SAHNEDE BİR RESSAMI YAŞATARAK, MESLEKTAŞLARINI KARAMSARLIĞA YİTEN BİR ÇALIŞMA ÖRNEĞİ : MODİGLİANİ
Uyuşturucular fiziksel ve ruhsal acılarını dindirmeye yetmedi...
Ölümünden sonra ressam olan karısı da arkasında iki yaşındaki kızları Jeanne'ı bırakarak intihar etti…
Anlayacağınız bunalım,bunalım,bunalım…
Oyun için sadece üç günlük bir yaşamından kesitler sunan modigliani'yi izlediğiniz zaman, elinizdeki palet ve fırçaları bıraktıracak kadar karamsar bir oyun. Kalp hastası ve hamile olanlara tavsiye edemediğim bir oyun.
İşin şakası bir yana,bu ressamı yaşarken anlamayanlar,ölümünden sonra (tıpkı günümüz Türkiye'sindeki gibi) daha yi anlamak için biyografisini derlemişler.Dennis Mcentyre tarafından yazılmış,Yıldırım Türker'de sağ olsun çevirmiş.Oda yetmemiş DT repertuarına alarak,hayattayken anlaşılmayan yazarı, Ankara Devlet Tiyatrosu gibi köklü bir kuruluş tarafından sahneye taşımış.
Modigliani'ye saygımı ? Yoksa Ressamları aşağılamamı?
Şimdi aslında böylesine önemli sanatkar adamların seyirciye tanıtılması,anlaşılmasını ve yapıtlarının değerini (öldükten sonra bile olsa) anlamaları için ,biyografilerin sahneye taşınması hoş. Hoş olmasına hoşta,bu adamın hayat biçimi,yaşam tarzı seyirci karşısında hiçte hoş karşılanmıyor. Bir ressamın hayatını bu kadar permüjde yansıtılması, aslında meslektaşlarını karamsarlığa yittiği kadar,bu mesleğe ne kadar sahip çıktığı da tartışılacak bir konu. Sadece içkiliyken resim yapabilen,içmediği zamanlarda da uyuyan,resimlerini de kan kusarak yapan bir ressam ne kadar etiktir? Üstelik Pablo Picasso 'nun ne derece çirkef bir insanoğlu olduğunu anlatan bu oyun,bir yandan bir ressamı kanatlarının altına alırken ,diğer yandan aynı meslektaşını yerden yere vurur. Bumudur saygı anlayışı?
Gelelim sahnelenişine…
Oyunu Ankara Devlet Tiyatrosu sahneledi.Bu sahneleniş ve yapım olarak zor görülen, sanat kokan bu oyunda, Modigliani'yi usta oyuncu Olcay Kavuzlu üstlendi. Hakikaten çok zor bir misyon yüklenerek,açlık,sefaleti bize kadar yansıtan,oyun başından sonuna kadar kan kusan,içki içen,haliyle sarhoş karakteriyle, ödüle layık bir oyuncu.
Açlık-sefalet-yaşam savaşı üçlemi ve bunun nedeni olarak resim sevgisi nelere katlanabileceğini gerçeküstü seyirciye yansımış. Yetmemiş,etrafındaki insanların sanata ne kadar duyarsızlaştığını, sağ elinin işaret parmağını sallayarak uyarmış. Aynı dönemde yaşayan picassoya da veryansın etmiş. Kurulan uzun cümleler-şiirsi anlatımlar bir çok yerde sıkmış. Bardaki ritim ve tonlamalar başarılı olduğu gibi,bu sefalet tamlaması oyundaki tek komik öğe olmuş. Gözden kaçmaması gereken diğer bir karakter ise, bardaki kadının ritmik kahkahaları çok başarılı.
Modigliani'nin yakın arkadaşı memonun çocuksu ruh halini hala anlamış değilim. Madem çocuksu bir durumda,neden tavuk yada kurbanlık koyun yerine,çiçek,böcek,börtü resimleri çizmiyor? Yıllardır resim yapan bu ressamın çocuksu halleri nedir? Neden böyle bir karaktere ihtiyaç duyulmuştur. Bu karakterin oyun içindeki ruh hali, daha da bir garip hal almış.Bu gariban durumlar bana hiçte inandırıcı gelmedi.
Modigliani ve karısı arasındaki paslaşmalar o kadar iyiydi ki,dondum kaldım. Muhteşem bir oyunculuk örneği oldu. Hareketli sahneler,donuk sahneleri izliyor,ve geçişler çok iyi.Diğer yandan anlayamadığım bir taraf,oyunun en başındaki sözsüz geçen bölümde camı kıran modigliani'nin, polisten bu kadar korkmasını çok tuhaf karşıladım. Zira oyunun başından sonuna kadar,şehri terk etmekten bahsediyor. Yavaş yavaş paranoyaklaşan (sahnedeki) modigliani'nin bu ruh haline anlam veremiyorum. Yahu zaten bu adam gündüzleri dışarıda da gezen bir adam,evine de düzenli gelip gidiyor.Yani düzenine devam ediyor.Madem polis arıyor,neden evine gelip bakmıyorlar. Ne kaçan var ne kovalayan? Neden oyunun sonuna kadar sürüyor?
Park sahnesindeki memonun bisiklet kullanması olayı bitiren noktaydı. O kadar şarap içen bir adamın, sahnede dengesini sağlaması tam anlamıyla çöküntü. Bisikletten indiği zaman yürümekte zorlanan memo,nasıl oluyor da, bisiklete binince bu kadar iyi bir denge sağlayabiliyor? Vallahi pes!
Oyunda rol alan diğer isimler; Ümit Hasret Arslan, Orhan Özyiğit, Harun Özer, Savaş Tamer, Berfu Öngören, Aydın Şentürk, Füsun Demirden, Murat Öz, Serhat Çelik,Oğuz Avcıoğlu, Erkan Erkoç, Eda Ateş üzerine düşen görevde başarılılardı.
Bunca sefaletin yaşandığı oyunda,Modiglianin tekrar resime başlayarak oyunu bitirmeleri,bunların üstünü örtecek umut havası içerisinde …
Mutsuzluğun resmini yapan yönetmen…Barış Eren
Bugüne kadar hep,mutluluğun resmini yaparmısın derler ya.. Bu usta yönetmen oyundaki birkaç eksiğe rağmen ,sefalet içinde mutsuz olarak ölen ressamın psikolojisini çok iyi çözmüş. Harika bir anlayışla sıyrılmış. Öncelikle dekor ve kostüm görselliğinin arkasına sığınma ihtiyacı hissetmemiş,oyuncularına güveniyle, onları ön planda tutarak, resmi bitirmeyi başarmış. Ama bu oyun sahnelendikçe,tüm ressamları da,karamsar etmek bence etik değil. Söz konusu olan oyunun kötü çıkması değil,çok iyi yansıması. Zira inandırıcılığı çok iyi olan bu oyunla,ressamları zaman zaman yerden yere vuran,eleştirmenleri de eleştiren,ne olursa olsun yaşamaya mecbur olan, bu sanatkarının sergilendiği oyunu, sahneden kaldırılması gerektiği inancındayım. Bireysel oyunculuklar kadar,ekip çalışması, muhteşem bir uyum içerisinde geçmiş. Konulardaki bazı kopmalarda,oyunun bütünlüğünü bozmayacak nitelikte.
Dekor tasarımının günümüzdeki önemine dikkat çeken Behlüldane Tor…
7 farklı sahneyi çok zorlanmadan başaran dekorist,epik bir anlayışla işe koyulmuş. Oyunun başında günümüzdeki resim severin slayt gösteriyi tabure üzerinde izlemesi,olaya farklı açıdan yaklaşmamızı sağlıyor. Yıllar sonra anlaşılmayı bekleyen ressamı anlatıyor. Tekerlekli Lokanta içine sıkıştırılmış,masa ve sandalyeler.Modiglianin ve zibonun evindeki ; bir yatak, bir koltuk, resimler ve resim araçlarıyla oyuncuları kapatmamış,ortaya çıkarmış. Parktaki bank ve yanı başındaki sokak lambasıyla,önden gelen duman ve arkadan yansıtılan ağaçla muhteşem bir anlayış getirmiş. Lokanta sahnedeki tek masa ve sandalyeyle bu işi harmanlamış. Bar sahnesindeki bilardo masası,sandalye ve masalarla seyirciye görsel bir şölen sunmuş. Portatif bu dekorlarla,oyunu anlatmadaki en önemli görevi üstlenmiş. Bu görevin altında da layıkıyla çıktığını açık yüreklilikle söyleyebilirim. Sahneyi oyuncuya bırakmış. Sıkışmamış oyuncu,koskoca sahneyi kullanmasını istemiş. Muhteşem bir iş çıkartmış.
Sefaletin sözcüsü Kostüm tasarımıyla, Sevgi Türkay
1800 lü yılları anlatan bu eski oyunlardaki kostümün önemi çok büyük. Sahnedeki oyuncuyu izlerken,ilk dikkati çeken kostümün uyumu. Hele hele sahnedekiler birer sanatkarlarsa işi daha zor. (Böyle ressamı olur,dedirtmeden) Sefaletin anlatıldığı bu oyunu, tam anlamıyla yansıtan kostümlerdeki başarısıyla, Sevgi Türkay'ı kutlarım.
Oyun içerisindeki başarının mimarlarından bir diğeri de, ışıktaki başarısıyla,Zeynel Işık…
Hiç şüphesiz ışık, oyunun can damarlarından biridir. Vücudun organlarından biri gibidir. En değerlilerindendir.Modiglianin evindeki ışık süzmesi,sahnedeki oyuncuyla uyumu, ve zamanlaması mükemmeldi. Oyunun her adımındaki başarısından dolayı kutlarım.
Filmlere gitmekten vazgeçin artık. Tiyatrolarda da gösterimler başladı. Efekt-Sinevizyon: Tayfun Gültutan
Devamlı ilerleyen teknolojiyi çok iyi kullanan Tayfun Gültutan,oyunun en başındaki ressamın resimlerinden oluşan slayt gösterisiyle, sanatkarı tanıtması başlangıç için çok iyi. Sahneden çıkan dumanlar,arkaya yansıtılan ağaçlar,dekora ihtiyaç duymayacak nitelikte. İşin bu şaka kısmı tabi. Bu gösterimlerin bir çoğu,sinemanın da önüne geçmiş gibi. Üzerine düşen görevinde çok başarılı.
İşin özü
Şimdi şapkamızı önümüze koymak gerekirse,bu oyunun neden kaldırılması konusundaki kişisel düşüncemi anlatayım. Bir sanatkarı sahneye yansıtmak,sahnede anmak elbette çok güzel ve çok önemli bir misyondur. Zira oyunun kötü oynanması sahnedeki sanatçıyı anarken,daha da zor bir duruma düşürebilirdi. Çok risklidir. Ama zaten bu ressamın bu kadar sefil ve içkiye sığınarak resimlerini yapması,bu sanatkarın resimlerine ne kadar saygı gösterdiğimizle alakalıdır.
Velhasılıkelam sahneye taşınmayı hak etmeyecek kadar önemsiz bir insanı,sahnede görmek ve bazı şeylerin arkasına sığınarak bir şeylerin ortaya çıkmasını sağlamakta hiç etik değil. Hatta bu arkasına sığındığı şeylerle yaptığı resimi,hayranlıkla izlemek nahoş bir durum bence.Yani aslında biz yaptıklarına değil,nasıl yaptığına saygı duymuş oluyoruz. Bir Picasso yada Da vinci elbet oynanabilir. O zamanda bize umut bağlayan yeni oyunlar izleme fırsatı getirir.
Herkes evine bir resim almak ister. Ama yapanı kabul eder mi işte onu bilmem.
İyi seyirler.
Anahtar Kelimeler: modigliani, ankaradt, ankara devlet tiyatrosu
0 Yorum