MAKALELER

Bir Oyun Yazarı : Mustafa Aslantaş

2025.02.09 00:00
| | |
2773

Mustafa Aslantaş'ı "Yakup ve Oğulları" adlı oyunu ile tanımıştım....
 
Mustafa Aslantaş'ı " Yakup ve Oğulları " adlı oyunu ile tanımıştım. Tiyatromuza yeni, taptaze duyarlıklar armağan eden farklı, etkileyici bir anlatımı vardı.Sonrasında, tiyatro yazınımıza katkı olarak değerlendirebileceğim " Kelebekler Ölüyordu", " Tek Yakanın Öyküsü ", " Frida ", " Eksibir Aşk ", " Shakespeare Beni Sevmez " i okudum.Sesi, yankısı olan eserlerdi...kimi repliklerin içinde notalar saklıydı sanki.Haydi itiraf edeyim, " Frida ", " Kelebekler Ölüyordu " oyunlarını okurken, bir an Katherina Mansfield'in sesini duyar gibi olmuştum : 
 
" Sanat, fırtınalarla yaşanmış acıları dinginlikle kaleme almaktır."
 
Mustafa Aslantaş'ın oyun kahramanları, çok uzaktan, bir ömür kadar uzak diyarlardan çıkıp gelmişlerdi.Çoğu zamana hapsolup kalmıştı.Kimileri zincirlerini kırmayı başarmıştı.
 
Çifte su verilmiş hüzünlerden, yalnızlıklardan ya da hayatın derinliğinde gizli kalmış, unutulmuş her ne varsa bulup çıkartıyordu...daha ne olsun ?
 
 
- Mustafa toplam kaç oyunun ve yayımlanmış kaç kitabın var ?
 
- Senin için saydım. Evet 23 oyunum var. Bu oyunlardan 6 tanesini iki kitapta piyasaya sürdüm. İlk kitabım Yakup ve Oğulları ve daha sonrasında uzun hale getirdiğim ama kitapta kısa formatıyla bulunan Pufff! isimli oyunlarımı içerir. Mitos Boyut yayıncılık tarafından TOPLU OYUNLAR 1 başlığı ile basılmıştır. İkinci Kitabım ise TİYATRO OYUNLARI 2’dir. KDY yayıncılıktan çıkarmış olduğum, ikisi ağır dram(Tek Yakanın Öyküsü, Kelebekler Ölüyordu), diğer ikisi komedi ve komediye göz kırpan (Shakespeare Beni Sevmez, Eksi Bir Aşk)  4 oyunumu içermektedir. 
 
 
- Ya sahneleniş, ödenekli ya da özel tiyatroların repertuvarında bekleyen oyunlarını sorsam...
 
- Devlet Tiyatrolarında hali hazırda 4 oyunum repertuvara girdi. Kurul için bekleyen bir o kadar daha oyunum vardır.
Işık doğudan yükselir misali ilk fiziki sahnem Adıyaman’da Gölge Sanat Tiyatrosu ekibi tarafından izleyicinin karşısına çıkan Yakup ve Oğulları’dır.  Pandemi döneminde “online tiyatro olur mu” sorusunda tartışmaların fitilini yakan ve ortalığı çarşamba pazarına çeviren FRİDA KAHLO oyunum ise video kayıt formatıyla da olsa hayata geçmiştir. Geçen yıl ise Eksi Bir Aşk oyunumu yönetmen sıfatıyla sahneledim. Ayrıca Okuma tiyatrosu olarak Kelebekler Ölüyordu Bilkent Üniversitesinde görücüye çıktı. Yine 25 Ocak ayında Hayati’nin Çarkı oyununa okuma tiyatrosu yaptık. 2024 yılında Tekirdağ Şarköy’de MAT IŞILTI adlı iki kişilik komedim Ömür Tokelli-Işıl Tokelli tarafından sahnelendi. 
Tek Yakanın Öyküsü ve Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu (oyunlaştırma) oyunları İstanbul merkezli çok bilindik iki tiyatro tarafından repertuara alındı.  Fakat bunlar resmi bir anlaşma çerçevesinde olmadığından o ekiplerce sahneye taşınıp taşınamayacağını öngöremiyorum.
 
Ayrıca bir yazarın başına gelmesini asla temenni etmeyeceğim tatsız bir konu ile muhatap kalmaktayım. FRİDA KAHLO ve BİLİNMEYEN BİR KADININ MEKTUBU yine İstanbul’da faaliyet gösteren bir grup tarafından izinsiz ve adımı silerek hatta yazar olarak kendi isimlerini afişe yazarak sahnelenmektedir. Bir çok tiyatro salonunu ve bazı yazarları mağdur eden bu kişilerin hala ulusal platformda bilet satması, turnelere gitmesi, hayretle izlediğim bir durumdur.
 
- Tiyatro oyun yazarı olmaya nasıl karar verdin ?
 
- Bu soruya duygusal bir yanıt vermek yerine daha teknik ve eğlenceli bir cevap vermek istiyorum. Yıllar önce TRT’de Mustafa Altıoklar’ın sunduğu bir gece programı vardı. Hatta bir bölümüne Savaş Ay’da katılmıştı. Katilin kim olduğunu buldukları, seyircilerin senaryo gönderdikleri bir formattı. Ben de oraya bir senaryo göndermiştim ilk defa burada açıklıyorum. Hay Allah’ım:) Papirüs baskı misali ilk mağara yazıtım. Köy yerinde aile ve kocasının baskılarına dayanamayan gelin kocasını öldürmek için  yaprak sarmasının içindeki yarmalara fare zehri katıyor ve sarhoş koca onları yeyip bir güzel nalları dikerek öte tarafa...Program uzun soluklu olmadı, bizim muhteşem (!) senaryolara da sıra gelmedi. Fakat şaka maka çaktırmadan bu yola girmiş oldum. Bir zaman sonra Devlet Tiyatrosu yapımı Ayşe Emel Mesçi rejisindeki Kurban’ı izlemem ve aylarca etkisinden kurtulamamam, başroldeki Miraç Eronat ile bir sanatçı-hayran düzleminde tanışmam… Ve ablası olduğunu sonradan öğrendiğim Zeynep Eronat’la tanışmam… Zeynep Eronat’ın hala çıkaracak mı bilmiyorum anılarını yazdığı bir kitap çalışması vardı. Bir gün sosyal medyadan sanırım ufak bir yazı yada başlık paylaşmıştı. Ben de 1 sayfa kadar bir hikaye yazıp yorum yada özelden göndermiştim. Zeynep Eronat çok etkilendiğini söyledi ve muhakkak, muhakkak bir şeyler yazmalısın dedi ısrarla. Tiyatroya karşı başka bir aşkım olduğu için ben de yazın hayatıma oyun yazarak başladım. Çünkü bu alan benim tiyatro camiası ile doğrudan bağ kuracağım tek kapıydı. Özgürce, içimden geldiği gibi, kimseden bir şey beklemeden girebileceğim açık kapıydı. Sonrası geldi.
 
 
- İlk izlediğin tiyatro oyunu neydi ? 
 
- elonce ile Lena. Yaş 14, 1988, yer Ankara yeni Sahne (şuan kapandı) Tiyatro sevdalısı bir genç öğretmen tarafından bize dönem ödevi verilmişti. “Her biriniz 7-8 li gruplara ayrılıp bir tane Devlet Tiyatrosu oyunu izleyeceksiniz.” Hayat denen bu yolda karşınıza bazı mucizeler insan sıfatında çıkar. O delikanlı genç öğretmen Ayhan Sönmez yıllar sonra kır düşmüş saçları ile ödül törenime geldi. Hala görüşürüz, ismini her platformda anmaktan onur duyarım.
 
- Yazdığın oyunlarda yer alan kahramanlarla öyle ya da böyle bir kan bağın, doku uyuşman var mı ?
 
- Var. Yakup ve oğulları dedelerimizin hikayesinden türemiştir. Oradaki karakterin bir kısmı ile doğrudan akrabayım. Kelebeklerdeki Ufuk ise kan grubuma, al yuvarlar sayıma kadar eşleştiğim bir karakterdir. Keza,  Shakespeare Beni Sevmez’in Zekeriyası, Mat Işıltı’nın Ömür’ü de mizah penceresinden baktığımız laboratuvar mikroskopunun önünde yan yana birbirlerine gülümseyerek sırasını bekleyen kan örnekleridir.
 
- Oyun yazarken, içine gömdüklerinle yüzleştiğin oluyor mu ?
 
- Olmaz mı?  Hem de nasıl…
 
- " Kelebekler Ölüyordu " nun hayatındaki önemi nedir ?
 
- Kelebekler Ölüyordu diğer oyunlarımdan farklı apayrı bir yerdedir. 
Aslında ilk ne zaman oyun yazmaya karar verdin sorusunun cevabı da Kelebekler Ölüyordu oyunundadır. Biraz zaman makinasında eskiye gidelim, 1991 yazına..
Lise 2’ye geçtiğim yaz tatilinde harçlığımı çıkarmak için Ankara Ostimde bir kauçuk-keçe atölyesinde çalışıyordum. Bazen gece 1 lere kadar mesai yapıyorduk. İki ortak işletiyordu. 4 kişi çalışıyorduk. İşinde gücünde gayet iyi insanlardı. Ailevi anlamda bazı sıkıntıların pik yaptığı stresli bir dönemdeydim. Şöyle bir atmosfer; Akşamın geç saatleri, mesaideyiz. Radyoda Kayahan’ın şarkısı “Hep karanlık, hep karanlık yeter artık yeter. Bir avuç kar beyazı, bir adım yol bana…” O atmosferde sıcak prese kauçuk sürerken tavanda uçuşan beyaz kelebeklere gözüm takılıyordu… Ve şunu dedim. “Bir gün bir tiyatro oyunu yazacağım ve adı Kelebekler Ölüyordu” olacak. Hayatımdan gittiğim tek oyun ortaokuldaki Leonce ile Lena. Tiyatro, burada, bu akşamda, ne alaka? Hatta Ankara’yı bilenler için… Hayalim şöyle devam ediyordu. Kelebekler Ölüyordu’yu yazmışım. Yüksel caddesinde bir küçük odada, bir grup insan Kelebekler Ölüyordu için beni alkışlıyor, ödül veriyorlar filan…
Hayaller Viyana, gerçekler Ostim! Bir gün Serdar kalfa (ki patronlardan birinin öz kardeşi) kauçuk karma silindirine parmağını kaptırdı. Attığı o uzun çığlık hayatım boyunca unutamayacağım en acı çığlıktı. İki buçuk aylık bu Ostim yazı tiyatro yazarlığım için meğer stajmış, hayat işte… Çok uzun yıllar sonra Kurban oyunundan sonra unuttuğum hayallerim bir buket çiçek gibi Miraç Eronat’la tanışarak kapıma bırakıldı. Nice sonra 7. Oyun olarak artık zamanı gelen Kelebekler Ölüyordu’yu yazdım. Oyun Bilkent’te seçildi. Rahmetli Nusret Çetinel Davut Usta oldu, Fulya Koçak Gül oldu, Tansel Aytekin İsmail Usta…ve Işıl Kasapoğlu’nun da izleyiciler arasında bulunup alkışladığı Kelebekler Ölüyordu okuma tiyatrosu, benim yıllar önce Yüksel caddesinde hayali aldığım fantastik ödülü ete kemiğe bürüyerek ve Bilkent Üniversitesi gibi bir yerden dünya tiyatrosuna atmış oldu. Sonrasında Akademisyen-Dramaturg Füsun Ataman’ın bu oyuna yoğun ilgisi ve dramaturg Tolga Güven’in satır satır desteği ile oyun ilk haline göre en az 3,5 kat daha güçlendi. Her yerde  tokmak gibi masalara attığım baba bir oyunum oldu. Sloganıyla “Nobele kadar gider” Git, peşinden gelirim Kelebekler.
 
 
- Ya Frida'nın ?
 
- Ah Frida! İçime sine sine tadını bir türlü çıkaramadığım Frida. Kaşıkla verilip, sapıyla dürtülen Frida ah.. Ahları vahları bir kenara bırakırsam tadından yenmez çok lezzetli bir oyun metni çıktı. Frida şaheser gibi bir şey. Nasıl olduğunu anlamadım ama kalemimden akmış, okumalara doyulmayan bir metin oluvermiş canım Frida. “Frida Kahlo Esmer Tebessüm” 2026 yılında tam anlamıyla özgürlüğüne kavuşunca kartları tekrar kararız Frida ile…Sen biraz daha Mavi Ev’de çiçek eke dur, Diago’ya bilenedur, işimiz çok seninle Frida…
 
- Frida'dan yola çıkarsak aşkın belli bir misillemesi var mıdır, ne dersin ?
 
- Olmasın. Aşk onurlu olsun. Biz üstümüze düşeni yapalım gerisini ilahi adalete paslayalım.
 
- Tiyatro yazarlığını tescil eden ödüllerin de var, öyle değil mi ?
 
- İlk ödülümü 2017 yılında Akademya Sanat isimli bir dergiden almıştım. Plaket olarak gelmişti. Pufff! Oyunu ile. İlk oluğu için çok kıymetli. Ve asıl 2017 son baharında, yani yine aynı yıl son baharda telefonum çaldı. Arayan Gülçin Üstüntaş’tı. Aydın Üstüntaş Anadolu Geleneksel Oyun Yazma yarışmasında özel ödül aldığım müjdesi için aramıştı. Ayaklarım yerden kesildi. İstanbul Cihangir Sadri Alışık Tiyatrosunda 2 yazar ödül aldık. Harika bir törendi. Şahin Ergüney sunucuydu. Ben ödülümü çok genç ve yakışıklı bir akademisyon olan V. Yasin Akyüz beyden aldım. Herşey riya gibiydi. Smokinimle elimde ödül İstiklalde turlamak olağanüstü bir mutluluktu.
Ve Kelebekler Ölüyordu Bilkent Üniversitesi Tiyatro Bölümü tarafından kurulan BİLT (Bilkent Üniversitesi Laboratuvar Tiyatrosu) ilk oyun yazma yarışmasında seçildi. Okuma tiyatrosu yapıldı. Arkasına pandemi girdi.
 
Yine pandemide Kadıköy Kazım Karabekir Sanat Derneği tarafından bir oyun yarışması düzenlendi. Oyunlarımdan 4K (Dört kısa oyun, içinde Pufff!un da olduğu) orada seçildi. Okuma tiyatrosu yapılacaktı fakat ekip korona oldu, bizim oyun maalesef pandemizede oldu.
 
- Oyun yazarı olarak Godot'u bekleyen Vladimir ve Estragon gibi umutla, karamsarlık arasında gidip, geliyor musun ?
 
- Godot’tan “Kendimizi assak mı”… Hayatın gün sonu/z raporu gibi. Oyunlarımı düşününce böyle bir git gel var mı? Sanıyorum yok. Ölen sonunda ölüyor, yaşamak isteyen muhakkak yaşıyor. 
 
- Bu işi neden yapıyorum, dedin mi hiç ?
 
Son zamanlarda fazlasıyla evet. Özellikle aklımın almadığı derecede manüple edenlere, insanlığa sığmayacak kadar hasede, imkanı varken oluk oluk başkasına akıtıp tek damla vermeyenlere, rağmen… Yine de devam…Çünkü çok fazla eli sırtımda hissediyorum. Beni asla yalnız bırakmayan, yoğun desteğini aldığım insanlara nankörlük edemem. O yüzden, yazmaya devam…
 
- Neden oyun yazarı yetişmiyor sence  ?
 
- İki ucu riskli soru… Bu soru hala soruluyorsa cevaplamak mecburiyetindeyim. Kimse Lüküs Hayatı, Keşanlı Ali Destanını, Asiye Nasıl Kurtulur’u, Fosforlu Cevriye’yi ya da Çalıkuşu’nu izledikten sonra “ne olacak bu tiyatronun hali” diye kara kara düşünmemiştir. Evladiyelik iyi metinler var. Yerli yazarların elinden çıkma olağanüstü klasikler. Ya şimdi, yerli yazar patlaması var. Var ama, ben bir seyirci olarak tiyatro çıkışlarında başım ağrıdığını üzülerek söylemeliyim . Metin yazmamış, ders anlatmaya gelmiş, sürekli didaktik parmağı gözümüzde. Gittikçe kendi akademik alanına doğru gömülen seyirciden uzak mekanik duygusuz oyunlar, ya da birbirinin aynı ego tatmini oyunlar. Bunu söylemek pek hoş değil ama hoş olmayan bir gerçek ki bu tür tekstler tiyatroya sadece zarar veriyor. Ve sonra yerli yazarların adı çıkıyor.  Kapı kapı kendimizi aklamaya çalışıyoruz.
 
- Ustam olarak gördüğün oyun yazarları kimler ?
 
- Usta çırak ilişkisinden gelmedim. Ama birkaç isme olan hayranlığımı dile getirmeliyim. Eşsiz metinleriyle Haldun Taner, Sadık Şendil, Murathan Mungan, Reşat Nuri Güntekin, Güngör Dilmen… Bunlar ulaşamadığım isimler.
Ulaşılabilir bir kişiyi muhakkak anmalıyım. Yazarlık yolunda bana her daim destek olan, güç veren, arkadaş ve dostça, cömertçe karşılıksız üzerimde –kesinlikle-emeği olan Ali Cüneyd Kılcıoğlu’nun ismini söylemeliyim.
 
 
- Yönetmen, yapımcı ve hatta oyuncular için en iyi yazar, ölü yazar mıdır ? 
 
- Malum, bizim örflerimizde cenaze arkasından 7 si, 40 ı 52 si yapılır. Ama bizimkiler bu konuda yeni bir level atlayarak 70. Yıllarını bekliyorlar teliften düşsün diye. Yeni olana şans vermeyi büyük lütuf, yaşayanı sömürülecek bir kalem, hakları önemsiz, değersiz en kötüsü ”ama bu canlı ya, bunun ölüsü yok mu” denilecek noktadayız. Cevap veriyorum, maalesef EVET!
 
 
-  Yazdığım teksten tek bir sözcük bile çıkarılamaz gibi, kanunların, değişmez kuralların var mı ?
 
- Yoktur ama adım çıktı bir kere. Bu konuda kendi ekip arkadaşlarımla da ters düştüğüm için bu kanaldan açıklama yapma fırsatı doğdu teşekkür ederim. Yazar denen vatandaş bunu oturup yazmış, misal 50 sayfa. Bir anlam bütünlüğü var. Oyuna hizmet eden her türlü doğaçlamaya tavım, itiraz etmem hatta metne de eklerim. Lakin iş zıvanadan çıkıp gelişigüzel metin üzerinde sörf yapılmaya kalkılırsa orada bir dakika dur derim. O zaman biz tiyatro oyunu yazmayalım, yazalım 5 sayfa snopis. “Ahmet kapıdan girer, karısına gündelik şeyler anlatır.” Arkadaşı kafa karıştırıcı cümleler eder. Meltem başından geçen enteresan bir durumu paylaşır” yazalım böyle taslak taslak. Ee? Oldu mu? Yok arkadaş, bu yazar denen insanımsı bunu yazdıysa bir bildiği var. Elbette unutulan, dilinin o an dönmediği bir cümleyi kurtarabilirsin değiştirebilirsin fakat oyun metni senin keyfine göre at koşturacağın bir alan değil. Anlamayanlar için “yazar olunca anlarsınız” diyorum. Özetle metne hizmet etmesi veya metini göçertmesi tehlikesine göre değerlendirilebilecek bir konu.
 
 Uyarlama, sahneleme adına özellikle klasik metinlerin formülleri bozuluyor, ortaya bambaşka bir şey çıkıyor.Bu konuyla ilgili görüşlerini merak ediyorum...
- İşin kolayı, tembellik, garanticilik. Nasıl olsa bu tutmuş, evir çevir sat biletinicilik. Her şeye el atayım, nasıl olsa meydan boş, içini deşmediğim metin/roman kalmasıncılık.
 
- Hayatından neyi çıkartırsan geriye tek şey kalmaz ?
 
- Sanatın her alanını hissettiğim bakış açımı benden çıkartırsanız, geriye robot Mustafa kalır.
 
- Tiyatroda dramaturjinin önemi...
 
- Önceleri elzem, devamında mecburiyet. Yazarlık yolu açısından konuşuyorum. Kendi adıma, bir metni yazdıktan sonra basiretim bağlanıyor. Bu oyun iyi mi, nasıl reaksiyon alacak? Nerde neyi atladım, neyi geçiştirdim ya da anlatmak istediğim anlaşılacak mı? Metin üzerinde bir başka gözün irdelemesi, hele ki bu dramaturg ise bulunmaz fırsat. Metnin özünden sapmaması ve doğru sahneleme, doğru sanatsal süzgeç, fikri öz anlatımından kaybolmamak için elbette dramaturji mühimdir. 
 
- Bir süredir, oyuncunun yazıp, yönettiği, yaşar kıldığı, çoğu birbirini andıran tek kişilik ( otobiyografik) oyunlar sahneleniyor...bunlar hakkında görüşünü merak ediyorum.
 
- Tamamen ticari. Hiç öyle sanat manat güzellemeleriyle geçiştiremeyeğim. Tamamen ticari. Sıfır dekor, tek kişi, sıfır masraf ve cep yakan fiyatlar. Sanat böyle bir şey mi?  Tek kişi olmasına rağmen orkestralı, büyük emek verilen ve pahalı prodüksiyon ile sahnelenenleri ayrı tutuyorum.
 
-  Otosansürü yemeğinde taşıdığın zamanlar oluyor mu ?
 
- Kalemimin cesur olduğunu düşünüyorum. Ama aklımıza gelen her şey de yazılmaz. Sonuçta bunu seyirci izleyecek. Onlar üzerinde olmuşuz bir tesir bırakmamak adına dikkatli davranmaya özen gösteriyorum.
 
- Hayatının filmini hangi karede dondurmak isterdin ?
 
- Yine son zamanlarda… Bu son zamanlarda mevzusuna da takmış durumdayım. Üzerinden onlarca yıl geçen anılar nasıl hortluyor anlamıyorum. Yaş ilerleyince böyle oluyor demek ki. Misal, son zamanlarda hayatımın en mutlu gününü keşfettim. İlkokul 2. Sınıf Ankara kışı, 15 tatil. Kar yapmış her taraf bembeyaz. İkindi vakitleri, sokaktaki kamyonetten annemle 2 kilo hamsi aldığımız o an. Kendimi o kadar güvende ve huzurlu hissetmişim ki, nerdeyse 40 yıl sonra patladı içimde bu an ve anı! 
 
- Son olarak buğulu bir pencere camına ne yazardın ?
 
- Kısa bir süre zarfında tanıdığım birinin baş harfini çiziyorum ve üstüne bir çiçek daha…
İnsanlara kıymet veren, onore eden bu şahane kişinin adını yazıyorum; Pınar’ın P’si…
Çiçek gibi bir dünya dileğiyle,
Teşekkür ederim.
 
Mustafa Aslantaş kendine özgü üslubu, dile gösterdiği özenle çok katmanlı bir yazar. Dahası en katı gerçekleri başarıyla estetize edebilen, ışığı yüksek, rüzgarı güçlü bir yazar.
 
 
" Ben gidiyorum…
Bir içten gülümseme, bir mahcup göz kaçırma, bir yarım dalgın bakış. İşte bunlarla kandırıldığım bir serüven oldu benim için. Ve çiçekler.. 
Çiçeklerle dolu bir dünya bırakmak isterdim sizlere. Binlerce çeşitler ve ne kadar
güzeller değil mi… Acımı hafifletmek için yıllarca en güzel kokularını saçtılar durdular… Bence çiçekler bu dünyada başımıza gelen en iyi şey. Saçlarımda yalnızca bir kaçı… Tıpkı kırkmyedi yıllık hayatımda binlerce güzellik arasından payıma düşen, kurtarabildiğim,  yanımda götürebildiğim birkaç güzel anı gibi, sayılı. 
 
Sizlere onurlu bir dünya bırakmak isterdim… Yaşanabilir, kardeşçe, özgürce... İnsanca, savaşsız, masumların ölmediği,  yoksulluğun bilinmediği, güçsüzlerin ezilmediği, köleliğin şekil değiştirip kuşaklar boyu elden ele devranını sürdürmediği bir dünya bırakmak isterdim. Bunun için çizdim, bunun için yürüdüm, her ne yaptıysam bunun için yaptım, siz evet sizler insan onuruna yakışan biçimde yaşayın diye.…
Sizlere bi’dünya dünya bırakmak isterdim,
İsterdim… 
Bıraktım da…
Sizlere resim bıraktım,
Renk bıraktım.
 
Fikrin aydınlığında yürüdüğüm ayaklarımı, özgürlüğe kanat çırpan kalbimi, zihnimin vardığı o rotanın sonunu bıraktım…
 
Sanatı besleyen güzellikleri fark etmenizi umuyorum, ki çiçekler bunların en ulaşılabilir olanı. 
Bakın kafamda bir küçük bahçe var. 
Ve avucumun içinde bir ayna…
Size tutuyorum…
 
Sizlere bakıyorum da değil kafanıza rengarenk çiçekler takmak, saçınızın arasında bir papatya dalı bile yok. Neden?
 
Ben gidiyorum… Sanırım seninle bir alışverişimiz kalmadı sevgili dünya… Yaşattığın tüm acıları, yaşattığın birkaç mutluluğun üzerine döküp gidiyorum. 
Sıfıra sıfır, kapansın bu defter ! " 
 
Mustafa Aslantaş’ın Yazdığı Oyunlar;
 
1 Yakın Işıkları
2 Hasret-i Zaman
3 Yakup ve Oğulları
4 Yıldız Sessizliğinde
5 Ameleus
6 Çeltikçiler
7 Kelebekler Ölüyordu
8 Leyleklerin Altında
9 4K (Pufff!)
10 Frida Kahlo Esmer Tebessüm
11 (uyarlama)Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
12 Shakespeare Beni Sevmez
13 Vaktinden Önce Gelen Ya da Benden Hiç Gitmeyen Eylül
14 Bir Makbule Kabare 
15 Lansman
16 Azimle Kadın
17 Ben Bir Çocuk İnsan
18 Eksi Bir Aşk
19 Tek Yakanın Öyküsü
20 Hayati'nin Çarkı
21 Salı Çiçekleri
22 Mat Işıltı
23 Nezaketle

Anahtar Kelimeler: mustafa aslantaş, Yakup ve Oğulları



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir