“O bir denizdir, biz sadece bulutlarıyız” Lamartine
Hint Uygarlığı hakkında birçok değerlendirme vardır. Ancak yapılan değerlendirmelerin ortaya çıkardığı ortak sonuç ise hiç kuşkusuz, Hint Uygarlığının dünya insanlık mirasına çok önemli ve farklı katkılar sunmuş oldukları gerçeğidir.
İlk Çağ Uygarlığının ve kültürünün en büyük merkezlerinden biri de Hint olmuştur. Onun özgünlüğü şurada ki, katkısını yaptıktan sonra sönüp gitmedi; aradan yüzlerce yıl geçmiş de olsa, bugün de koruyor özgünlüğünü. (Tanilli, 1994: 191)
Hint’te ilk köleci toplumun dini Brahmanizm’di. İlkel topluluğun, Veda’lar yoluyla, bize, ulaşabilmiş olan dinsel inançları, doğa güçlerinin tanrılaştırılmasına ve anemizime dayanıyordu. Brahmanizm, devleti kutsal bir kurum katına çıkarıyor, hükümdarın kişiliğini kutsallaştırıyor ve sosyal eşitsizliği, yani varna’lar sistemini onaylıyordu. (Tanilli, 1994: 195)
Brahmanizm, köleci rejimin iyice geliştiği bir devirde, İsa’dan önce I. Bin yılın ortalarında, yerini Budizm’e bıraktı. (Tanilli, 1994: 196)
Budizm, Buda’dan geliyor; “aydınlanmış” demektir. Efsaneye göre, yeni dinin temel ilkelerini koyup ettiği kabul edilen kişinin takma adıdır. Budizm göre, çalışanların kendi ruhlarını kurtarmaktan başka hiçbir amaçları olmamalı ve sosyal ilişkileri değiştirme konusunda her türlü girişime sırt çevirmelidirler. Budizm, edilgenliği, gerçekliğe boyun eğmeyi öğütlediğinden, giderek ezilenleri ezenlere karşı mücadelesinde manevi bakımdan silahsızlandırdığından, zulme uğramak şöyle durdun V. yy dan başlayarak, köleci soyluların desteğini bile sağladı. Budizm, kabile inanışlarından üstünde olsa, gelişmekte olan büyük köleci devletler için çok ciddi ideolojik bir temeldi. (Tanilli, 1994: 198)
Cemil Meriç’e göre, Budizm, bir kopuş değil aksine bir reformdur. Buda için doğuştan Brahma yoktur, kişi yaptıklarıyla Brahman olmaya hak kazanır. Kadın ilk defa kutsal şölende yerini alıyor, cariyelikten rahibeliğe yükseliyordu. Buda için kast yoktu, insan vardı. Budizm bir Nihilizm değil, idealizmlerin en yücesidir. Cenneti de, cehennemi de biz yaratıyoruz.
Hindin aleyhinde atıp tutanların başlıca dayanağı kastlardır. Ancak Britanya sömürgelerinde, İngilizlerle yerlileri birbirinden ayıran daha sarp bir duvar değimliydi. Kast bir ana kucağıdır Hintli için. Leyleğin bir yuvadan attığı bir yavru yok bu ülkede, hangi kastta doğmuşsanız o kastta ölürsünüz. (Meriç, 2009: 20)
Tanilli kastlar konusunda şunları ifade eder: “Emekçileri birbirinden alabildiğince soyutlamada yararları bulunan sömürücü sınıflar, kast farklılıklarını savunuyor, özellikle en yoksul en çok sömürülenler, yani dokunulmazlar söz konusu olduğunda, daha da dikkat kesiliyorlardı bu ayrıma” (Tanilli, 1994: 205)
Hintlilerde filozoflar iki sınıfa ayrılır: İnançları Pythagoras’ınkini andıran Brahmanlar ve dünyadan el etek çekip sığınan Gurmonlar. (Meriç, 2009: 30)
Hint mitolojisinin kaynağı dehşet. Hintli bilinmeyen ve görülmeyenle uğraşmış, Yunanlı bilinen ve faydalı olanla…Birinde hayal gelişmiş, ötekinde zeka. (Meriç, 2009 : 49)
Schopenhauer “Tevrat’ın İsa dini ile hiçbir ilgisi yok. Hristiyanlığın kaynağı Hint’tedir. Buhtunnasır Yahudiler’e çok yumuşak davranmış, tek tanrılı dinler kana boyamış dünyayı. Brahmanizmde, budizmde taasuptan eser yoktur… Hint düşüncesiyle uzlaşmayan herhangi bir felsefe kabule şayan değildir” açıklamasında Hint mitolojisinin tek tanrılı dinlerle olan ilişkisini farklılıklarını irdelemiştir. (Meriç, 2009: 51)
Hint felsefesi bütün felsefeleri gölgede bırakır, Lamartine’e göre. “O bir denizdir, biz sadece bulutlarıyız” diyen şair, Hint destanlarıyla boy ölçüşebilecek bir ırmak-şiir yazmaya özenmiş, ama bu rüyayı gerçekleştirmek ancak “La Legende des Siecles” yaratıcısına nasip olabilmişti. (Meriç, 2009: 63)
“Hiçbir kitap ruhumuzu Upanişadlar kadar yükseltemez. Hayatımın acılarını onlarla avuttum, ölürken de onlar beni teselli edecek.” Schopenhauer
Hint şiiri’nin önemi konusunda Cemil Meriç, Quinet’den şu alıntıyı yapar “ Avrupa yorgun bugün. İngiltere’yi, Almanya’yı, Fransa’yı dolaşın. Soluk soluğa kalmış insanlar göreceksiniz. Hiçbirinin yaşadığı anla ilgisi yok. Hepsi de adı bilinmeyen bir hayal peşinde. Homeros, Dante, Shakespeare,.. bu şımarık zekaları doyuramıyor artık. Bize yeni kaynaklar lazım diyorlar, manevi çölümüzde kana kana içeceğimiz kaynaklar. Ve kayalıklardan taptaze bir ilham pınarı fışkırıyor: Hint şiiri”. (Meriç, 2009: 66)
Meriç Toprak ve İnsan ilişkisini Hind’de ki önemini şu sözlerle açıklar. “ Bu ülkede toprak bir masal sultanı kadar cömert. Kıraçlardan altın başaklar fışkırtır bir sağanak. Tek kökten koca bir orman doğar. Çöllerden çiçek bahçelerine geçilir yaz yağmurları hem tabiatın yüzünü güldürür, hem insanın. Ama kışlar kurak, baharlar boğucudur ve yağmur her bölgeyi aynı cömertlikle başaklandırmaz. Kuzey Himalaya’nın kasırgaları tarar, güneyi Asya güneşinin alevi. Musonlar kesilince açlık başlar. Sıcak, damarlardaki kanı erimiş kurşuna çevirir; toprak bakırlaşır, ölümü arzular insan” (Meriç, 2009: 89)
Hind’in düşünce örgüsünde koyu renkler ağır basar. Hint hayatı küçümseyenlerin vatanıdır. Ama bu geniş ülkeyi bir dervişler tekkesi sanmayalım. Firavunlar diyarı muhteşem bir taş yığını, Fırat boylarında yükselen mamureler toprak altında, Atina bir hayal, Roma bir efsane… Hint beş bin yıldan beri var. Hintli elini kolunu bağlayıp hayaller aleminde yaşasaydı, o büyük medeniyet nasıl doğar, nasıl gelişir, nasıl ayakta durabilirdi?” (Meriç, 2009: 90)
Meriç, Hint kutsal kitaplarında, Brahmanizmin kutsal metinlerini incelerken öncelikle, Vedalara değinir: “ Veda kutsal bilgi demek. Bin yılı kucaklayan bu edebiyatın bütün ürünleri ilahi bir kaynaktan gelmez. Kuşaktan kuşağa aktarılan çeşitli gelenekleri de Vedalar’ın dört kutsal kitabına eklerler. Derleme mahiyetindeki bu kitaplara sanhitalar denir. Sanhitalar’ın ilki Rig-Veda, ikincisi Yacur-Veda, üçüncüsü Sama-Veda, dördüncüsü Atharva- Veda.(Meriç, 2009: 107)
Avrupa’da büyük heyecan uyandırır Vedalar. Bilhassa Alman bilginleri bu eski ilahileri Aryalar’ın kutsal kitabı olarak vasıflandırırlar. Veda medeniyeti dünya tarihinin kemer taşı sayılır. (Meriç, 2009: 110)
Server Tanilli Vedalara sınıfsal açıdan yaklaşır. “Vada’ların en eskisi olan Rig Veda, çok sayıda köleden söz ediyor. Köleler, efendilerinin mutlak mülkiyeti altındaydılar. Efendileri onları satabileceği gibi, armağan edebilir ya da cihaz olarak verebilir, hangi işte olursa olsun kullanabilirdi.” (Tanilli, 1994: 194)
Bu ayrımın yarattığı sosyolojik sonuçları Tanilli şöyle açımlar: “ Toplumun sınıflara bölündüğü anda devlet ortaya çıkıyor. Aristokrasi, kabile yönetiminin dizginlerini ele geçiriyor ve kölelerle, topluluğun en yoksul kişilerinin itaatini sağlamak için yararlanıyor bundan. (Tanilli, 1994: 194)
Meriç, Vedalar ile Upanişadları şöyle karşılaştırır: “Vedalar geleceğe ümitle bakan genç bir kavmin, sevinç çığlıklarıyla örülüydü. Upanişadlar çözülmeye yüz tutan bir düzenin karamsar felsefesi. (Meriç, 2009: 113)
Hind’in kitab-ı mukaddesidir Upanişadlar. Ama kalabalığa seslenen bir kitap değil. Sayfalarında imanla inkar kucaklaşır. Vedalar’ın sonuncusudurlar güya, yine de en aziz inançlarla alay etmekten çekinmezler. (Meriç, 2009: 114)
Huzur, benliğin aşk içinde yanıp nur olması.
Huzur, kainatın konserine karışmak, ışık olamak,
koku olmak, name olmak ve bir daha doğmamak.
Huzur: nirvana.
Cemil Meriç
İsa’dan önce 6. yüzyıldayız. Bihar, brahmanizmin kök salamadığı bir ülke. Kurtarıcılara inanan bir halk ve hayatı felaketlerin en büyüğü sayan bir aristokrasi. (Meriç,2009: 164)
Vedalar’ın Tanrı kelamı olduğuna inanmaz Canist. Tanrı’ya inanmaz ki vahye inansın. Evreni Tanrı yaratmış, peki ama Tanrı’yı yaratan kim? Dünya ezelden beri mevcut…(Meriç, 2009: 165)
Meriç, Budizm’in temel düşüncesini diğer doktrinlerle karşılaştırarak inceler: “Brahmanizm, Brahmanlar’ın şekillendirdiği Vedalar doktrini. Budizm’de, cainizm gibi, bu doktrine karşı bir tepki. Ama bir kopuş değil, bir reform” (Meriç, 2009: 167)
Buda için doğuştan Brahman yoktur, kişi yaptıklarıyla Brahman olmaya hak kazanır ancak. Buda, hem gönlünün, hem de mabedinin kapılarını bütün insanlığa açtı, dostlarını bir araya topladı. Gemisine yalnız karısını bindiren Nuh, gemisine bütün insanları çağıran Buda…İsrail ve Hint. (Meriç, 2009: 167)
Meriç Hint edebiyatına şu sözlerle giriş yapar : “ Hint lirizminin de iki kolu var, Ganj gibi… Birleşen, ayrılan, sonra tekrar kaynaşan iki kol. Birinde sevgilinin hayali yıldızlaşır, ötekinde Tanrı’nın: şehvet ve insan. (Meriç, 2009: 180)
Ama Hint lirizminin ne bir Leyla’sı var, ne bir, Mecnun’u. Aşk erişilmez bir ideal değil, yaşanan bir gerçek. Şair bir kadına değil, kadına aşık, kadına, yani tabiatın bütün güzelliklerine. (Meriç, 2009: 181)
Şehvet bir mezhep olmuş Hint’te. Atharva-Veda’nın ana konularından biri aşk… Kandi’nin memelerine destanlar yazılmış. “Kama-Sutra”, bügün de aşk sanatının en güzel kitabı. (Meriç, 2009: 181)
Tanilli, Hint Edebiyatının önemi konusunda şunları söyler:” Eski Hint edebiyatı, pek çeşitli ve pek zengindir. İsa’dan önce I. Yüzyılda, çok uluslu olan Hint’in edebi dili olan sankritçede, Mahabharata ve Ramayana yazıldı. Bunlar, kahramanların yaptıklarını anlatan ve pek eski efsaneleri içeren epik şiirlerdir. (Tanilli, 1994: 207)
Meriç, Hint edebiyatında Tiyatro ile ilgili şu düşünceleri örnekler: “ Shakespeare henüz çok uzaklardaydı diyor Mary Summer… Britanya Sezarlar’ın boyunduruğu altında inler, keltler kuytu ormanlarda barınırken, medeniyetin tadını çıkarıyordu Hint. Seçkin bir seyirci kalabalığı Kalidasa adıyla ün salan bir dram yazarını çılgınca alkışlıyordu…
Shakespeare ve Kalidasa, iki hayat değil, iki tezat. Hint şairi, yağmur taşıyan bir bulutun rahmet sayıldığı yakıcı bir ülkede doğdu. Shakespeare, güneşin aydınlanmakta bile hassas davrandığı sisli bir adada…(Meriç, 2009: 220)
Aziz çalışlar Hint felsefesinin, Hint tiyatrosuna yansımalarını şöyle inceler: “10. yüzyılda Hint dillerinin ortaya çıkması ve Sanskrit dilinin geçerliğini ve üslubunu yitirmesi yanısıra, 12. yüzyılda İslamlığın yerleşmesini, 16. yüzyılda Moğol egemenliğinin kurulması sonucu klasik Sankrit tiyatrosunun kalkmasıyla drama sanatı geleneği geleneksel ve halk tiyatrosunun içinde eridiği kadar, dans tiyatrosunda da özümlenerek sürmüştür. Geleneksel Hint tiyatrosu, epik temaları ve söylence öykülerini (Rama ve Krişna) işleyen tapınak tiyatrosu biçiminde yer alırken, toplumsal temaları işleyen topluluk tiyatrosu biçiminde de yer alıyor, törensel oyunlardan farslara kadar çeşitlilik gösteriyordu. Ortaçağlar tapınak tiyatrosuna yol açmışken, 17. ve 18. yüzyıldaki gelişmeler laik tiyatronun yeşermesine yol açmıştı. Gerçekçi olmayan, üsluplaştırmaya ve görenekselliğe dayanan geleneksel Hint tiyatrosu, halkın inançlarını, törelerini tören ve tapınılarını yansıtır. Dinsel çağrışımlar olduğu kadar, toplumsal yaşama ve laik değerlere de yer verir; çeşitli geleneksel sanatlardan, destan ve baladlardan, öykü anlatıcılık ile müzik ve danstan, dinsel ve sivil törensellikten, sözsüz oyun ve akrobasiden, plastik ve grafik sanatlardan bir alaşım oluşturur. Geleneksel tiyatronun görenekleri, kendine özgü özellikler göstermekle birlikte, klasik Sanskrit tiyatrosuyla olduğu kadar, ortaçağdaki sözlü halk tiyatrosuyla da yakınlıklar gösterir. Tiyatronun gerçekçi olmama özelliğini pekiştirmek için uygulanan göstermeci usluplaştırmayla öne çıkan geleneksel Hint tiyatrosunda gösteriler bir önmüzikle, oyun kişilerinin ve temanın tanıtımıyla ve felsefi bir konu üstüne görüş alışverişiyle başlardı; tartımlı düzyazı ve şarkı olarak sunulan dramatik konuşma, söz yinelemeleri, söz bindirme ve eşzamanlı konuşma yoluyla oyuncu ile koro arasında gidip gelirdi. Gerek dinsel, gerek laik tiyatroda şarkıcılardan ya da bir anlatıcıdan oluşan koronun önemi büyüktü; koro, oyunun bütün metnini okur, oyuncuya eşlik eder, oyunun müziksel yapısını güçlendirirdi. Oyuncuların belli tiplere ayrılması, çok sayıda çeşitli rolleri oynayabilmelerine olanak vermek içindi; oyun kişileri üç ana kategoriye ayrılıyordu: Tanrısal (sadvika), dünyasal (rajasika) ve kötücül (ramasika). Geleneksel Hint tiyatrosu oyuncunun tiyatrosuydu: Oyuncu, sözsüz oyunu, dansı, okumayı, müzik ve akrobasiyi iyi bilmeliydi; oyuncu, kendi dramatik bulunumuyla sahne yanılsamasını kurardı. Sanskrit tiyatrosunda da görülen sudradhara, anlatıcı olarak yer alırken, komik tip viduşaka, toplumsal durumlar üstüne sert yorumlar getirirdi. Gerçekçi olmayan, zaman ve mekânın metafizik olarak alındığı geleneksel Hint tiyatrosunda, usluplaştırılmış, simgesel makyajı, gözalıcı giysileri ve çok büyük fantastik saç düzeniyle, oyuncu, sahne düzenini oluştururdu; oyuncunun koreografık oyunculuğu ve simgesel davranıları, sahne etkisini yaratırdı. Oyunlar bir yükselti sahnede, açık havada, sokaklarda, pazar yerlerinde, tapınak bahçelerinde, avlularda, harman alanlarından oynanırdı. Rama ve krişnayla ilgili oyunlarda izleyiciler de oyuna katılırlardı. (Çalışlar, 1998: 304-306)
Bir çok hatip, şair ve yazar yetiştiren Hindistan, bilhassa son sene¬lerde bir aziz sayılan Mahatma Gandhi'nin etrafında toplanmış ve mem¬leketlerinin bağımsızlığı için uğraşmaktadırlar. Gandhi, Hariyan adında ingilizce bir dergi çıkarmakla dünyaya hitap eder. Gandhi, insan haya¬tiyle çok ilgilidir. Hayatın bir çok yönü olduğu için Gandhi de çok cepheli bir insandır. Meselâ, bir yazısında Hindistan bağımsızlığını ince¬ler, öbüründe şekerleme yapmaya yarayan şeker nisbetinin azalmasından bahseder. Üçüncüde, cinayeti, dördüncüde fıstığın faydalarını ele alır. Gandhi'nin bu çeşitli yazıları birbirini bozduğu zaman batılı ona kararsız, doğulu ise "Gandhi kendine karşı dürüstlük gösteriyor,, der. Çünkü, Gandhi için ne politika büyüktür ve ne de fıstık küçüktür. Onun en şaşılacak tarafı günün yirmi dört saatini halk arasında geçirmesidir. Ayni zamanda Gandhi yerleşmiş olan ananeyi = geleneği, Hint kaslarını par¬yalara (Dokunmazlara) fena muamele etmekten vazgeçirmeğe çalışmakta¬dır. Gandhi dininin özü: Bir Allaha iman etmek, kendisinin de bu Alanın vasıtası olduğuna, dünyada barış ve saadete, cennete ve Allaha ancak iyilik ile ulaşabileceğidir. (http://www.edebiyatsanat.com/dunya-edebiyati/89-hint-edebiyati/534-hint-edebiyati.html)
Eski Hint Uygarlığı, iktisadi ve sosyal yapısı, dinsel inançları, düşün ve sanat yaşamı bakımından özgün bir uygarlıktır. Dünya uygarlık hazinesine de çok büyük katkıları olmuştur. Hint matematikçileri insanlığa bugünde genel olarak kabul edilen rakamın değerinin sayıda, yer aldığı yere göre değiştirdiği rakam sistemine yaymışlardır. Özellikle sıfır onların buluşudur. Bütün bunları Ortadoğu halkları onlardan aldı ve Avrupa’ya da çok az değiştirerek arap rakamları adıyla geçti. İlk çağın Hintli’leri kara ve küp kökü almayı biliyorlardı; Trigonemetrinin temel kavramlarından haberdardılar. Ortaçağ’ın Avrupa halkları cebirin ilkelerini Araplardan aldılar Araplar da Hintlilerden. Eski Hintililer, bugünkü Hintlilerin de çoğunun kullandığı yazının temeli attılar. (Tanilli, 1994, 208)
Müzikte Hint notalaması bilinen en eski notalamalardandır. Veda şarkılarının sayılı simgeler ve akortlarla notalanması ilk çağa değin uzanır. Notaların okunabilmesi için hecelerle temsil edilmesi usulü Hindistan’da bulunmuş Araplar aracılığıyla Avrupa’ya gitmiştir.
Sonuç olarak Tanilli, Hint Uygarlığı hakkında; “Asya’nın güneydoğusunda, Seylan da, Çin Hindi’nde ve Endonezya’da yerleşmiş yığınla göçmen Hint Uygarlığının fetihlerini bulundukları yerlere götürdüler. Orta Asya’nın ve Orta Doğu’nun halkları da Hint’te ilk çağın bu eski derin ve parlak dünyasında olan bitenden paylarını aldılar.” Saptamasında bulunmuştur (Tanilli, 1994: 208)
Kaynakça :
- Cemil Meriç, Bir Dünyanın Eşiğinde, İletişim Yayınları 2009
- Server Tanilli, Yüzyılların Gerçeği ve Mirası, Cem Yayınları, 1994
- Aziz Çalışlar, Tiyatro Ansiklopedisi, Kültür Bakanlığı Yayınları 1998
SERKAN FIRTINA
[email protected]
Anahtar Kelimeler: hint tiyatrosu
0 Yorum