SİZE HATIRLATMAMI İSTEDİĞİNİZ BAŞKA BİR ŞEY VAR MI?: "444"
Hiç kalkışmadım, denemedim, ama biliyorum ki bir oyun, yazarın kafasında öyle şıpınişi oluşmuyor. Oyun yazmak için de elbette belli aşamalardan sabırla geçiliyor. Yaratıcılığın yanı sıra, belli bir yazma tekniği, tiyatro bilgisi ortaya seriliyor. Kalıplarını kırmış olmaktan başka “oyunculuk nedir”in gözlemcisi olmak, “reji nasıl yapılır”ı bilmek, kendine özgü bir biçem yakalamak esas.
YİĞİT SERTDEMİR’İN YAZARLIĞI
Daha önce yazdığı oyunlarla çeşitli ödüller alan Yiğit Sertdemir’in “Bekleme Salonu”, “O.B.E.B (Ortak Bölenlerin En Büyüğü), “Öldün, Duydun mu?”dan sonra dördüncü oyunu “444”ü geçenlerde izledim. Sertdemir’in ele aldığı konular doğal olarak gökten inmiyor, yerden bitmiyor, kendiliğinden uçuşup bilgisayarın “word”una doluşmuyor. Onun sağlam bir alt yapısı var. Kafasında kurduğu konudan/olaydan etkilenmeyi, etkilendiğini derinlemesine incelemeyi, incelediği her neyse işine yarayıp yaramayacağını biliyor, belirliyor, geliştiriyor.
Genç, ama donanımlı bir tiyatro adamı o.
OYUNUN KONUSU
"444” adlı oyun, bir çağrı merkezinde geçmekte. “Hatırlatma Merkezi” olarak görev yapan bu birimin şikayet bölümünde; biri uzun zamandır çalışan, diğeri yeni işe başlayan iki kişinin gece vardiyası sırasında, çağrı sisteminde işler karışır, gerilim ve mizahın iç içe geçtiği yüksek tempolu bir gece başlar. Tam anlamıyla bir kaostur yaşanan. Ekrana yansıyan arşiv silinmiş ve büyük olasılıkla art niyetli örgütlerin (belki de bir siyasi parti örgütünün) eline geçmiştir. Ele geçirenler, bilgileri hangi amaçla kullanacaktır, bilinmez. Oysa toplumun tüm belleğidir çalınan, yok edilen arşiv. Gece sonunda iki çalışanın buldukları çözümler ve yanıtlar kendilerini çarpıcı bir gerçeğe ulaştırır. Sorgulama başlar.
ERZURUMLU’NUN YÖNETİMİ
"444”ü Yaman Ömer Erzurumlu yönetmiş. Yönetirken güzel matematiksel bir denge sağlamış. Kullandığı yöntemleri oyunun tümüne hizmet ettikleri sürece kendi içinde özgür bırakmış. Birinci kulvara yazılı metni, oyuncuyu, efekti koymuş. Dekor, ışık ve aksesuar gibi yan unsurlarla kulvarı desteklemiş. İki oyuncunun ritim adına, sözün içeriğinin albenisi adına öne çıkmalarını engellemiş. Yazılı metnin ve usta işi yazılmış diyalogların getireceği kolaylıklara sırtını dayamamış, küçük ayrıntılarla mizansenini renklendirmiş.
KORTAN’IN DEKOR VE KOSTÜMÜ
Aslı Can Kortan’ın kostümleri pek sıradan görünseler de iyi. Daha ne olacaktı ki! Düşünsel işlemi pek güzel yerine getiriyor. Görmezden gelinemeyecek olan gerçek; bina, salon, sahnesizlik sorunu yaşayan pek çok “göçebe” tiyatronun dekor tasarımcısını olumsuz etkilediği gerçeği. Bakmayın siz benim zaman zaman bu gerçeği göz ardı ederek dekor tasarımcısına veryansın ettiğime. Özel tiyatrolarda temel sorunlar dekor, aksesuar, ışık üçgeninde gelip düğümleniyor, biliyorum. Bu üçgen, özel tiyatroların bütçelerini kökünden sarsan, gelir-gider dengesini çalkalayan bir üçgen, anlıyorum. Ama iş, gene Kortan’ın imzasını taşıyan dekor tasarımı gibi olamaz mı diye de düşünüyorum. Aslı Can Kortan’ı özde belirli bir biçimi değil, ama belli bir kavramı belleklere ulaştırmayı başardığı için kutluyorum. Bu arada, çalışma seti arkasından bilgisayar ve telefonlardan sarkan, inandırıcılık açısından iyi düşünülmüş kabloların neden o kadar abartılı çapta kullanıldığını anlayamadığımı, söz konusu abartının oyunun konusuyla ilişkisini kuramadığımı itiraf ediyorum. Haydi, bilgisayar ve telefona ait olanlar bir yana, masa lambalarının kablosu bilgisayar ve telefonunkilerle aynı çapta olur mu ayol!
Erkan Kortan’ın oyundaki her tabloyu, her tablo içerisindeki oyuncu/ların mizansenlerini, duruşlarını saptayarak tasarladığı mavi katılmış sarıdan oluşturduğu ışık düzeni de iyi.
SERTDEMİR İLE KADİM’İN OYUNCULUKLARI
Biraz da oyuncululardan söz et derseniz, Gülhan Kadim’in her bir tekil anı fiziksel biçime sokmada ne kadar çok yol ve araç kullandığını gidip görmenizi; o kadar çok yol ve araç kullanarak, bakın bir oyuncu nasıl seçenek üretirmiş tanıklık etmenizi öneririm.
Yiğit Sertdemir’in fiziksel biçimlendirme sürecinin başlangıcında, oyuncu olarak yaratıcı duygularını aktarmak için her şeyi, ama her şeyi sözcüklerle, jestleriyle, hareketleriyle, eylemleriyle, yüz ifadeleriyle kullanmada ne denli ölçüsüz ve nasıl alabildiğine müsrif davranıyor alkışlamanızı isterim.
Gerçekten fevkalade yazılmış metnin yoğunluğunda iki oyuncunun derin ve anlam dolu coşkusuna sizlerin de eşlik etmenizi dilerim.
Dışsal biçim ve onun yolları metne nasıl uydurulur, bu iki genç oyuncudan öğrenin derim.
Siz hele bunları hal edin, ben görevimi sonra yerine getiririm.
"Bu konuda senin başka ne görevin ola ki,” diye sual edecek olursanız, gidip Yiğit Sertdemir’in ve Gülhan Kadim’in alınlarından öperim.
Anahtar Kelimeler: 444, altıdan sonra tiyatro
0 Yorum