MAKALELER

Selanikten Anıtkabire - Ankara Devlet Tiyatrosu

2007.05.07 00:00
| | |
3158

Ulu önder Atatürk'ün 57 yıllık hayatından kesitler sunan oyun, toprağa verildiği ana kadar geçen olaylar dramatize ediliyor.

    Metnin ön planda tutulduğu bir oyun; "Selanik'ten Anıtkabire"…

   Ulu önder Atatürk'ün 57 yıllık hayatından kesitler sunan oyun, toprağa verildiği ana kadar geçen olaylar dramatize ediliyor. "Her ilde tiyatro" sloganıyla Ankara devlet tiyatrosunun, Türkiye'nin bir çok ilinde Atayla buluşturması müthiş. Sahnede atayı anmak,o yıllara dönmek elbette güzel ama, yazılan metnin ve sahnedeki oyunculuğun bir kriteri olmalı. Konunun zaten belli olduğu,yalnız nasıl ve nerden başlanılacağı üzerine tartışılıp durulmuş. Ve öğrencilerin bir çay bahçesinde buluşup,öğretmeninin direktifleriyle,sahnenin diğer karşısında canlandırması fikri üzerinde karar kılınmış. Yazar Mustafa Ahmet Yuvanç oyunu derlerken, faydalandığı kaynaklar nedir bilinmez ama,eksik bir donanımla yazılmış olduğu gün gibi ortada.
 

   Yazar, Atatürk'ü farklı bir pencereden ele almış.

   Her skecin sonu Atatürk'ün vecizeleriyle bitirilmesi biraz "pazar esnafı" yaklaşımı hissettiriyor. Yurdum insanın duygusallığı düşünülerek yazılmış bir metin var ortada. Her skeçten sonra seyirciden alkış alması da bunu doğruluyor. Atatürk gibi bir önderin tarihe damgasını vurduğu onca olay varken, daha çok kişisel hayatının yansıtıldığı bir metin ortaya çıkmış. Çanakkale savaşı,Cumhuriyetin ilanı, t.b.m.m.nin kuruluşu vs. gibi 100 lerce önemli olayları sahneye yansıtmak yerine, suladığı çiçekleri,yaptığı güreşlerden falan bahsedilmiş. Atatürk'ü çok az tanıyan insanların,hayatının sadece bunlardan olmadığı,yaşamının çoğunu savaşlarda geçirdiğini,savaşları nasıl kazandığını,cumhuriyeti nasıl kurduğu gibi temalar daha çok işlenmeliydi. Madem sahnelenip,bir çok kitleye hitap etme şansı varken,neden bu kadar dar bir gözlem içine girilmiş anlamıyorum. Diğer yandan 80'li yıllarda kaybettiğimiz Karikatürist -Oyuncu - Gazeteci - Şovmen Altan Erbulak'ın Atatürk'e olan sevgisi ve hayatındaki yeride unutulmamış.
 
    Canlandırma psikolojisinin sahneye yansıması.

   "Bahar geldi her yer çiçek açtı" diyen çaycıya rağmen çizimdeki ağaçların yapraksız ve kuru oluşu, bağlantısız ve kopuk. Arkada verilen çizim bir sonbaharı andırıyor oysaki. Atatürk'ü canlandıran oyuncunun öğrenciler arasından seçilmemesi, farklı bir karakter olarak bunlardan bağımsız olması, güzel düşünülmüş. Son zamanlarda nedense oyunlarda bir playback anlayışı var. Geçişler için müzik odası yerine,birinin sadece anlatıcı görevi alması, yada içlerinden birinin anlatıcıyı canlandırması bütünlüğü sağlayabilirdi. Kasetten verilen ses, ilgiyi dağıtıyor. Bundan vazgeçilmeli.
 
   İlk kimlik oluşumu,çarpıcı ve ders niteliğinde. Olaylara göre kıyafetler devamlı değişiyor. Yalnız taburda bulunan 5 askerden birinin kot pantolonla sahneye çıkmasının nedenini kavrayamadım. O zamanın yoksulluğuna mı işaret edilmiş,yoksa kıyafet bulmakta mı zorlanılmış anlayamadım. Askerlerin savaşı canlandırırken sergiledikleri dans figürleri,o anı yaşamakta zorlanmamı sağlıyor. Sonradan gelen oyuncunun şivesi,öğrenciler arasındaki durumu ve kıyafetine bakıldığı zaman bir hademeyi andırıyor. Hademenin mesai saatinde olmasına rağmen,çay bahçesinde ders yapan öğretmene haber getirdikten sonra orada takılı kalması pek inandırıcı gelmese de, oyunculuğu ve olaylara göre kullandığı (özellikle Kastamonu) şiveleriyle müthiş bir oyunculuk dersi veriyor. Bu oyunun dramaturgu eksik yapıldığı kanısındayım. Olaylar canlandırılırken kopukluklar yaşanmış. Birbirine bağlanılmayan bütünlükten bihaber, özensiz işlenmiş.
   
    Oyunda rol alan Okan İrkören, Şemsettin Zırhlı, Dara Tan, Turgay Kılıç,Yaseri Şahbudak, Emre Erçil, Eylem Türkmen, Dilek Arıbal, Duygu Güneş, Zeki Karaca,Mümtaz Aydoğan Mengi, Pınar Uslu gibi geniş kadroda oyunculukların sırıtmadığı,Atatürk'ü canlandıran oyuncunun biraz "seyirciye oynadığı" görülüyor. Oyunculuğunu konuşturmayıp,vecizeleriyle ön planda duruyor. Bunun dışında dekorun ve kostümün oyuna çok fazla bir şey kattığını söyleyemem. Konu Atatürk olunca birazda bu metine sığınarak oynanmış gibi bir hava vardı. Oyunculuklar biraz daha iyi olup, Ulu önderi daha iyi şekilde anabilirlerdi.
 
    Tekse bağlı kalan yönetmenin, yönetim sorunu.

   Etlisine sütlüsüne karışmayan,konunun altında ezilmiş bir yönetim zihniyetine gidilmiş. Kaldı ki anlatılan konunun çoğu, Atatürk'ün kişisel hayatına dikkat çekilmiş. Bu metin üzerinden yapılacak çokta fazla bir şey yok zaten. Birkaç bölümden oluşmuş oyunda; çiçekleri nasıl sulardı,nasıl güreşirdi falan gibi temalar üzerinden işlenmiş bir oyun izlettiriyor. Yalnız Tolga Çiftçi'nin, Altan Erbulak'ı neden bir bayan oyuncuya oynattırdı, ustaya saygımı vardı,yoksa başka bir şey mi,buna neden ihtiyaç duyuldu anlayamadım.
 
    Zayıf bir dekor anlayışıyla konu ön planda tutulmaya çalışılmış.

   Epik anlayışın hakim olduğu oyunda,salonun sağ kısmını çay bahçesi, sol tarafını ise olayları canlandırmak için konuya uygun küçük aksesuarlarla tamamlamış. Kadronun kalabalık olduğu için kullanım açısından başarılı. Yalnız çay bahçesini andırmak için,yapraksız kuru ağaçları bir bezin üzerine çizip,altından rüzgar verilerek bir sonbahar havası vermeye çalışsa da, çaycının bahar geldi sözlerine ters düşüyor. Usta dekorist Sertel Çetiner, bu oyunda ikinci planda kalmayı yeğlemiş. Konunun ön planda kalmasını sağlayabilmek için yapılmış olabilir. Sertel Çetiner'in müthiş eserlerini gören biri olarak,bu tasarımının çok cılız kaldığını söyleyebilirim.
 
     Kostüm tasarımının oyuna kat(a)madıkları.

   Tarihsel süreçleri anlatan bu tür oyunların dekorları kadar kostümleri de zordur. Oyunun günümüzde bir grup öğrenci tarafından canlandırıldığı için oyun geniş zaman ekiyle oynanıyor,haliyle dekor çok önemli gibi görünmese de, canlandırmadaki süreçte,o anı yaşabilmek adına, Nursun Ünlü'nün kostümler üzerinde pekte durmadığı görülüyor. Öğrencilerden olmayan askerlerin savaşı anlattığı bölümde, kot pantolonla çıkması,son padişahın günlük kıyafetlerle oynanması, açıkçası pek etik değil. Sadece Atatürk'ün kıyafetleri üzerine düşülmüş.
 
   Işık Tasarımındaki, Zeynel Işığın sunumları başarılı. Müzikteki Kemal Günüç'ün playbackleri dışında her şey yerli yerinde.
 
" Çelişkinin olmadığı yerde tiyatro da yoktur. " 


 

Anahtar Kelimeler: selanikten anıtkabire, ankara devlet tiyatrosu



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





TİYATRONLİNE

E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir