UNUTMAMALI: AMAÇ, ARACI GEÇERLİ KILAR: "AYMAZOĞLU VE KUNDAKÇILAR"...
Şeref Aymazoğlu, elinde şarap kadehi, söylenerek gazetesini okumaktadır. "Bunları sallandıracaksın, hem de sorgusuz sualsiz..." O, olağan yaşantısını sıcak evinde, korumalı sözcüklerinin yardımıyla sürdürürken, bir gün ansızın kapısı çalınır. Kapısı çalınır ve tehlike içeri dalar. Açıklanamaz ve nedensiz bir tehlike... Bu tehlikenin karşısında bütün uyarılar, öğütler giderek anlamlarını yitirecek, Aymazoğlu'nun en büyük yanılgısı, yaşantısını koruyabilmek adına, kapısını çalan tehlikeyle son ana kadar uzlaşmanın, dost olmanın yollarını aramak olacaktır. Sonrasında gelsin şiddet... Nedenli ya da nedensiz, belki sadece zevk için başlayan şiddet... Ve o, bu şiddete maruz kalır. Ancak bunun farkına varmak istemez, yanılgısını sürdürür.
Anlattığım bu öyküyü, sadece Aymazoğlu'nun öyküsü mü sanırsın Ey Okur? Böyle sanırsan yanılırsın. Doğrusu, bir anlamda hepimizin öyküsü Aymazoğlu'nun öyküsü. Öyle değil mi ama?
UYANMAK GEREK DE, KİM KİMİ UYANDIRACAK
Öyle değil! Değildir çünkü bizimkine öykü denmez, bizimki gerçek. Bizim kapımızın da zilini çalıp, içeri dalmadılar mı? Hepimiz birer aymaz değil miydik? Kendi tuzağımızı kendimiz kurmadık mı? O gün bugün, dağıtılan aklımızı toplayabildik mi, toparlayabildik mi? Evet… Evet… Aptalız, korkağız, pısırığız, iki yüzlüyüz biz… Hepimiz… Kökten dinciler, içlerindeki kini, hırsı, nefreti eksik tutmazken, etrafımızı kundakçılar sarmışken, biz her şeyi yaşamımızın doğal parçası olarak görmüyor muyuz? Toplum olarak yanmıyor muyuz? Yatağımızda, her gün yeni patlamalara gebe olarak doğrulmuyor muyuz? Ve hep uyumuyor muyuz? Uyanabiliyor muyuz?
NAZİZMİN TIRMANIŞINDAN, BİZİMKİLERİN İÇİMİZE SIZIŞINA
Dostlar Tiyatrosu'nun yeni oyunu “Aymazoğlu ve Kundakçılar”, işte bu gerçeğin öyküsü. Yani bizim gerçeğimizin. Meğer Genco Erkal on yıldır bu oyunun üzerindeymiş. Oyunun dramaturgisini yapan Zehra İpşiroğlu ile on yıla yayılan bir zaman dilimi içinde konuşur, tartışır, mektuplaşırlarmış. Soyut yapılı bir oyunla, yaşanılan gerçekleri verememe korkusuyla boğuşmuşlar yıllar boyu. Sonuçta, Genco Erkal İsviçreli yazar Max Frisch'in (1911-1992) Nazizmin göz göre göre tırmanışını anlattığı oyunu "Biedermann ve Kundakçılar"ını, "Aymazoğlu ve Kundakçılar" adıyla uyarlamış. Bir de güzel sahneye taşımış.
GİDENLERİN “KULAKLARI ÇINLASIN”
Aynı oyunu 1965-1966 sezonunda Ankara Sanat Tiyatrosu'nda Hale Kuntay ve Özer Göksel ikilisinin Türkçe'si, Osman Şengezer'in dekor-kostüm tasarımları, Oben Güney'in gerçekçi anlatımıyla izlemiştik. Obey Güney, Aysan Sümercan, Rana Cabbar, Elif Türkan Çölok, Ayberk Çölok, Oktay Sözbir, Recep Emragül, Serap Tayfur, Nihat Ziyalan, Erkan Yücel, Aydoğan Ergezen, Şener Demir, Çetin Öner oynamışlardı. Ne iyi! Gördünüz mü bakın, bu vesileyle onları da birer birer anmış olduk. Yad ettik. Yaşayanlarına selâm olsun. Aramızda olmayanların (Güneri Artunkal'ın deyimiyle) kulakları çınlasın.
"Biedermann ve Kundakçılar”ın şimdilerde “Süleyman ve Öbürsüler” başlığı altında Ayşenil Şamlıoğlu'nun yorumuyla Semaver Kumpanya tarafından sahnelenmekte olduğunu da biliyorum, ama daha o yapımı göremedim. Göremediğim içindir ki, konumuz Dostlar Tiyatrosu'nun Max Frisch'i. Semaver Kumpanya'nınkine de elbette sıra gelecek.
İLETİŞİM ARACI OLARAK TİYATRO
Tiyatro, hiç kuşkusuz bir iletişim aracıdır. Tiyatrocular bir mesajı iletmek adına oyun sahnelerler; seyirciler de oyundaki ilişkilerin izini sürerek, bir nevi “gösterge avcılığı” yapar, estetik bir biçimde kodlanmış mesajı çözerler. Oyunu izlerken, gerçek hayatta olduğu gibi birçok gösterge onlara doğru yönelir. Ama bu sefer göstergeler, bir sanat eserinin düzeni içinde karşılarına çıkar. Onlara bir şey söylemeye çalışırlar. Bir oyunun “anlaşılır” ve “eğlendirici” olması, gösterge kodlamalarındaki tutarlılığa ve estetikliğe bağlıdır.
GENCO ERKAL'DAN İNCE AYAR
Genco Erkal'ın uyarladığı oyunda bunlar aynen olmuş. Bir mesajı iletmek adına bu oyunu uyarlamış, iletiyi estetik bir biçim ve biçem içinde kodlamış Genco Erkal. Frisch'in metnini başarılı bir şekilde yerelleştirirken, adları da anlamlarını koruyarak Türkçeleştirmiş. Genco Erkal'ın elinde zengin işadamı Biedermann Şeref'e; kundakçılardan eski profesyonel güreşçi Schmitz dini bütün, sakallı, takkeli, tespihli, "Hayırlı akşamlar" diyen, "hâşâ" şarap içmeyen Tosun'a; hapisten çıkan arkadaşı Eisenring ise, Demir Çelik'e dönüşmüş. Bu arada, sinsice yaklaşan tehlikenin altını da olabildiğince kalın çizmiş Genco Erkal. Brecht tadında kotardığı itfaiyeci korosunu, kundakçılarla birlikte aydınımızı simgeleyen öğretim görevlisinden oluşturarak, günümüz Türkiye'sindeki işbirlikçilere ince bir göndermede bulunmuş. Son derece dozunda bir komedi-dram ayarı yapmış. Hiç black-out yapmadan tablo değiştirerek, oyunu bir buçuk saate sığdırmış.
OYUNCULARIN TOPLU BAŞARISI
Erdem Akakçe, Tosun'u hem bütünsel, hem derin, hem de eksiksiz değerlendirirken, fiziksel olarak da mükemmel biçimlendiriyor doğrusu. Genco Erkal kuşkucu, korkak, iddialı, ayamayacağı ayan beyan ortada olan Aymazoğlu'nun yaşamını tümüyle kabul edip, sahiplenirken; Meral Çetinkaya, Hanımefendi'nin dışsal olguların altında gizli bir nehir gibi akan o canlı ruhu, seyirciye pek güzel aktarıyor. Metin Coşkun duygularını, isteğini, aklını ateşleme yeteneğini gene kullanmakta. Yardımcı oyunculuklarda Tilbe Salim ve Beyti Engin, ustalarının yanında ezilmeden pekâlâ başarılı oluyorlar.
Tolga Çebi'nin müziği güzel. Kostüm ve ışık için fazla sözüm yok. Claude Leon'un sahne tasarımıysa doğal olarak fevkalade sade. Daha doğrusu masrafsızlık sadeliği. Neden masrafsız, parasızlıktan elbette!
Ama varsın, ulusal ayak topçuların hocasına yüz on milyar Eski Türk Lirası aylık versin hazinemiz.
Ne gam!
Önemli olan önemsenmesin sanatımız, kültürümüz, sahnelerimiz.
GENCO ERKAL, ŞAİR BABA'NIN KULAKLARINI ÇINLATIYOR
Bilirsiniz, bir zamanlar, “Ben yanmasam / sen yanmasan / biz yanmasak, / nasıl / çıkar / karan- / -lıklar / aydın- / -lığa” demiş Şair Baba. Demiş demesine de, yananlar bitmemiş. Hatta, bitmek tükenmek bilmemiş. Bitmemekte…
Sen, ben, o aymazsa korkarım bitmeyecek de!
Bakınız, dışarıdaki büyük miktarda sıcak para başıboş dolaşmakta. Bu para ülkemizi ne çok seviyor ki, bizim borsada oynuyor.
Döviz kurları düşük. Neden? Diyorlar ki, paramız değer kazandı! Yok ya! Değerli paranın başka ülkelerde değiştirilen para olduğunu bilmeyen mi var?
Evet… Yangın büyüyor. Piyasada para olmadığı için döviz düşüyor. IMF'nin istemi doğrultusunda yatırım yapılmıyor, maaşlar dışında neredeyse hiç harcama yok. Tasarruf mu buyurdunuz? Güldürmeyiniz beni.
Yangına benzin dökülüyor.
Döviz düşük olunca herkes ithalata yöneliyor.
Dikkat edin lütfen, piyasadaki hemen her şey ithal malı. Yerli üretim giderek yok olmakta. Bir malı ithal etmek, artık üretmekten daha ucuza gelmekte. İhracatçı kan ağlıyor. İhracat ve üretim yavaşlıyor.
Yangın her bir yanı sarıp sarmalamak üzere.
EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ KİMİNDİ
Cari açığın yıllık yirmi beş milyar dolara ulaşacağı varsayılıyor. Her alanda dışarıya bağımlıyız artık.
Yangın çok, çok yakınımızda.
Enerjiyi, petrolü, doğalgazı ithal ediyoruz. Ürettiğimiz elektriğin çoğu, ithal malı doğalgazdan… Rusya ile ihtilafa düşsek, soğuktan donacağız, haberimiz yok.
Birileri sürekli kibrit çakıyor.
Özelleştirme yapıyoruz diye Türkiye pazarlanıyor.
Yangın paçamızda, kundakçılar aramızda…
Gıkımız çıkmıyor. Hiçbir yabancı kuruluş ülkemize yatırım yapmak için gelmiyor, parayı basıp, hazır tesisleri satın alıyor. Telekom, Erdemir, Tüpraş ve daha nicelerinden sonra, Telsim… Hükümet edenler, iflas etmiş tüccar gibi, elde kalanları satarak günü kurtarmaya çalışmakta.
Yangınsa büyümekte.
Memur, işçi, emekli, esnaf, çiftçi, bütün kesimler kan ağlıyor, banka önlerinde dağıtılan kredi kartlarından edinenler, yaşamlarını borçla sürdüremiyor intihar ediyor ya da cinnet geçiriyor.
İşsizlik korkunç boyutlara ulaştı.
Üniversite bitiren milyonlarca insan iş arıyor, bulamıyor.
Egemenliğimiz günbegün elden çıkıyor.
Alevlerin dili yüzümüzü yalamakta.
BÜYÜK GÖTÜRÜCÜ KÜÇÜK AZINLIK
Küçük azınlıksa vur patlasın çal oynasın sofrasında… Akşamlardan bir akşam, altı tanınmış(!) kişi “Paper Moon”a gidiyor. Biri şarkıcı, biri “televole”ci, biri de… Neyse! Yiyorlar, içiyorlar. 5 Bardak Chivas Regal Viski, 17 Bardak Rakı, 2 Quatro Fromağı (galiba bir “Pizza” çeşidi olsa gerek), 1 California Şarabı, 3 Gaja Marka Şarap, 3 JB marka Viski, 1 Ossobuco (Süt Danası Paçası), 1 Castoletta Vitello (Dana Eti), 1 Fungo Genova (Cenova Mantarı), Carpaccio (hesap pusulasında “Ahtapot Salatası” yazıyor, ama benim bildiğim Dana Filetosudur), Bresaola (Kurutulmuş Dana Eti), 6 Şişe (markası bilinmeyen) Şarap, 3 Porsiyon Karışık Salata, 6 Porsiyon Tiramisu (ünlü İtalyan tatlısı), 3 Porsiyon Formaggio Mista (Karışık Peynir Tabağı) için tam üç bin altı yüz doksan yedi Yeni Türk Lirası hesap ödüyorlar. Esasında ödemiş gibi görünüyorlar. Kimsenin bir şey ödediği yok! Fatura bal gibi topluma çıkıyor. Toplum, hiçbir şeyin farkına varmadan ödüyor, yaşamını sürdürüyor ya da öyle sanıyor.
Bayanlar, baylar, hava gene toprak gibi gebe, hava gene kurşun gibi ağır.
Dostlar Tiyatrosu bangır bangır bağırıyor.
Koşun bre artık, Genco Erkal sizi kurşun eritmeye çağırıyor.
Anahtar Kelimeler: aymazoğlu ile kundakcılar, dostlar tiyatrosu
0 Yorum