Bir yandan Antigone'yi kurtarmaya çalışırken ve bunun için Antigone'ye yalvarırken ( Sophokles'in metninden farklı olarak Antigone'nin cesedi toprakla örtme eylemini bile örtbas etmeye çalışırken ) diğer yandan statükonun devamlılığını sağlamaya çalışır. Biz tüm bu çatışmaları Erhan Tuna üzerinden görmekteyiz; tavırları, bedensel jestleri bunu destekler. Üstelik metinde Kreon için "iri yarı" betimlemesi olmasına rağmen reji bunu terse çevirir. Erhan Tuna, Kreon'un hem gücü hem de güçsüzlüğünü, bir devleti idare etmekle küçük bir kızın vicdanına seslenme eşiğinde kalma durumunu, buruk, sinik, yavan hiç bir işe yaramaz kötülüğünü başarıyla aktarır.
Dadı karakterine Aysan Sümercan hayat vermekte. Bir sürecin tanıklığını o kadar güzel kuşanıp yüklenir ki izlerken içimiz titrer. Reji, metindeki Koro bölümlerini de Dadı üzerinden söyletir, böylece Aysan Sümercan Koro'nun üstlendiği vicdanın sesi olma durumunu kendi karakterine göre yoğurarak katmanlı bir oyunculuk gösterir.
Ismene'ye hayat veren Tuğba Zehra Sağlam, iki kız kardeş arasındaki o derinlerdeki çekişmeyi, kıskançlığı, hayranlığı, karındaşlığı çok güzel yansıtıyor. Karakterin arzusunu, içindeki arzusuyla baş etme mücadelesini seyirciye hissettiriyor. Final sahnesindeki konuşmasında geçirdiği değişimi duruşuyla, ses tonlamasıyla o kadar güzel veriyor ki...
Burada reji iki kız kardeş arasındaki çekişmenin altını başarılı bir şekilde çizmiş. Oyunun açılış sahnesinden çıkarılan prologda Antigone'nin nişanlısı Haimon'un Ismene'ye meylettiğinden bahsedilir, reji bunu anlatıdan ziyade göstermeyi hedeflemiş. Öyle ya gözün hafızası, tanıklığı; kulağınkinden daha iyidir. Böylece seyirci iki kız kardeş arasındaki çekişmeyi daha kolay kavrayabiliyor ve Antigone'nin yer yer içindeki kıskançlığın bir kötülüğün pençesine düşmesini de anlamlandırabiliyor.
Sophokles diğer tragedyalardan farklı olarak Antigone metninde silik, kişiliksiz bir nöbetçi asker yerine kişilikli bir nöbetçi/muhafız yazar. Sophokles'in metninde muhafız, bulunduğu durum gereği tartışan büyükler arasında kalıvermiş bir çocuk gibidir. Bu yüzden kendisinde gevezelik, şaka karışımı bir hâl görülür. Hatta bunun trajik gerginliği azaltmak için konmuş bir karakter olduğunu yorumlayanlar da olmuş olsa da bu onun gerçekliğidir. Çünkü onun hamuru Antigone, Kreon gibi kral/asil soydan değildir, onlardan ayrıksıdır. Anouilh de metninde Sophokles'in bu karakterine sadık kalarak muhafız karakterini oluşturmuştur. Muhafız yer yer Shakespeare tragedyalarındaki uşaklara benzeyen eğlenceli bir tiptir. Sadettin Okumuş tam da bu belirtmelere uygun bir muhafızı canlandırıyor.
Haimon'u canlandıran Ekremcan Arslandağ oyunun başarılı ışık tasarımını da üstlenmiş. Bilhassa final sahnesinin zorluğunu düşününce gerek oyunculuk gerekse ışık tasarımı anlamında kıymetli bir emek verdiği belli oluyor.
Yaveri canlandıran Oğuzalp Kutlu'yla, 2. Muhafızı canlandıran Gökçe Taş'ı da tebrik ediyorum.
Ve Antigone'ye hayat veren Ayça Bildik'i gönülden tebrik ediyorum. Kesinlikle çok başarılı, böylesi genç yürekleri sahnede görünce tiyatroya, sahneye inancımız artıyor, kendisini kesinlikle başka oyunlarda da sahnelerde görmek istiyorum. Yolu açık olsun.
Efsaneye göre, gözlerini kör eden Oidipus'a sürgüne gönderildiği Atina'ya kadar Antigone yol gösterdi. Herkes Oidupus'u lanetlemişken bir tek Antigone babasının peşine düşüp onu Kolonos'ta öç perilerinin hışmından kurtarıp rahat bir ölüme terk etti. Bu yüzden onun vicdanı ve tuhaf bir gücü olduğu bilinir. Sahne karakterini ayakta tutan şey nedir diye düşündüğümüzde, kendisini tutarlı yapan şeyin önündeki engeller karşısındaki eylemi sürdüren motivasyonu olduğunu biliyoruz. Ayça Bildik canlandırdığı karakterini o kadar güzel çözümlemiş ki tutku ve öfke arasında gezinirken bahsettiğim motivasyona çok hakim. Metindeki "kara kuru" ama "güçlü" vurgusunu çok başarılı bir şekilde yansıtmış.
Giysi Tasarımını üstlenen Hüseyin Özay işlevsel ve dönemler arası geçişliliğe vurgu yapan bir çalışmaya imza atmış.
Sahne tasarımını yapan Cihan Aşar'ın, yazarın belirttiği "Birbirine benzer üç kapı," vurgusuna sadık kalmasına hayran kaldım. Metinde dekor üzerine sadece "Düz bir dekor," tanımı var ve bundan sonra "birbirine benzer üç kapı," tanımı gelir. Anlaşılıyor ki yönetmen Sağlam bu üç kapı vurgusuna sadık kalarak kendi dekor yorumunu Cihan Aşar'la birlikte hayata geçirmiş. Kişisel olarak bir dekorun işlevselliğini önemserim ve karşımızda da böylesi bir dekor var. Dekorun tragedyalardaki "Yazgı, Çember" vurgusuna gönderme yapması, hem antik hem de günümüz arasında bağ kurmasını sevdim. Keza dekora eklenen ayrıntılar üzerine de düşünülmüş. Kumun üzerine bırakılan saatin Dali'nin resimlerini hatırlatması gibi. Sahnenin kumla çevrili oluşu ve oyun karakterlerinin o çember içinde dönmeleri Antik'ten günümüze dek "Kumun belleği" diye adlandırabileceğim bir vurguydu sanki.
Oyundaki aksesuar kullanımı da oyunun dili açısından önemli. Bilhassa sahnedeki tek büyük aksesuar olan masa: şölen sofrasına, dertleşme sofrasına, kumar masasına, iktidarın masasına, yazgıyı kesintiye uğratmak için çembere konan kadere, iktidarın taşıması gereken yüke, kurban - işkenceci arasındaki vicdan/alay sınırına, Antigone'nin çocukluğunda altında sığındığı masaya/elini tuttuğu babasına, mezar taşına, gerdek yatağına, Ismene'nin attığı köprülere, Antigone'yle Kreon'un kıyasıya çekiştiği bir mekan/ veyahut akılla vicdanın yüzyıllardır çekiştiği yer kürenin kendisine dönüşme fikrini beğendim. Böylece tek bir nesne üzerinden çok anlamlı bir katman oluşturulmuş.
Sophokles'in Antigone'sinde biz Antigone'yi mağaraya gönderildikten sonra görmeyiz, Antigone tragedyası onsuz devam eder ve biz Kreon'un felaketine tanık oluruz. Aynı durum Anouilh'in metninde de söz konusu. Sağlam'ın rejisi burada bir kapı açar. Bu kapı bana Andre Bonnar'ın çok sevdiğim bir betimlemesini hatırlattı. "Yeryüzünün o zifiri karanlığına diri diri kapatılacağını bilen Antigone cevapları, konuşmaları, hareketleri sanki ateş parçalarına dönüşür. Antigone'nin kendi ölümüyle birlikte görkemli bir utkuya ulaşacağı konusunda bizim içimizde umut yeli estirir." Tragedyalardaki yoğun pathos/acı seyirciyi kilitler, amacı da budur zaten. Sağlam rejisinde Bonnar'ın umut betimlemesine nazire yaparcasına oyunun sonuna kadar Antigone'yi sahnede tutar. Antigone'yi, mağaradaki hali ve sonrasını sahnenin seyircilerce görülecek en yakın noktasına, hatta seyirciler arasına konumlandırır. O görkemli yok oluş ve umut sahnede, seyircinin aklında asılı kalır. Böylece biz o acı halinden bir nebze de olsa sıyrılır ve düşünme imkanı yakalarız.
Oyunun bu dönemde sahneye konması üzerine düşünürken aradığım cevabı Platon'un "Devlet"inde buldum. Şöyle der Platon: "Her hükümet yasalarını kendi işine geldiği gibi yapar: Demokrasi demokratlığa uygun yasalar, tiranlık tiranlığa uygun yasalar koyar, diğerleri de tıpkı böyledir. Bu yasaları koyarak, kendi işlerine gelenin yönetilenler için de doğru olduğunu söylerler; kendi işlerine gelenden ayrılanı da, yasaya, hakka karşı geliyor diye cezalandırırlar. İşte dostum, benim dediğim şudur: Doğruluk her yerde birdir, yani oradaki hükümetin işine gelen şeydir; güç onun elindedir. Doğru dürüst akıl yürütmesini bilen bir adam, bundan şunu çıkarır: Doğru olan hep aynıdır, yani güçlünün işine gelen neyse, odur."
Bu oyunu sahneye başarıyla koyan "Tatavla Tiyatroya" başta Eraslan Sağlam ve tüm ekip arkadaşlarına gönülden teşekkür ederim, alkışınız hiç bitmesin.
Ali Cüneyd Kılcıoğlu
Oyunun Künyesi
Yazan: Jean Anouilh
Çeviren: Yaşar Avunç
Yöneten: Eraslan Sağlam
Sahne Tasarımı: Cihan Aşar
Giysi Tasarımı: Hüseyin Özay Işık Tasarımı: Ekremcan Arslandağ
Oyuncular:
Aysan Sümercan
Erhan Tuna
Tuba Zehra Sağlam
Ayça Bildik
Oğuzalp Kutlu
Sadettin Okumuş
Ekremcan Arslandağ
Gökçe Taş
Yardımcı Yönetmen: Mehtap Yılmaz
Asistanlar: Ekremcan Arslandağ
Ercan Ertan
Gökçe Taş
Oğuzalp Kutlu
Sadettin Okumuş
Genel Koordinatör: Nil Görkem Gün
KİŞİSEL NOT : Naçizane bir yazar adayı olarak önemli eserlere imza atmış yazarların tiyatronun kuramsal alanına ilişkin yazdıklarına önem verip okumaya gayret ederim. Anouilh ilginç bir şekilde oyunun içinde tragedyayla ile ilgili görüşlerini ve tragedya ile dram arasındaki farklılığı Koro'nun ağzından söyletir. Tragedyada insanın kurtuluşu olmamasının getirdiği rahatlıktan söz ederek dramdaki kurtuluş ihtimaline uzanır. Oyunun ana hikayesinden bağımsız gibi duran bu kısım aslında oyunun yazılış amacını da bize sezdirir. Onun Antigone'si de bu kurtuluş ihtimali olmamasının rahatlığıyla yazılmıştır. Konuyla ne kadar alakalı okuyucuya bırakıyorum ama bu da bir kenarda dursun istedim.
"Hani bir filmde birdenbire ses kesilir, apaçık ağızlardan hiçbir şey duyulmaz, bütün bu haykırışım bir resimden başka bir şey değildir; ve galip bu anda, sükutu içinde yapayalnız , mağluptur artık. İşte böyle rahattır tragedya. Rahattır, emindir... Oysa ki dram olsaydı, hainler amansız kötü kişiler, ezilen mazlumlar, öç almalar, fedakarlıklar
ve ümit parıltıları arasında, ölmek ne kadar güç olacaktı. Tıpkı bir kaza gibi. Belki de iyi kalpli genç, jandarmalarla birlikte tam zamanında yetişecek, böylelikle kahraman da kurtulacaktı. Tragedyada ise böyle bir imkan yok. Biz bizeyiz. Yani kısacası hepimiz masumuz. Biri ölüyormuş öbürü öldürüyormuş ne çıkar bundan?Bu sadece bir rol taksimi meselesi. Tragedyada ümit, o bir ümit yok. Onun için herkes rahat. İnsan Tragedya'da kapana tutulmuş bir fare gibi kıskıvrak bağlıdır.Sırtında bütün kainatın yükü, bağırıp çağırmaktan başka elinden hiç bir şey gelmez. .....Dramda insan çırpınır durur. Çünkü her şeyden kurtulmak ümidi vardır."
Alıntılar:
-Eski Yunan Tragedyaları 12 : Sofokles : Antigone Çev: Ayşe Selen : Mitos Boyut Yayınları/2011
-Antigone : Jean Anouilh Çev : Yaşar Avunç : Agora Kitaplığı/2012
-Antigone : Jean Anouilh Çev : Orhan Veli Kanık : Maarif Basımevi/1955
Anahtar Kelimeler: tatavla tiyatro, antigone
0 Yorum