MAKALELER

Savaş İkinci Perdede Çıkacak – İstanbul Devlet Tiyatrosu

2007.11.17 00:00
| | |
4894

Çek Yazar Oldrich Danek (1927-2000), oyuncu Bendl’ın anılarından damıttıklarıyla tiyatro sanatının gücüne, büyüsüne üç saate yakın bir süre içinde göndermeler yapıyor.

 


Aktörün yürek burkan öyküsü: ‘Savaş İkinci Perdede Çıkacak’

Bir oyuncu o… Adı Vladimir Bendl… Usta bir oyuncu… Hastanede… Ölecek… 
Çek Yazar Oldrich Danek (1927-2000), oyuncu Bendl’ın anılarından damıttıklarıyla tiyatro sanatının gücüne, büyüsüne üç saate yakın bir süre içinde göndermeler yapıyor. Oyunun adı: “Savaş İkinci Perdede Çıkacak- Valka Vypukne Po Prestavce.” Hastanede son anlarını yaşayan aktör Bendl’ın meslek yaşamında yaşadıkları bir sinema şeridi gibi tiyatro sahnesinde akıyor. Dünyanın gördüğü en acılı ve en hüzünlü yıllarda aşk… İkinci Dünya Savaşı… Etik değerler… Onur… Sanatçının duruşu… Toplumsal ve siyasal gelişmeler karşısında sanatçının sorumluluğu… Tutumu… Kaçınılmaz bir yol ayrımına gelindiğinde aydın kişinin yüz yüze kalacağı sorular… Ve tiyatro… 

Sanatçı paramparçalığı 
Danek, 1920’li yıllardan başlatıyor öyküyü, ta yetmişli yıllara kadar getiriyor. Yükselen, ünlenen, yücelen, bu arada çevresini sanatı adına paramparça eden bir oyuncunun öyküsü bu. Oyuncunun acısıyla, izleyicisinin de içini acıtan bir öykü. Gerektiği için yüreğinde yangınlar çıkaran kadını (Anna-Şenay Gürler), kendisine “özel” bir tiyatro kurma sözü veren dikiş makineleri fabrikatörünün karısı Yahudi kadın Landecka (İpek Bilgin) ile aldatıyor. Sonra Nazi işgalinde saklanmak için evine gelen Landecka’yı kapısından kovuyor. Nazilerin bölge baş komiserine, savaş öncesi Komünist Parti üyesi olan arkadaşlarının adlarını hiç zorlanmadan bir bir sayıyor. İkircikler içinde bunalıyor… Çelişkilerle boğuşmakta… Tutkular… Aşklar… İhanetler… Pişmanlıklar… 

‘Flashback’lerle anlatılan yaşam öyküsü 
Ülkemizin çok önemli tiyatro insanlarından Yücel Erten; sevdiği, beğendiği, Türkçeye kazandırılmasında yarar gördüğü Çek yazar ve yönetmen Oldrich Danek’in “Savaş İkinci Perdede Çıkacak” başlıklı oyununu, Atatürk Kültür Merkezi-Oda Tiyatrosu’nun fuayesindeki panoya asılmış yazısından öğrendiğime göre, Almancadan dilimize 1989 yılında kazandırmış ve oyun, kitap halinde “Öteki Yayınevi” tarafından 1998 yılında yayınlanmış. Her ne kadar “… vay anasını sayın seyirciler” deyimini kullanmasındaki gerekliliği anlamasam da, Yücel Erten’in çevirisine laf edemem. Oyunu izledikten sonra, sahnelemesi için üstünden on sekiz yıl geçmesine doğrusu hayıflandım. Ama kapıdan çıkarken, her zaman olduğunca; “N’aparsın kardeş, burası Türkiye işte” diye mırıldanmaktan da kendimi alamadım. 

Bakalım yaratıcı kadro işini nasıl eylemiş 
Koreograf Cihan Yöntem, “açık biçim” olarak ifade edilen Yücel Erten’in öykülemesine, devinim içinde ritmi sezen/sezdiren bir koreografi düzeniyle katkıda bulunmuş. Dans için hiç de uygun koşulu bulunmayan bir sahnede, dans ve devinim düzeniyle hiç kuşkum yok, bir “gökkuşağı” oluşturmuş. Oyuncuların bedenlerini basit birer gösterge vericisi, izleyene yönelik işaretler göndermek için kullanılan birer semafor olarak görmemiş. Böyle görmediği için izleyicinin oyuncuların bedenlerini; enerji kabı, arzu yönlendiricisi, itkileri yükseltme dinamiği, ritim kumbarası olarak algılamalarını sağlamış. Çiğdem Erken, abartıdan uzak, iki viyolonsel (Tansu Eğinlioğlu ile Derya Davulcu) ve bir piyanodan (Ayça Daştan) oluşan, yalın, içten, ama oyunla ve oyuncuyla “yakın temasta” bir orkestra kurmuş. Müzikal motiflerle yayılan bir atmosfer yaratmış. Laytmotife dönüşen, izleyicinin durum saptaması yapmasına, soluklanmasına olanak veren besteler/düzenlemeler yapmış. Kimi yerlerde, eylemi tersinlemeli yorumlayan Brechtisyen şarkı anlayışını kullanmış, kimi yerlerde akorlara dayalı armoni yerine zaman beraberliğinden yararlanarak ezgileri üst üste getirmiş bir kontrpuan etkisi sağlamış. Birkaç notayla eylemin yerini belirtirken atmosferi akustik bir dekora dönüştürmüş. Çoğu üç sesli vokallerle sesin anlambilimsel derinliğini deşmiş. Oyuncuların arasından Nazlı Uğurtaş’ın sesindeki cisimlilik, kösnüllük, müzikalite fevkalade güçlü, ama Çiğdem Erken onun metnin anlamını bastırmasını usta manevralarla önlemiş. Diğer taraftan, Yakup Çartık gene büyücülük yapmış, oyundaki duyguyu, düşünceyi, imajı, zamanı, mekânı, atmosferi, perspektifi bir arada bir ışık düzeni tasarlamış. Sahne ışıklandırmasına bir kez daha sanatsal bir değer katmış. 


Gülhan Kırçova, 1920’lerden 1970’lere uzanan geniş yelpazede hem Yücel Erten’in sahneleyiş mantığına, hem oyunun hızına, dinamiğine hizmet veren, hem de tarih düşme görevini üstlenen giysiler tasarlamış. Doğrusu, kostümlerin tümü kutlanası. Bu arada, Bendl’ı hastanede ziyareti tablosunda Struna’nın paltosunu neden (kravatlı) gömleği üzerine ceketsiz giydiğini belki de sadece bana anlatamamış. 

Sahne tasarımı da Yücel Erten Usta’nın 
Yücel Erten Usta, çevirdiği, on sekiz yıl sonra da olsa sahneleme olanağı yaratabildiği oyunu, Atatürk Kültür Merkezi Oda Tiyatrosu’nun sahnesinde işlemiş. Çoook “mütevazı” bir sahne burası. Arkasında yalnızca bir koridor ile iki soyunma odası, ortada da büyükçe bir evin salonu kadar sahne… Yücel Erten’in de pek güzel ifade ettiği gibi: “… geniş hacimlere düşkün AKM’nin bir merdiven altı boşluğuna sığıştırılmış bir tiyatro” burası. İşte bu “sığıştırılmış” tiyatronun olanakları sınırlı sahnesinde “…kulisler, panolar, dekorlar, yapılar, kapılar tıkıştırmaya çalışmak yerine” Yücel Erten, sahne tasarımını da kendisi yaparak “sahneyi çıplak kullanmayı” yeğlemiş. “Sahneye açılan mimari kapılar, mimari olarak mevcut olan balkon, ona yaslanan bir döner merdiven, birkaç parça mobilya, zorunlu üç-beş aksesuar, birkaç vitrin mankeni…” İşte dekor bu… Bana sorarsanız, bu dekor anlayışıyla oyuncunun kolektiflik anlayışını ateşlemiş, toplu oynamayı daha bir belirginleştirmiş. Yücel Erten, rejisör olarak da “açık biçim”i alabildiğine özgür kullanmış, öyküyü kendi dinamiği ve estetiği içinde yoğurmuş; oyunculuk, müzik, dekor, kostüm, ışık anlayışlarıyla estetik bir bütünlük oluşturmuş. Arka planda uyguladığı “slow motion” devinimlerle duraklamaları yok etmiş, anlatımını güçlendirmiş, sahne diline lezzet katmış. 

Oyunculuk 
Sıra oyuncuları değerlendirmeme geldiğinde, Zeynep Alkaya’nın, Nazlı Uğurtaş’ın, Hale Şenözgen’in, Gürsan Piri Onurlu’nun, Efe Ünal’ın, Destan Batmaz’ın yönetmen ne verdiyse aldıklarını ve başarıyla uyguladıklarını söyleyeceğim. Hakan Meriçliler’in, Bendl’ın işaret ve dayanak noktaları üzerinde eklemlediği ve bedenini de katarak elde ettiği yönlendirici devinduyumsal ve duygulanımsal şemayı kutlayacağım. Bu şemanın oluşmasında yönetmenin payını hesaplamamam elbette olası değil, ama kutlamadan da edemem doğrusu. Şenay Gürler; Hemşire, Anna, Genç Kadın Oyuncu, Rejisör karakterlerini sadece ışıl ışıl pırıldayan gözleriyle, güzel gülümsemesiyle, billur sesiyle değil, gövdesini de kontrol altında tutarak mükemmelleştiriyor. Struna’da Levent Güner’in sesindeki gerilim tınılarına, telaffuzuna, tonlamasına zarar vermekte. Deniz Evrenol, Esra Ruşan, Selen Domaç üçlüsüne vokal klişelerin tuhaf bir biçimde inatçı olduklarını anımsatacağım. O inatçı klişelerle savaşmalılar ki Ema’nın, Ela’nın, Eva’nın sesleri, konuşmaları, gülmeleri içsel duygulara bağımlı kalabilsin. Dört karaktere can veren İpek Bilgin, gövdesi ile ruhu ve iç aksiyonu ile dışa dönük hareketleri arasındaki uyumla dikkat çekiyor. Özellikle Landecka’da kutlanası bir oyun vermekte. Alpay İzbırak’ın Landecky karakterinde oyunla özdeşleşmesi eksik. Burak Şentürk, canlandırdığı dokuz karakterden her biriyle içsel bağ kurmayı başarmış. Bu bağı doğrudan, sezgisel ve doğal bir biçimde oluşturmasıysa gerçekten övgüye değer. 

Kurumu eleştirmeliyim 
Şimdi size bir şey diyeyim, esasında bu oyunda ciddi anlamda eleştirilecek olan sadece kurum. Sezonun açılışından bu yana bir oyunun afişi daha hâlâ hazır edilmemişse, izleyici oyunla ilgili bilgileri edinebileceği dergicikten yoksun, bırakın dergiciği, eline “cast”ı içeren bir fotokopi dahi verilmeden kör kuyuya sokulur gibi salona giriyorsa, ben İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdürü Osman Weber’i eleştiririm. 

Eleştirmek ne kelime, elimden gelse sırf bu nedenle koltuğuna çiviler yerleştiririm.

Anahtar Kelimeler: savaş ikinci perde çıkacak, istanbul devlet tiyatrosu



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir