EVDE KALMIŞ KIZ SORUNU YA DA SORUSU: "LÜTFEN KIZIMLA EVLENİR MİSİNİZ?"... Bakırköy Belediye Tiyatrosu
"Lütfen Kızımla Evlenir misiniz”, Muzaffer İzgü'nün yanılmıyorsam 1997 yılında yazdığı bir oyun. Bugüne dek, başta İzmir Devlet Tiyatrosu olmak üzere, amatör profesyonel onlarca tiyatro grubu tarafından sahnelendiğini biliyorum. Konu, kocası öldükten sonra tüm hayatını kızını evlendirmeye adayan bir annenin, evlenmeye karşı direnen kızıyla giriştiği son derece ciddi uğraşı, güldürü biçeminde ele almasından yola çıkıyor. Anne, kırk yaşının üstündeki banka memuru kızına koca bulmak için her yolu denemekte, hatta “yol denemeyi” evlilik üzerine kurulu olan "reality show"ları izleyerek ve internette kızı adına “chat” yaparak oldukça abartmaktadır, falan…
MUZAFFER İZGÜ AĞABEYİM, GENE MERAKLARI KIŞKIŞLIYOR
Tiyatro, hiç kuşkusuz kişinin dünya görüşünü oluşturan, seyircisini önemli pek çok soruyu bilinçaltından yanıtlamaya zorlayan bir sanat dalı. Muzaffer İzgü Ağabeyimiz de, seyircisinin/okurunun meraklarını geliştiren, onların kültür oluşumuna katkıda bulunan bir mizah yazarımız. Türkiye için bir nimet… İzgü, bütün güzel sanat dallarının insan için olduğunu peşinen kabullenir vee… Tiyatronun bütün sanat dallarını kapsadığına inanır. İnandığındandır ki, onca oyun metnine de imza atmıştır. İnsan belleğine kolayca yerleşir Muzaffer İzgü'nün eserleri. İnsan olana düşler kurdurtur, sorular sordurtur, yanıtlar aratır.
ERKEKLER ACABA NEDEN KURUMUYOR?
Bu oyununda da görevini yapıyor Muzaffer İzgü. Seyircinin kendi içinde tartışmasını sağlıyor. Örneğin bana, tam da oyundan çıkarken, neden sadece geri kalmış ülkelerde “evde kalmış kız var,” sorusunu sordurtuyor. Evli ya da bekar olmak kendine özge birer yaşama biçimi değil mi yahu? Bre aman, neden sadece ağır aksak ilerleyen ülkelerde katı kurallar, gelenekler, görenekler işliyor? “Kız kurusu” oluyor da, erkek kurusu neden olmuyor? Olmasını kim engelliyor?
Muzaffer İzgü, gene sordurtuyor…
BU KERE İŞİMİZE DEKORDAN BAŞLAYALIM
"Lütfen Kızımla Evlenir misiniz” Bu kere Burak Karaman'ın rejisiyle Bakırköy Belediye Tiyatroları'nca sahnelenmekte. Dekoru Ayçın Tar yapmış. Ayçın Tar, yazarın isteğine uygun olarak küçük bir apartman dairesinin salonunu çizmiş. Solda, sokak kapısının bulunduğu hole açılan bir kapı var. Karşı sağda da tül perdenin altında balkona açılan başka bir kapı… Sağda da yatak odalarının bulunduğunu anladığımız bir kapı daha… Ve banyoya, mutfağa açılan bir aralık. Eşyalar eski… Büyük yuvarlak masada, demir çiçeklik üzerinde ve çeşitli yerlerde yapma çiçekler. Yanda televizyon sehpası ve üzerinde televizyon. Televizyonun önü görünüyor.
Televizyonun önü görünüyor ve Neriman Hanım, yani Anne, “Biri Bizi Bilmem ne Ediyor” gibi bir programı canlı yayın olarak izlemekte. Buraya kadar her şey mükemmel. Ama daha perde açılır açılmaz, ölmüş kocaya ait olduğunu sonradan anlayacağım absürd portre beni rahatsız ediyor. Çalışmayan duvar saatiyle Muhsin Ertuğrul'un kulaklarını çınlatıyorum.
NURHAYAT'IN ETEĞİ, RIDVAN'IN…
Gene Ayçın Tar'a ait kostümleri, rahat ev içi giysileri olarak pek beğendim. Gel gelelim, Rıdvan'ın gri üstü beyaz çizgili takım kostümünün altında, siyah çorap ve kahverengi ayakkabıyı görünce pek anımsamıyorum, ama: “Olamaz,” diye inlemişim. İkinci Perdenin İkinci Tablosunda, Nurhayat'ın eteğini görünce de: “Bu ne bu ayol,” diyerek yerimden şöyle bir doğrulduğumu hatırlıyorum. Allah aşkına Sevgili Tar, o kostümle Fidan Tek Koşar nasıl bütünleşsin de, karakterin yaratılmasını nasıl kolaylaştırsın? Bir de, hayatım boyunca, dünyanın hiçbir yerinde öyle votka bardağı görmediğimi Ayçın Tar'ın kulağına söyleyeceğim. Bilemiyorum, başka ne diyeceğim.
O KIRMIZI NE ÖYLE!
Ceren Ercan'ın dramaturgi açısından katkısını Burak Karaman bilir de, ışık tasarımını yapan Murat İpek'in “Twist” tablosundaki kırmızını asla kabul edemeyeceğimi, fevkalade amatörce bulduğumu söyleyeceğim, başka da bir şey demeyeceğim. Tolga Çebi'nin müziğinin oyuna katkısını tartışmayacağım, gene de kötü olarak nitelemeyeceğim.
ŞEYTANIN KARAMAN'A GÖRME DEDİKLERİ
Oyunu, yukarıda da söylediğim gibi, Devlet Tiyatrosu sanatçılarından Burak Karaman yönetmiş. Sahne üzeri temposunda, karşılıklı diyaloglarda temponun düzeyden kopmamasında başarı sağlamış. Öte yandan, Nizamettin Usta'da, deneyimli oyuncu Üstün Asutay'ın “… banyomu yapar gelirim, yok bakar gelirim…” türü ucuz ortaoyunu esprileri yapmasını engelleyememiş. Gene Nizamettin Usta'nın, banyo için “laciverde boyarım,” dedikten sonra, bir sonraki tabloda elinde seramik örnekleriyle gelişini gözden kaçırmış. Neriman Hanım'ı seyirciye dönük konuşturarak, durup dururken fars örneği sergilemiş. Birinci Perdede üç, ikinci perdede tam altı “black out” yaparak akışı aksatmış. İkinci Perdede, Coşkun'un kızı görmeye gelirken elinde taşıdığı çiçeği (ki plastiktir) görmezden gelmiş.
BU ABARTI NEDEN BE USTAM!.
Oyunculara gelince; Üstün Asutay usta, abartılı. Ve de sistemsiz. Oysa, sistemli oyunculuğun beraberinde tiyatral başarıyı getireceğini Üstün Asutay elbette benden daha iyi bilir. O halde? Asutay, Nizamettin Usta karakterini aklının ve duygularının uyumlu beraberliğinde oluşturmamış. Ne diyebilirim ki!
Çetin Etili (Coşkun) ise, karakter ne kadar “angut” olursa olsun, kız görmeye/istemeye gelirken çiçeğin öyle tutulmayacağını bilmeli. Bu tutuş biçimini güldürü öğesi olarak kullanıyorsa, vazgeçmeli.
AYŞE DEMİREL İLE FİDAN TEK
Ayşe Demirel (Anne), davranış ve tutumun ses ile aktarılmasını biliyor. Etkileyiciliğin bireysellikle gerçekleşemeyeceğini de seziyor, sezinliyor. Karşısında oynayan Fidan Tek Koşar'ı ezmeden, hatta özendirerek gerçekten “tiyatro yapmış” oluyor. Fidan Tek Koşar ise, benim eski göz ağrılarımdandır ya, bu oyunda da zihni düşünceleri, zihinde yaratılan her şeyi maddeselliğe dönüştürerek oyunculuğunun göze batıcılığını sağlıyor. Tek önerim, ikinci perde ikinci tablodaki entari midir, etek midir nedir onu çıkartıp atarak, evinden kendine daha uygun bir kostüm giymesi.
… VE DE, EMRE KINAY…
Pek de uzun olmayan Rıdvan rolünde Emre Kınay'ı izlenmekte. Duraksamadan söyleyebilirim ki, Emre Kınay, sahnedeki olayları “tasfir” etme yeteneğine sahip ender oyuncularımızdan. Gerçekçiliği sembolize etmenin, yoruma dayalı oyunculuk gerektirdiğini biliyor. Karşılıklı diyaloglarda yoruma dayalı oyunculuğunu diğer rollerde olanlarla paylaşacak kadar da cömert. “Lütfen Kızımla Evlenir Misiniz,”de çizdiği ve derhal sulandırılmaya uygun “eşcinsel” taklidi yapan karakter, Emre Kınay'ın kendini fevkalade iyi tanıması, dolayısıyla oyunculuğunun sınırlarını fevkalade sınırlamasıyla dozunda kalıyor.
Kısacası; bu oyunda gülünür, sonunda alkışlanır, falan, tamam da, sadece kısacık rolündeki Emre Kınay için dahi seyredilir gibime geliyor…
Anahtar Kelimeler: lütfen kızımla evlenirmisin?, Bakırköy Belediye tiyatrosu
0 Yorum